Üniversite öğreniminin yeterliliği ile ilgili tartışmalar tüm dünyada canlılığını koruyor. Münakaşalar, üniversitelerin değişen çevre koşulları karşısında mezunlarını hayata hazırlayamadıkları noktasında yoğunlaşıyor. Özellikle öğrenim çıktılarının yetersizliği sıklıkla gündeme getiriliyor. Meseleye içerden bakan bir üniversite mensubu olarak eleştirilerin bir kısmına hak veriyorum. Çünkü modern toplum hayatında merkezi bir konumumuz olsa da eksikliklerimiz olduğunu görüyorum.
Öğrencilerimize; akademik bilgi aktarımı, araştırma becerilerinin geliştirilmesi, kariyer fırsatları sağlama, sosyal ağ oluşturma ve disiplin konularında katkı sağlayabiliyoruz. Bununla birlikte; eleştirel düşünme, iletişim becerilerinin artırılması, kendini keşfetme ve problem çözme yetenekleri kazandırma gibi konularda ise yetersiz kalıyoruz. Dolayısı giderek öğrencilerimize mesleki bilgiler veren ama onların kişisel gelişimlerini hayat boyu destekleyecek yeterlilikleri sağlayamayan kurumlara dönüşüyoruz.
Kişisel gelişim ile kastım öğrencilerin zihinsel, duygusal, fiziksel ve sosyal becerilerin iyileştirilmesidir. Maalesef üniversiteler bu noktada öğrencilerin potansiyellerini keşfetmeleri ve geliştirmeleri için yapmaları gerekenler konusunda onlara tatmin edici düzeyde rehberlik yapamıyorlar. Ortaya çıkan eksiklik büyük bir ekonomik değere ulaşmış olan kişisel gelişim sektörü tarafından doldurulmaya çalışılıyor.
Kişisel gelişim sektörünün ana bileşenlerini kitaplar, eğitim programları, koçluk, konferans ve etkinlikler oluşturuyor. Ayrıca teknolojik gelişmelere bağlı olarak internet ve sosyal medya ile bazı mobil uygulamalar da son dönemde sektörün gelişiminde öne çıkıyorlar.
Kişisel gelişim sektörü bileşenleri, bir taraftan üniversitelerin eksiklerinden yararlanarak öğrencilere alternatifler sunarken bir taraftan da iş yapış şekilleri nedeniyle öğrencilere zarar verebiliyorlar. Sektörün içerisindeki hatırı sayılır oyuncunun kazanç hırsları ortaya bilimsel temelden uzak ünün ve hizmetlerin çıkmasına neden oluyor.
Geliştirdiklerini iddia ettikleri fikirleri, yöntemleri, modelleri, araçları sanki sihirli değneklermiş gibi pazarlıyorlar. Bu durum öğrencilerin özgüven, zaman ve para kaybetmelerine neden olabiliyor. Ayrıca her koşulda başarı elde etmeye yoğunlaştıkları için öğretilerinde ahlaki değerleri ya da etik ilkeleri göz ardı edebiliyorlar. “Amaca giden her yol mubahtır” görüşünü; gizleyerek, karartarak, süsleyerek kişisel gelişim çatısı altında sunuyorlar.
Bu çerçevede hazırlanmış kitaplar, konferanslar vb. faaliyetlerle; başarı, zenginlik, sağlık ve mutluluk için sözde kolay yollar vadediyorlar. Özellikle kişisel gelişim kitaplarının çoğunluğu tılsımlı reçeteler içeriyorlarmış gibi taktim ediliyor. Hâlbuki bu kitaplardan beklenen sadece faydalı ve ilham verici olabilmeleridir.
Bu aşamada bir parantez açarak hakkı verilmesi gereken kitaplar olduğunu da belirtmeliyim. Örneğin Türk akademisyen ve yazar Doğan Cüceloğlu’nun “Savaşçı” adlı kitabı derin psikolojik tahliller sayesinde hayatın zorlukları karşısında kişinin kendisini sorgulamasına neden oluyor. Yine Amerikalı akademisyen ve yazar Stephen R. Covey’in ‘Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı’ adlı kitabı sağlam bir felsefi altyapı ile insanlara sadece bireysel değil kolektif başarının da önemini anlatıyor.
Burada eşsiz bir kişisel gelişim kitabı olarak kabul ettiğim Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevi’sini de anmak isterim. Mesnevi’nin güzel ahlak temelinde insanın kendisini tanıyarak hayatına dair anlam ve amaç bulma konusunda bizlere yardımcı olduğuna inanıyorum. İnsanın ruhsal dönüşümüne kapı aralayarak kişisel gelişimine katkı sağladığını düşünüyorum.
Son tahlilde öğrencilerimizi hayata daha iyi hazırlamak için üniversiteler olarak kendimizi öğrencilerin kişisel gelişim ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde güncellemeliyiz. Onları devasa bir ekonomik sektör haline gelmiş olan kişisel gelişim sektörünün insafına bırakmamalıyız. Ayrıca bu sektörü görmezden gelemeyerek onların gelişmesi ve denetlenmesi için sorumluluk almalıyız. En önemlisi de öğrencilerimize kişisel gelişim bileşenleri tarafından paylaşılan bilgileri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmeyi öğretmeliyiz.
Aksi taktirde üniversitelerin yeterliliklerinin eleştirildiği dönemi de geçip varlık sebeplerinin tartışıldığı döneme geçeceğiz.