İyilik nedir diye! Cevap vermek istemedi yerinde sabit duran o harika yaratılmış maddi varlıklar. Tam ayrılacaktım ki oradan kulağıma derinden bir ses geldi. Atalarınızın izinden çoktan ayrılmışsınız. Onlar bağrımıza bir şey koyarken bile naziktiler. Hele bağrımıza bir şey saplayacak olsalardı en az bizim kadar incinirlerdi. Onlar da bizden biri gibiydiler. Ya sizler! Ya sizler! Koca koca demir yığınlarıyla ve etrafı velveleye veren böğürmeleriyle bağrımızı insafsızca eşeliyorsunuz. Bizden aldıklarınızı çok ucube bir hale sokuyorsunuz. Sonra da onları en çirkin bir şekilde tahammül edemeyeceğimiz ağırlıklarla üzerimize boca ediyorsunuz. En nihayette onların içinde açtığınız deliklerde tepinip duruyorsunuz. Varlığın bağrını bu kadar insafsızca deşmeyin yeter bize bu iyilik der gibiydiler!
Oradan ayrıldım. Uğradım bu defa yerde sabit duranların canlı olanlarının semtine. Aynı soruyu sordum onların da cümlesine. Onca kokularının ve sayılamayacak renklerinin fark edilmesinin onlar için en büyük iyilik olduğunu söylediler.
Vardım bu defa yerinde sabit olmayan hem de konuşamayan canlıların yuvasına. Kimisi yerde kimisi havada kimisi de suyun derinliklerinin en şifabahş taraflarında hareket edip duruyorlardı. Sizce iyilik sizin için iyilik nedir diyecektim ki konuşmama fırsat vermediler. En gururlu pozlarıyla hep bir ağızdan var oluş gayemizi anlarsanız ve ona göre bize davranırsanız sizden istediğimiz yegâne iyilik budur dediler.
Yüküm ağırlaşmıştı. Ve yorulmuştum. Başımı tam belirginleşen bir tepeciğe yaslayarak biraz dinlenmek istedim. Meğerse kendimden geçmişim. Uykunun en güzel demine geçecekken bir tekmenin başımda durmadan yer etmek istediğini hatta beni yerimden ettiğini fark ettim. Yaslandığım yer bunca yüke hamallık edecek bir yuvanın üzeriymiş ve ben bası yaparak içerdekilerini rahatsız etmişim. Başımı hafifçe kaldırdım ve yüzümü dayadım ki kulağım içerideki sese muhatap olsun. Sessizliğe kulak verdim. Ses karmaşık ama canlıydı. Kulağıma yüreğimi de yoldaş edince en kısa sürede çıkacağım buradan ve ben de iyilik kervanının bir yolcusu olacağım ifadelerini anlar gibi oldum.
İnsanlık alemindeydim hem de iyiliğin ne anlama geldiğini bana kelimelerle anlatacak bir varlık düzleminde.
Çok sevecen görünüyordu. Bana baktı. Gülümsedi. Atılır gibi oldu kucağıma. Benim iyilik meleğim annemdir en büyük iyilik de bu süt denizinden kana kana içmemdir edasıyla başını dönderdi.
Biraz üzülmüştüm. O başımı tekmeleyen insan evladı şimdi de bana fazla yüz vermedi. Sadece iyiliği bana tarif etti. Ayrıldım oradan sessizce. Bu defa rast geldim oyun oynayan çocukların topluluğuna.
-Çocuklar! Çocuklar! Sizlere çok önemli bir sorum var. Lütfen gelin buraya. İyilik nedir Allah aşkına söyleyin bana! Dememe tam ramak kalmıştı ki hep bir ağızdan;
-Be Abe ya! Bize yilik yapmak istiyorsan oyunumuzu bozma yeter bize dediler.
Sessizce oradan ayrıldım. Caddeden yürümeye başladım. Tuti kuşları gibi boy boy kaldırıma dizilmiş insanlara rastladım. Birilerini bekliyorlardı. Onlara doğru yanaşınca hepse bana doğru koşmaya başladı. Kendilerinde olan meziyetleri anlatarak birisini tercih etmemi istiyorlardı. Onların hepsi meğer günlük ekmeklerinin ayaklarına gelmesini bekleyen emekçilermiş. Onlara iyiliğin ne olduğunu soramadan anlamıştım sadece karınlarını doyurmak ve onlardan ekmek bekleyenlere bir şeyler götürmek onlar için en büyük iyilikti.
Öğrencilere sormuştum iyilik nedir diye. Teneffüsün derslerden uzun sürmesidir diye cevap vermişlerdi hep bir ağızdan. Öğretmenler ise öğrenciler olmasa okullarda iyilik yapmak ne kadar kolay ve güzel olacak diyorlardı.
Anneme sormuştum iyiliği. Babanız her zaman başımda dikilmese en büyük iyiliktir demişti. Babamsa ah bu annenin tek bildiği renk al olmasa ne büyük iyilik olacak bu dünya bir bilsen oğlum söylemişti.
Ağzımı açmadan konuşmaya başlamıştı iyilik hakkında beyefendi. Hem de ne putlar devirerek ve çamlar yararak. Sonradan anlamıştım kendisinin ne çok kötülüğe maruz kalan bir deli olduğunu.
Susmuştu. Sadece ihtiyaç olan kelimeler dökülüyordu dudaklarından o inci dişlerinin arasından. Herkesin derdine de koşuyordu durmadan. Yaptığı onca iyiliği kalkmıyordu kimsenin başına. Kendisine yapılan iyiliği unutmuyor kendisinin yaptıklarını da hatırlamıyordu. Unuttukları kendisine yapılan kötülüklerdi asla unutmadıklarıysa yaptığı kötülükler. Onun bu halini görünce vaz geçtim iyilik nedir sorusunu sormaya.
Anlamıştım hayatı daraltarak ama derinleştirerek yaşamak hem de eşyanın kaydından azade olmaktır sanki en büyük iyilik.
Çünkü hayat tamamlanmamış tecrübeler sistemidir.
Bu sistemin zembereği iyiliktir.
Bizim işimiz de iyiliğe karşı olan her şeye muhalifliktir.