Turizm şehri Antalya’dayım, yaş 15 kavak yelleri esiyor. Bir yandan Endüstri meslekte okuyorum diğer yandan da turizm sektörüne ilgi duymaktaydım.
Bizler için turizm hareketi şehirler arası akraba ziyareti şeklinde iken, yabancıların özellikle seyyahların ziyareti ilgimi çekiyordu. Çat pat sohbetler özgüvenimi artırıyor, beşeri ilişkilerimi geliştirmeye faydası oluyordu.
80’li yıllardan bu yana yabancı dil öğrenmek için çabalamaktaydım.
O zamanlar kasetçalar, bilgisayar, İngilizce dinleyebileceğim bir TV yayını yoktu.
Hal böyle olunca turistlerle diyalog kurmak yabancı dil öğrenme yöntemlerimin başında geliyordu.
O tarihte radyoda Voice of America adı altında İran halkına yönelik propaganda yayınları saat 22.00 başlardı. Lambalı radyomun başına geçer, bir sağa bir sola düğmeleri çevirerek frekans ayarını yapar, gecenin sessizliğinde pür dikkat dinlerdim.
Her kelimeyi takip ederdim. Öylesine bir mutluluk ki, sanırsın bulmaca çözüyorum.
Rahmetli Babamın, “pazarda limon satsan da dil öğren, bir dil bir insan” sözleri bir arzuya dönüşmüştü. Kelimeler İngilizce çıkıyor hatta düşünür iken İngilizce cümleler kuruyordum.
Müzik kulağım olmamasına rağmen Amerikan folk müziklerindeki cümleleri anlamak için kendimi zorluyor, inatla çözmeye çalışırdım.
Böyle başlamıştı yabancı dil serüvenim, 87 ve 88’li yıllarda artık öylesine bir noktaya gelmiştim ki, yaz döneminde rehberlik yapıyordum.
İlk önceleri ofiste konuklara şehri tanıtıyor, taleplerini tespit ederek onlara uygun önerileri aktarıyordum. Sonraları deneyimli rehberlere eşlik ederek onlardan ören yerlerini öğreniyordum.
Her gün farklı kültürdeki insanlarla tanışıyordum. Seyyahlarla sohbetler, yeni ufuklar açıyordu. Adeta ayaklı kütüphanenin içerisinde pişiyordum.
Bir akşam tur dönüşü yarın Kekova’ya tek başına gideceksin dediler.
İyi de ben hiç gitmemiştim ve bilgi sahibi değildim. Ama istemeye istemeye kabullendim.
Elimde kitaplarım öğrenci misali bir gece önce okuyarak hazırlanmıştım.
Kaptan Avni abi eski kurtlardandı. Deneyimi ve sempatik tavırları konukları rahatlatıyordu. Başa gelen çekilir diyerek mikrofonu aldım.
“Goodmorning Ladies and Gentlemen” anonsu ile konukların gözlerinin içine baka baka kendimizi, rotamızı tanıtarak Magurus 309 ile yol almaya başlamıştık.
Motor blogu aracın içinde yer alıyor. Tabi bir parça gürültü ile gidiyorduk. Klima olmadığından camları açıp püfür püfür yola koyulurduk. Bir yandan da perdeler uçuşuyordu. Kimse klima nerede neden ses yüksek diye şikâyet etmiyordu.
Avni abimiz kasetçaları yerleştirip play tuşuna basınca misafirler, tebessüm ve güven ifadesiyle dantel misali Demre yollarında eşsiz doğa güzelliklerinin hayranlığı içerisinde, büyülenmiş bir şekilde etrafı seyrediyorlardı.
Ben ise elimde kitap en arkada bir sonraki ören yerine hazırlanıyordum.
Takribi 10 saatlik bir gezinin sonunda dönüş yolunda şehir ışıkları göründüğü vakit mikrofona uzanıp bir veda konuşması ve sonrasındaki alkışlar günün en anlamlı duygusal anıydı. Adeta tiyatro sahnesiydi, sahnenin tozu ve gezen insanların enerjisi beni turizme teşvik etmişti.
İdol ve idealizmin yol haritasıyla çıkılan bu serüvende gayret ve devamlı çalışmanın semeresini almaktaydım. 1988 yılında Aydın turizm işletmeciliğine kayıt yaptırdım. Gezip öğrenmenin cazibesi ile yeni bir serüvene atılmıştım.