Hayatınızın herhangi bir anında bazı arkadaşlarınızın aslında sizi kendi çıkarları için kullandıklarını fark etseniz ne hissederdiniz? Yıllardır her başları sıkıştığında hiçbir karşılık beklemeden yardımlarına koştuğunuz dostlarınızın arasından bazılarının gerçekte menfaat sağlamak maksadıyla sizi kandırdığını öğrenseniz nasıl bir tepki verirdiniz? Tüm bunlar olurken özellikle inançlarınızın ve temel değerlerinizin de bu olaylara alet edildiğini anlasanız ne yapardınız?
Kırklı yaşlarında olanların bu soruların içerdiği durumlar ile karşılaşma ya da tecrübe etme ihtimalleri daha muhtemeldir. Karşılaşmayanlar belki henüz çok gençtirler ya da dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini mesafe gözeterek sürdürüyorlardır. Abartılı bir değerlendirme olabilir ama karşılaşmayanların belki de hiç dostları ya da arkadaşları yoktur.
İnsanlar bu sorulara; kandırılmayı algılayış şekillerine ve aldatılmışlık hissi ile başa çıkabilme becerisine bağlı olarak farklı cevaplar verebilirler. Mutlaka çok üzülenler, kendi dünyalarında yıkım yaşayanlar hatta batsın bu dünya diye değerlendirme yapanlar olabilir. Aşırı tepkileri bir kenara koyacak olursak böyle bir durumda genellikle verdiğimiz tepkiler; affetmek, karşılık vermek ya da ilişkiyi sonlandırmak gibi davranışları içerebilir. Hangi tepkinin verileceği ise olaya, olayın etkisine ve olaya maruz kalan kişiye bağlı olarak değişebilecektir.
Ne kadar yerine getirebiliriz bilemiyorum ama bizim kültürümüz böyle durumlarda günün sonunda affetmeyi öğütlüyor. “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır” atasözü üzerinden de bize herkesin hata yapabileceğini, hatasız dost arayışının beyhude hatta anlamsız olduğunu anlatıyor. Bu bakış açısını anlayabiliyorum. Lakin affedebilmek için yaşanılan olayın kusur yani bilmeden, istenmeden, elde olmadan, gerçekleşmesi gerekir. Tabii ki bunlarla birlikte samimi bir özür dilenmesi de beklenir. Aksi durumda ortada bilerek, isteyerek ve süreklilik arz eden bir kandırma, aldatma, kullanma davranışı varsa bunu kusur olarak değerlendirmek Nasrettin Hoca’nın fıkralarında eve giren hırsızda hiç kabahat bulmamakla eş değer olur.
Diğer taraftan tüm iyi niyetinize rağmen bizi saf yerine koyarak aldatan bir dost ya da arkadaşımıza benzeri bir karşılık vermek, tepki göstermek makul olarak kabul edilebilir. Fakat büyüklerimiz böyle davranmamızın doğru olmayacağını söylemişlerdir. Hatta karşılık vermememizi tavsiye etmişlerdir. Boşnakların Bilge Kral olarak adlandırdıkları filozof ve devlet adamı Aliye İzzetbegoviç’in "biz, savaşı öldüğümüz zaman değil düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz" sözü sanırım büyüklerimizin tavsiyelerini açıklar niteliktedir. Bize yapılan haksızlığa aynı şekilde cevap verirsek bize haksızlık yapana benzeriz ki bu durumda asıl kendimize haksızlık yapmış oluruz.
Peki, bizi aldatan, kandıran ya da kullanan dost ya da arkadaşlarımızın affedilmeyi hak etmediğini düşünüyor ya da onlara herhangi bir karşılık da vermek istemiyorsak ne yapmalıyız? Aslına bakarsanız bu soruya cevap verebilmek kolay değil. Bununla birlikte “yerlerinde sağ olsunlar” bakış açısı ile hareket edilebileceğimizi düşünüyorum. Yerlerinde sağ olsunlar bakış açısı bahsi geçen yakınlarımızı affedemezsek te bir karşılık vermeden araya mesafe koyarak aramızdaki hukuku mümkün olduğunca alt düzeye çekerek yolumuza devam etmeyi içerir.
Böylelikle onların yaptıkları davranışların bize zarar vermesini önlerken geçmişte yaşamayı bırakıp yaşanılan olayların bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını engellemiş oluruz. Ayrıca yerlerinde sağ olsunlar diyerek önümüze baktığımızda onlarla düzey farkımızı da koruyabiliriz. Belki de yerlerinde sağ olsunlar diyerek her musibette bir hayır vardır anlayışı ile hayatımızda yeni arkadaşlara ve dostlara yer açarak kırılan gönlümüzü onarabiliriz. Yerlerinde sağ olsunlar!