Ekim ayı ile birlikte medyada Nobel ödülleri ile ilgili haberler yoğunlaşmaya başladı. İlgili haberlere göz gezdirirken uzun zamandır Nobel Edebiyat Ödülü almış bir eser okumadığımı fark ettim. Okuma listemi güncelleyerek listeme son beş yılın ödüllü yazarlarını da ekledim. Okumaya, 2024 yılı ödülünü kazanan Güney Koreli yazar Han Kang’ın “Veda Etmiyorum” adlı romanıyla başladım. Romanın konusunun yavaş ilerlemesi, başlangıçta kitaba ısınmamı zorlaştırdı. Ancak yazarın sakin ve derinlikli anlatım diline alıştıktan sonra, kendimi hikâyenin içinde buldum. Jeju Katliamı’nı konu alan romanda, kahramanların yaşadığı acılar sade ama sarsıcı bir dille aktarılıyor. Öyle ki, romanın sonlarına doğru kendimi bu insanların yerine koyduğumda yaşanan travmalar yüreğimi sızlattı.
1948’te Güney Kore’nin Jeju Adası’nda patlak veren ve tarihe “Jeju Katliamı (Ayaklanması)” olarak geçen ayaklanma, komünist odaklı bir hareketin sonucuydu. Dönemin iktidarı ayaklanmaya çok şiddetli karşılık vermiştir. Yaşanan olaylarda, on binlerce masum insan güvenlik güçleri tarafından öldürülmüştür. Resmî makamlar, yaptıklarını meşrulaştırmak için öldürdükleri masumları da “komünist” olarak yaftalamış ve zulümlerini devleti koruma çabası olarak sunmuşlardır. Böylece, katledilen insanları ötekileştirerek Korelilere “sizleri korumak için bizden olmayanları öldürdük” mesajı verilmiş ve bu şekilde yapılanlar haklı gösterilmiştir.
Ne yazık ki dünya tarihi benzer acılarla doludur. Neredeyse her millet, tarihin bir döneminde Jeju Katliamı’na benzer olaylar yaşamıştır. Bu tür durumlarda iktidarlar, çoğu zaman din, mezhep, ırk ya da ideolojik farklılıkları bahane ederler. Korumakla yükümlü oldukları halka işkencelerle ve insanlık dışı davranışlarla zarar verirler. Yöntemleri genellikle aynıdır. Önce kendilerine karşı çıkanları ötekileştirirler. Sonra onları kötüleyerek halkı kışkırtırlar. Ardından da korku salmak için sahip oldukları silahlı güçlerle ötekileştirdikleri kişilerin üzerine giderler. Bu yolla iktidarlarını pekiştirmeye çalışırlar. Bu süreçte kaç kişinin öldüğü ya da geride kalanların ne yaşadığı ise onlar için önemli değildir.
Kang’ın yazdıkları üzerine düşünürken, aklıma William Golding’in yazdığı ve yine Nobel Edebiyat Ödülü almış olan Sineklerin Tanrısı geldi. Roman, bir atom savaşı sırasında İngiliz erkek çocuklarını taşıyan bir uçağın ıssız bir adaya düşmesiyle başlar. Adada hiçbir yetişkin yoktur. Hayatta kalabilmek için bir düzen kurmaya çalışan çocuklar, zamanla gruplara ayrılır ve güç ile iktidar mücadelesi uğruna birbirlerine karşı acımasız bir savaşa girişirler. Golding’in kurgusunda çocukların iktidar mücadelesi, aslında yetişkinlerin dünyasındaki şiddetin küçük bir yansımasıdır. Bu açıdan Jeju’da yaşananlar ile romandaki çocukların barbarlaşması arasında benzer bir mantık göze çarpar.
Aslında ötekileştirerek yok etme çabalarını sosyal psikolojinin kurucu öncüleri arasında yer alan Muzafer Sherif’in (Muzaffer Şerif Başoğlu) 1954’te gerçekleştirdiği Mağara Vadisi Deneyi belli ölçüde açıklamaktadır. Deney, grup aidiyetinin ve “öteki” algısının insanlar üzerinde nasıl yıkıcı etkiler oluşturabileceğini çarpıcı biçimde ortaya koyar. Deneyde, iki ayrı çocuk grubu başlangıçta birbirlerinden habersiz olarak iş birliği içinde vakit geçirir. Ancak karşı karşıya geldiklerinde rekabet duygusu hızla düşmanlığa dönüşür. Çocuklar kısa sürede kendi grubunu yüceltip diğerini küçümsemeye, hatta zarar vermeye başlar. Bu deney, grubun parçası olma arzusunun nasıl kolayca dışlayıcılığa ve şiddete dönüşebileceğini gösterir.
Sherif’in deneyinde olduğu gibi bir kez “öteki” yaratıldığında, vicdan susar, kalpler taş kesilir. İnsanlık, en çok da birbirine benzeyenlerin arasına çizilen çizgilerde yitip gider. Edebiyat, yaşananları unutturmayan bir hafıza işlevi görüyor. Fakat tarih bize aynı döngünün tekrarlandığını da gösteriyor. Bu noktada; açgözlülük, hırs, kıskançlık gibi karanlık duyguların kötücül davranışlara yol açmasını anlayabiliyorum. Ama iyi insanların, ötekileştirme sürecinde yer alıp kötüleri haklı çıkarmalarına aklım ermiyor. Belki de kabullenemiyorum. Siz ne dersiniz?