Anormal davranışa ilişkin açıklamaların tarihsel seyri incelendiğinde, modern dönem öncesi zamanlarda anormallik, animistik düşünce bağlamında ele alındığı ve her şeyin bir ruhu olduğu yani canlı olduğu, anormal insanların da kötü ruhlar tarafından ele geçirildiği fikri kabul görmüştür. İlk insanların kafataslarında karakteristik deliklere rastlanmıştır ve bu deliklere trefin adı verilmiştir. Deliklerin açılma amacının insanları ele geçiren bu ruhların insanları terk etmesini sağlamaktır. Daha sonra anormallik fiziksel nedenler bağlamında ele alındığında karşımıza “histeri” kavramı çıkmaktadır. Histeri, tıbbi olarak açıklanamayan fiziksel şikâyetlerin oluşturduğu bir tablodur. Başka bir ifade ile psikolojik baskının bedensel şikâyetler ile dışavurumudur. Belirtileri arasında yeti yitimleri ve özellikle de zamanla azalmayan ve hiçbir ilacın yatıştıramadığı baş ağrısıdır. Trefin olarak adlandırılan kafataslarındaki deliklerin bu baş ağrısını iyileştirme amaçlı olarak açıldığını ileri süren görüşlerde bulunmaktadır.
Daha sonraki görüşler anormalliği başka bir ifade ile anormallik sınırlarını aşmış insanları tanımlamak için animalizm kavramı oluşturulmuştur. Bu tanımlamaya göre normal dışı davranışlara sahip insanların davranışları ile hayvan davranışları arasında benzerliğe dikkat çekilmiştir. Buna göre, bu insanlar tahrik unsuru olmada ya da tahrik unsuru ortamda olmadığı halde saldırgan davranışlar gösterebilir, bu insanların ne zaman nasıl davranacağını ön görmek çok zor hatta imkânsız ve bu insanlar normal insanların hayatta kalamayacağı ortamlarda hayatta kalabilir. 17. ve 18. Yüz yılda bu insanlara yönelik yardım için; kan alma, kusturma ve ishal temel baş etme yöntemleri olarak kullanılmıştır.
Daha sonra aydınlanma çağı ile birlikte anormal davranışlara ilişkin bakış açısı daha insancıl ve modern tıbbın gelişmeleri bağlamında olmuştur. İki görüş önem kazanmıştır. Birincisi, psikolojik hastalıkların fiziksel hastalıklardan farklı olmayacağı ve ikincisi, fiziksel hastalıklardan farklı olan zihinsel hastalıkların psikolojik olabileceğidir. Bu iki görüş anormallik kavramına ilişin tanımlamaların değişmesine, baş etme yöntemlerinin daha bilimsel ve insancıl olmasına katkı sağlamıştır. Anormalliğe ilişkin tarihsel süreç ele alındığında insanların normal olmayan davranışlara sahip olmasının nedenleri ile bu davranışlardan kurtulmasının yöntemlerini ortaya koyması açısından önemlidir. Bütün bu süreçten çıkarılacak sonuç, insanların yememesi gereken bir şeyi yediğinde nasıl mide buna tepki vererek kusma gerçekleşiyor ve bir anlamda iyileşme oluyor ise, insanın benlik algısına, inançlarına, değerlerine ve kişilik örüntüsüne iyi gelmeyen bir şeyi yaşadığın da yaşanan şeye eşlik eden duyguları kelimelere dökerek ifade etmek yerine bastırma ve bastırılanları birileri fark eder kaygısı ile sürekli tetikte olma durumu ruhu nefessiz bırakmaktadır.
Çocuğun yetiştiği duygusal ortam doğuştan getirdiği mizaç özellikleri ile etkileşime girerek karakter özelliklerini oluşturur. Karakter, tamamen değişmez bir şekilde kalan bireye ait olan bir özellikler bütünü değil, kişinin çocukluğunda edindiği başa çıkma mekanizmalarıdır. Endişelenen, soyutlanmış hisseden, kendini güvende hissetmeyen, onaylanmayan ve fark edilmeyen bir çocuğun yaşayacağı en olumsuz şey duygusal ihtiyaçlarının ve duygularının yok sayılması olacaktır denilebilir. Böyle bir süreçte büyüyen çocuğun benlik yapısı ve kişilik örüntüsünü oluşturacak olan en temel baş etme yöntemi bastırma, inkâr, yer değiştirme ve benzeri savunma mekanizmalardır.
Bastırma, hayır diyememe ve kişinin hissettiği öfkesinin farkında olamaması, farkında olduğu öfkeyi kelimelere dökerek ifade etmek yerine eyleme ya da eylemlere dökerek dışa vurması kişinin fiziksel ve psikolojik olarak bağışıklık sistemlerinin zayıflamasına bir başka ifadeyle hasta olmasına neden olmaktadır. Hissettiği duyguları ifade edemeyen, ifade etmek isteyip bu beceriye sahip olmayan, duygularını dışa vurarak yani eyleme dökerek ifade ettiğini sanan insanların hastalanma ya da var olan hastalığın ağırlaşması ya da kronikleşmesi ile sonuçlanabilmektedir. Birçok araştırma sonucu, kanser teşhisi ile intihar düşüncesi ya da eğilimi bulunanalar arasında ortak bulgu; bu insanların çelişkili duygular içinde olmaları, duygularını sağlıklı grupta olanlara göre daha fazla inkâr ediyor ve bastırıyor olmalarıdır.
Günümüz, hız çağı, kaygı çağı, depresyon çağı, stres çağı vb. kavramlarla tanımlanmaya çalışılıyor. İnsanlar yaşadıkları ya da hissettikleri belirtilerin azalması ya da ortadan kalkması için uzmandan uzmana, ilden ile en son da hocadan hocaya gezerek yardım arıyor. Nasıl iyileşebilirim diye kendine soru soran insanın neden bu hale geldim diye sormak aklına gelmiyor, geliyor ise de suçlayacak birini bulup hissedilen belirtilerin sıklığını ve şiddetini artırıyor. İnsanı hasta eden şey, yaşaması gerekenden vazgeçip yaşaması isteneni yaşamayı seçmesidir. Yaşaması gereken kendisi iken yaşadığı olması istenen kişidir. Bunu başarmak için kullanacağı ya da kullandığı yöntemler, bastırma, inkâr etme, karşıt tepki geliştirme, yön değiştirme, yansıtma ve mantığa bürümedir. Bu yöntemler bağlamında oluşan bir dünyada herkesin onayını alarak kaçabilmenin ya da kaçınabilmenin en iyi yolu hasta olmaktır. Hastalığın kazancı kimseyi kırmadan hastalık belirtileri ile kontrol edebilmenin hazzını yaşamaktır. İyileşmek isteyen kim? Hastanelerde sıra bana gelsin diye bekleyen insanların aralarındaki sohbetlere isteyerek kulak misafiri olun. Yazılanlardan çok daha fazlasını duyarsınız!