Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Zevk Etme: Yaşamın Teorisi

Zevk Etme: Yaşamın Teorisi

Neden asıl konuşulması gereken gerçekler hasır altı edilir de konuşmaya değmeyenler gündemi meşgul eder?

İnsan olarak gerçekten ilginciz, hem de çok.

İki damla gözyaşımla, kırdılar, kırdılar yüreğimi ve yolladılar sabah dörtte yağmurlarla…

Bir önceki yazıda yer alan sanki insan ölümsüzmüşcesine dikkatsiz bir şekilde ifade ettiğim aşağıdaki cümle üzerinde düşünüp duruyordum bir zamandır.

“Özgürlük dışarıdan verilmez, kendin çabalayıp kölelik evinden çıkarak hazmede hazmede kazanmalısın. Yoluna üç şeytan çıkacak: Mevki hırsı, servet hırsı ve akıl ve ruhunu çalmaya adanmış ruhbanlık hırsı.”

İyi de her insan ölmeyecek mi?

Ya tüm gün, tüm ay, tüm mevsim, tüm yaşamı boyunca “gaflet” uykusundaysa bir insan ölünce ölmüş mü yoksa uyanmış mı olacak?

Vakti geldiğinde ölüm elbette kaçınılmaz. Ama “ölmeden önce ölmek” üzerine yapılan nasihatler kolaycılığın kol gezdiği dünyamızda hâlâ duyuluyor mu acaba ya da duyulsa da nasıl anlaşılıyor kim bilir?

Ölmekten öcü gibi korkan insanoğlu için ölmeden önce ölünüz tavsiyesi önce garip geliyor kulaklara. Ölmeyi dört gözle bekleyenler de var tabiki. Gazali der ki  “Arifler ölümü devamlı olarak hatırlarlar, çünkü ölüm onlar için sevgilisi ile buluşma zamanıdır. Seven sevgilisi ile buluşacağı günü asla hatırından çıkarmaz. Hatta bu yüzden ölümün geç gelmesine üzülür.” Benzer bir şekilde Mevlana da “Ben ölürsem sakın bana ölü demeyin. Aslında ben ölü idim dirildim, beni dost aldı götürdü” der.

Nedir ölmeden önce ölmek?

Yaşadığının farkında olmayan, yaşamanın zevkine varmayan yaşıyor mudur, ölü müdür?

“Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” misali vücut ve kalıpta bir insan; lakin geçerli bir kimliği yok.  Bu mudur ölmeden önce ölmek?

Rızaya ceza kesenler kendileri ölmese de kestikleri cezalarla hergün ölmekten beter ediyorlarsa sessiz biçareleri, bu mudur ölmeden önce öl(dür)mek?

Ölü olmak ne demek?

Yakın bir can’ın okuduğu kitaptaki gibi “yansıtanlar ve yaratanlar” diye iki kaba kategoriye ayırsak insanları, mesela hangisi canlı hangisi cansız?

Düşünüyorum da mevcut bir düşünceyi yansıtmakla yetinenler, ömür geçirenler için yaşam renkli, sosyal anlamda kalabalık, neşeli… Yeni bir düşünce yaratanlar ya da yaratmak için düşünenler için durum aynı mı?

Yaratıcı düşünce kendini kolay teslim eden bir varlık değil, gayret gerektiriyor; gebeliği var, doğum sancısı var. Çoğu zaman hayal kırıklığı da mevcut. Hakikati aramak gibi bir şey, bazen kısır döngülerle dolu. Bir şey bularak, söyleyerek insanlığa tesir etmek, dirimli. Bu iş zahmetli. Yaratmak için sadece düşünmek yetmiyor. Düşünüp, arayıp bulup bilmek mi yoksa arayıp, tanıyıp, bulduğunu yaşamak mı?

Mesele bilim insanlarının yapageldiği gibi bir şeyin içindeki hakikati ortaya çıkarma gayretiyle sınırlı olmamalı. Hakikat bir kez ortaya konulduktan sonra mesele bu hakikatle ne yapılacağı olmalı diye düşünmekteyim. Bobaroğlu’ndan bir örnekle ne demek istediğimi açıklamaya gayret edeyim. Sütün hakikati nedir? Yani sütün içinde barındırdığı dış göze görünmeyen o şey nedir? Mayalayıp, yayığa koyduğunuzda, yayığı da uygun bir ritimle çalkaladığınızda süt içindeki hakikati dışarı verecektir. Sütün hakikat tereyağ ise tereyağı bulmakla iş biter mi? Asıl mesele bulduğun hakikatle ne yapılacağı değil miydi? Bu tereyağla ne yapılacak? Çorbaya mı katılacak, baklava mı yapılacak yoksa kızarmış bir dilim ekmeğe mi eşlik edecek?

Konuyu dağıttım yine.

Serbest akışta olmamın gereği artık birbirimize alıştık, buna güvenmek istiyorum.

Neydi konu?

Ölmeden önce ölmek.

Tasavvuf ehlini Cündioğlu gayet güzel özetlemiş:

Beyaz ölüm oburluktan, tıkınmaktan, iştahtan, yemekten içmekten bile bile vazgeçmeyi (boşuna dememişler az yiyen veli çok yiyen deli olur diye) boş konuşmaktan, boş sözlere kulak vermekten, dedikodudan uzak durmayı; kırmızı ölüm hırstan, ihtirastan, şehvetten, zevke dair alışkanlıklardan uzaklaşabilmeyi; yeşil ölüm giyim, kuşam, makam, mevki, şan şöhrete, gösteriş arzusuna ve övgüye sırt dönmeyi ve siyah ölüm ise halktan gelecek eza ve cefaya katlanabilmek, cahillerin arasında kalıp, cahilliklerine sabrederek yaşayabilmeyi gerektirirmiş (asıl mesele dağ başında evliya olmak değil hamam içinde evliya kalmak). Hepsinde dayanılmaz acılar.  Kimi acıları beden çeker, kimini ruh, kimi acıları ise ya akıl çeker ya da vicdan. Yalnızlığı (uzlet) tercih edenleri de ayıplamamak lazım; neticede inziva da bir tercih. Düşünsenize sanatçı, filozof, bilim insanı kalabalığa dahil olsalar yaptıkları işi yapabilirler mi? Yalnızlık hakkını verenler için şifa.

Olgunlaşmadan ölmek mümkün mü?

Yani dört kapı ve kırk makamdan geçmeden mümkün mü?

Şeriat.

Tarikat.

Marifet.

Hakikat.

“Ölmeden önce ölünüz” nasihatini dört kapı kırk makamla birlikte düşünenlerle Mesnevi’den bir anlatıyı paylaşayım.

Hz. Mevlana dört kapı arasındaki farkı soran bir öğrencisine; “Karşı medresede rahlelerine eğilmiş ders çalışan dört kişi var. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at sonra gel sana anlatayım” der. Bunun üzerine öğrencisi karşı medreseye gider.  Birincinin ensesine kuvvetlice bir tokat vurur. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp daha kuvvetli bir tokatla ensesine vuran öğrenciyi yere yıkar. Mevlana’nın sözünü tutmaya niyetli öğrenci ayağa kalkar. Rahlede ders çalışan ikincisine tokat atar. O da derhal ayağa kalkar ve elini kaldırır. Ancak tam tokadı atacakken vazgeçip yerine oturur. Tokatı yiyen üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra başka bir şey yapmaz, çalışmasına devam eder. Dördüncü ise, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmaz. Süreç tamamlandığından öğrenci Mevlana’nın yanına geri gelir ve durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana şöyle açıklar:

Birinci şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.

İkinci, tarikat kapısında olan bir kişiydi. Tokadı yiyince tam iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi: “Sana kötülük yapana bile iyilik yap.” Onun için döndü, oturdu.

Üçüncüsü marifet kapısına kadar gelmiş biri. İyinin ve kötünün nereden geldiğini bildiği için, Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye, merakından şöyle bir dönüp baktı.

Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiş biriydi. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bildiği için, dönüp bakmadı bile!.. 

“Yapma, gayret etme” aşaması tarikat mertebesidir.

“Zevk etme” aşamasına ise marifet ve hakikatte varılır.

Yemek yemekle yediğin yemeğin zevkine varmak…

Nefes almakla aldığın nefesin zevkine varmak.

Baba olmakla baba olmanın zevkine varmak…

Varın siz kıyaslayın.

Konu bir yaşam teorisi olarak gördüğüm ölümdü değil mi?

O zaman ölümü dost bilen Mevlana’yla bitirelim. 

“Cemadlıktan öldüm ve nebat oldum. Nebatlıktan öldüm ve hayvan mertebesinde zahir oldum. Hayvanlıktan öldüm âdem oldum. Hal böyle olunca niçin korkayım, ne vakit ölmekten dolayı noksanlatım ki? Ölümde noksanlık değil kemâl vardır”

 

Güncellenme Tarihi
  • 28 Mayıs 2023, 00:20
Yazının Adı
Zevk Etme: Yaşamın Teorisi