Geçtiğimiz günlerde “Zamana Karşı (In Time)” adlı bir film izledim. Fantastik kurgu kategorisinde değerlendirilebilecek filmin ana teması sonsuz hayattı. Aslında insanoğlunun binlerce yıldır tecrübe ettiği üzere tüm canlılar ölüyor. Bugüne kadar hiçbir canlı sonsuz bir hayata sahip olamadı. Kutsal kitabımız “her can ölümü tadacaktır” diyerek bu dünyada sonsuz yaşam olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını bizlere söylüyor. İşin ilginç tarafı evrim teorisi kapsamında yaşamı değerlendiren bilim insanları da aynı fikirdeler. Onlar insanın biyolojik bir varlık olduğunu ve her biyolojik varlığın zaman içerisinde yok olacağını ifade ediyorlar.
Sonsuz hayatın mümkün olmadığını bile bile bazılarımız niçin sonsuz bir ömür yaşama peşindeyiz? Hatta Lokman Hekim’in sonsuzluk iksirini bulduğuna inanacak kadar. Efsaneye göre bilge bir kişi olan Lokman Hekim sonsuzluk iksirini uzun uğraşlar sonucunda bulmuş ama bir köprüden geçerken içinde sonsuzluk iksiri bulunan şişeyi nehre düşürerek sonsuz yaşamı elinden kaçırmıştır. Lokman Hekim’in niçin sonsuz yaşam peşinde olduğunu bilmediğim gibi günümüz insanının da neden sonsuz yaşam peşinde olduğunu cevabını bilmiyorum. Lakin dünyanın çok güzel bir yer olduğunu ve bazılarımızın burada daha uzun süre gençliğimizi de koruyarak yaşayabilmek için elimizden ne gelirse yapabileceğimizi biliyorum.
Diğer taraftan bazılarımız da belirli durumlarda ölümü arzulayabiliyorlar. Tıpkı rahmetli anneannem gibi! Anneannem hayatının son döneminde sık sık “Allah’ım iki iyilikten birisini bana ver” diye dua ederdi. Henüz çok genç olduğum yıllardı ve bu duanın anlamını bilmiyordum. Bir gün kendisine iki iyilik nedir anneanne diye sordum? Tebessüm ederek “birisi sağlık, diğeri ölüm oğlum” dedi. Meğer yaşlılığa bağlı hastalıkları nedeniyle çektiği ağrıların dinmesi için dua ediyormuş. İlk defa o zaman anneannemin ağrılarının ne kadar şiddetli olabileceğini anlamıştım. Aynı zamanda ölümün de bir nimet olabileceğini okuma yazma bilmeyen yaşlı bir kadının feraseti sayesinde kavramıştım. Dahası dünya gibi bir nimetin yerine lezzetleri yıkan, acılaştıran ölümün tercih edilebileceği vakitler olabileceğini de idrak etmiştim.
Demek ki sonsuz hayat hepimiz için anlamlı değil. Zaten yukarıda bahsettiğim filmi izledikten sonra kısa bir araştırma yapınca konu ile ilgili hem sinemada hem de edebiyatta olayı farklı boyutları ile ele alan çok sayıda film ve roman olduğunu fark ettim. Filmlerin arasında seyrettiklerim, romanların arasında ise okuduklarım vardı. Okuduğum ve seyrettiğim eserleri hatırlayınca sonsuz yaşamın ortaya çıkarabileceği mutsuzluklar noktasında kesiştiklerini anladım. Bir bakıma anneanneme hak veriyorlardı.
Bu aşamada belirtmek isterim ki hayatı kutsal görüyorum. Bununla birlikte ne sonsuz yaşam peşinde koşanlara ne de bazı durumlarda “iyilik” adı altında ölmek isteyenlere söyleyebilecek bir sözüm yok. Kendilerince mantıklı gerekçeleri ya da arzuları vardır. Yalnız ne sonsuz yaşamın ne de ölümün birbirleri olmadan anlamlı olamayacağını düşünüyorum. Zıtlıkları üzerinden varlıklarının anlaşılmasına katkı sağladıklarına inanıyorum.
Sanıyorum bize düşen onlardan korkmak ya da birisini arzu etmek yerine her ikisini de büyük bir olgunluk ile karşılayıp her ikisi ile de yüzleşebilmektir.