Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Suya yazı yazıl(a)maz ama ya niyet?

Suya yazı yazıl(a)maz ama ya niyet?

Bu hafta ayrıcalıklıydı. Aklen, kalben ve ruhen birbirini anlayanların buluşmasıydı. Çok ama çokça iyilik-doğruluk-güzellik içeren bir sofraydı. Hani derler ya “tadı damağımda kaldı”, işte o cinsten. Halil İbrahim bereketindeki sofrada kimler kimler yoktu ki. Gönül soframın bir tarafında kardeşten öte gördüklerim diğer tarafında bu alemde kavuştuğum yeni kardeşlerim. Detaylarına girmeyeceğim çünkü böylesine lezzetli ve besleyici bir sofranın hatıramda değil gönül hafızamda yerleşmesini diliyorum. Nedenim var. İnsanı besleyenin, mayalayanın hatıra değil hafıza olduğunu düşünüyorum. Hatıralar bile hafızaya bağlı. Hatıralar unutulmaya yüz tutsa da hafıza insanı genç kılıyor. Bu sofrada hafızanın insanı gençleştirici bir iksir olduğuna bir kere daha şahit oldum. Renkli kişiliği ile özdeşleşen neşesiyle sevgili editörümüzün ve mutfak ekibimizin gayret ve teşvikleriyle duayen Doğan Hızlan beyefendinin maestroluğunda ahenkli tınılarla bezenmiş, donanmış, sunulmuş bir sofra. İçindeki saygı ve sevgiyi dışına taşıran, enerjisi kabına sığmayan sevgili Recep Ali Bey ve Ercan Bey’in ev sahipliğinde bize kap kap sunduklarında tekrarı mümkün olmayan eşsiz, bambaşka tesirlere vesile olan su canlılığında bir sohbet.

Evet bizi su kardeşliğimiz ve yazılarımız buluşturdu. Su kardeşliği diyorum çünkü yaratıcı su aracılığıyla kardeş olduğumuzu düşünüyorum. Neden kardeş gibi hissediyorum. Çünkü içlerinde taşıdıkları suyla içimdeki suyun aynı frekansta olduğunu görüyorum.

Bu hafta su ve yazı konusuna değinmek bu nedenle kaçınılmaz oldu.

Su… Yaşamın başlangıcı ve sonu. Rahimden musalla taşına ayrılmazımız. Bu arada suyu bol olanların neşeli ve canlandırıcı olduğunu, aksine suyu çekilmiş olanların ise kurutucu, kavurucu olduğunu düşünürüm.

Suya yazı yazılamayacağından bahsedilir. Molekülleri hızla değişen suya kalıcı yazmak fiziksel olarak mümkün görünmemekle birlikte buradan yazının, sözün, düşünce ve niyetin suya tesir etmeyeceği anlamı çıkmamalıdır. Su canlı, akıllı ve hafızası olan bir varlıktır. (Suyun Gizli Mesajı için Masaru Emoto’ya bakılabilir ya da rezonans kanunlarına- https://indigodergisi.com/2013/02/bu-yazi-suya-yazilmistir/ ).

Suya yazı yazılması “mümkün”; marifet yazılanın okunmasında. Neticede bilenler bilir; ince belli bardaktan içilen çayla ağzı geniş seramik bir fincanda içilen çay bir olmuyor, suya iz bırakmak mümkün.

“Su azizdir” cümlesi kafamın içinde dönüp duruyor.

“Acı su da tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma... Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır” diye öğütleyen Mevlana’nın su felsefesine kulak verelim: 

“Şimdi sen su olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok… Tükenmez… İnanıyorum ki, gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak, dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani; seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın… Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin… Gürültünün parçası olursun sadece.

Suyun yanında olanlar suyu  en az içenlerdir. Çünkü su nasılsa burada,  lüzum yok ki suyu kana kana içmeye diye düşünürler.

Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler, onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamanda!

Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi özel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez… Ve su gibi yaşam kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol. Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma; sana ‘felaket’ denmesin.

Vadiler ve ovalar varken önünde, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi.

Tercih elindeydi hep ve hep elinde olacak… Ya dilini tutmayı öğreneceksin ya da hiç durmadan konuştuğun için yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara!

Düşüneceksin, kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin, anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini… Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin…

Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın…

Yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin “kıyıya yanaşmasını” bekleyeceksin!..

“Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!..” demeyeceksin.

“Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..” demeyeceksin.

Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın ama maalesef değil… Ağzını açıp “Şelaleden dökülen suyu” içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?.. Ya da önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü?.. Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her canlı gibi!

Hadi… Sen şimdi “su olduğunu” düşün ve kendini “su gibi” hisset… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararlı… Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa…

Ve yine su gibi “bir küçük bardağın içine” sığdır ki kendini girebilmeyi öğren insanların damarlarına. 

Yaşam ver… 

Vazgeçilmez ol.”

Su ve yazı ne alaka?

Sokrates’in bir anımsatmasıyla başlamak istiyorum yazı denen icatla ilgili düşüncelerime. Üstat diyor ki “aslında söylediklerimden çok sakladıklarımda gizliyim. En iyisi anlamak için konuştuklarımdan çok sustuklarıma kulak verin.” Platon’a göre yazı iki kere unutturur (tabi yazıda anlatılanı alanın alma biçimine göre bu unutma miktarı ve nevi azalabilir de çoğalabilir de).

Suyun acı ve tatlı olması gibi yazının da köreltici ve canlandırıcı olması mümkün.

Yazıyla ilgili genel düşüncem “dirimsiz, cansız, malumatfuruş bir yazı bir şeyi açığa çıkarırken aynı zamanda başka bir şeyi gizleyen, canlı görünmesine rağmen cansız bir tablo gibi” olmasıdır. Canlı sanıyorsun ama sohbet ya da dirimli söz gibi değil yazı, yaratıcılığı canlandırmıyor, aklı hapsediyor.

Mesela bu yazı cansızdır, diyalektikten azadedir; ona ne soru yöneltebilirsin ne de yöneltsen dahi cevap alabilirsin. Yazıya soru soramadığın gibi halihazırdaki cevapları da duyamazsın. Yazı kendi içinde sonlanmış bir yargıdır, gelişmeye kapalıdır. Yazı monologtur (kendi kendine konuşmaktır), yazanın yerini alır (Hırpalandığında ve haksız yere kötülendiğinde ise hep babasının yardımına ihtiyaç duyar; çünkü ne kendisini koruyabilecek ne zorluklarla baş edebilecek bir gücü vardır), yazılana çizilene fazlasıyla bel bağlamak, kişiyi tartışmamaya ve diyaloğa girmemeye iter, düşünsel olarak kuvvetsizleştirir, kolaya kaçmasına neden olur. “Tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır” (Schopenhauer). Yazı unutturur derken yazının doğrudan bir şeyi unutturması değil; yazının bilinen-öğrenilmiş bir şey unutturma potansiyelinin olduğunu ifade edilmektedir (Bknz. Birikim dergisi Phaidros -Yazı-Unutma) (https://birikimdergisi.com/guncel/9435/phaidros-yazi-unutma).

Platon’un aktardığı Sokrates’e göre yazıyla ilgili sorunun “iki boyutu vardır. Birincisi, onu kullanmak suretiyle net, dayanaklı bir bilgiye ulaşmanın imkânsızlığıdır: “... ve harflerden açık seçik, kalıcı bir bilgi uman kişi hayli budaladır.” İkincisiyse, yazıya danışmak suretiyle sürekliliği sağlanabilir bir bellek inşa etmenin nafileliğidir: “... yazılmış sözlerin, yazılı olan şeyleri zaten bilen kişi için birer anımsatma olmaktan fazlasını yapacağını düşünen kişi ise Ammon’un kehanetinden habersizdir.” Yazı, öyle gözüküyor ki, bir kez değil ama iki kez unutturur. Birinci durumda, insanın öğrenebilme, bilgiye ulaşabilme kapasitesine ket vurduğundan, yani onu diyaloğun diyalektiğinden uzak tuttuğundan, insana insanın yapıp edebilirliğini, muktedirliğini unuttururken; ikinci durumda, insanın kendisine dışsal bir öğeye, yani yazılı söze fazlasıyla bel bağlamasını sağlayarak onu düşünsel olarak tembelleştirir, kolaya kaçmasını sağlar, belleğini aktif bir şekilde kullanmasını engeller” (alıntı).

  • Yazı insanların hafızasını zedeler, çünkü hatırlamayı kendi başlarına öğrenmek yerine başkaları tarafından yazılmış metinlere dayanırlar. Zihinsel tembellik bunun doğrudan bir sonucudur;
  • Öğrenciler çeşitli metinler okuyacaklar ve bilgi edindiklerine inanacaklar, çünkü metinler yalnızca okunur, üstelik belki de çoğu kez kör bir şekilde.
  • Metinler onların yazarları tarafından, onların ustalıklarının kendi ölümlerinden sonra da bu metinlerin hayatta kalmalarını sürdüreceği inancıyla yazılırlar.
  • Metinler onları “miras alan kimse” tarafından, okudukları şeyin “açık ve güvenilir” olduğu varsayımıyla okunurlar.
  • Dahası, Sokrates ekler: “Yazı, bir resim gibi dilsizdir: Eğer yazılı bir metne bir pasajın ne anlama geldiğini sorarsanız, yalnızca aynı sözcükleri bulursunuz; yazılı bir metin açıklayamaz, fakat yalnızca tekrar eder,
  • Bir kez yazıldıktan sonra, bir metin kendisine ait bir yaşama sahip olur: Bu metin yanlış ya da “uygun olmayan” dinleyicilere ulaşabilir ve bu dinleyiciler onu nasıl istiyorlarsa öyle yorumlayabilirler (Phaidros’ta İletişim ve Felsefi Yaşam Tarzı Arasındaki İlişki Üzerine).

Yazıyı bularak hafızanın ve bilgeliğinin ilacını bulduğuna keyiflenen Theuth'a Thamus şöyle cevap vermiş (Platon aktarıyor) “icat yapmak ayrı şey, icadın onu kullananlara fayda mı yoksa zarar mı getireceğini kestirmek ayrı. Harflerin babası olan sen neticenin tam aksi bir netice bekliyorsun. Yazıyı kullanmaya başlayanlar hafızalarını kullanmaktan vazgeçecekler... Bir şeyleri hatırlamak için iç kaynaklarını kullanmak yerine harici bir takım işaretlere bel bağlayacak. Sen hafıza için değil, hatırlama için bir reçete keşfettin. Bilgeliğe gelince, öğrencilerin, hakikati olmayan bilgelikleri sayesinde şöhrete ulaşacaklar fakat sadece malumat sahibi olacaklar. Sonuçta belki bilgili sayılacaklar ama birçok şeyin cahili olacaklar. Bilgiliğinin gururuyla yetinen bu insanlar toplum için birer yük haline gelecekler.”

Yazıyla kusursuz bir içerik yazılabilir mi? E=mc2 ifadesi ancak otoritesinde anlam bulacaktır.

Su ve yazı…

Farklı yazmak mümkün ve de yazılanı farklı okumak.

Uzatmayayım.

Su canlıdır.

Kendi yaşamını, ruhu su felsefesi tarafından dönüştürülen muhataba aktarır.

Güncellenme Tarihi
  • 18 Şubat 2024, 00:09
Yazının Adı
Suya yazı yazıl(a)maz ama ya niyet?