Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Sonbahar acaba 26 günden bir hüzün müdür?

Sonbahar acaba 26 günden bir hüzün müdür?

Çığlıklar farklı taraflardan gelse de çığlık atan insan için içi aynı. Hele o çığlık iyileştirici bir karşılık bulmaz ise.

Hiç çığlık attınız mı ama sahici bir çığlık? Öyle köşeden beklenmedik anda bir kedi köpek çıktığında atılan ucu acı sonu tatlı kısa bir ses yükselmesi değil.

Yüreğin ağza gelmesiyle ortaya çıkan ağız dolusu kulakları yırtan feryat, figan karışmış, ellerin iki başın arasına alındığı, korunma güdüsüyle dizlerin karna çekildiği sırtın sağlam bir yer olduğu sanılan yıkık duvara dayandığı…

Çığlık atan çocuk olabilir, kadın olabilir, yaşlı ya da genç olabilir. Bu çığlık öyle bir çığlık ki kaygı, endişe ve de ölüm korkusu yüklü. Son kalan enerjiyle duyulmak, fark edilmek, yardım bulmak için atılan bir çığlık.

Kayıtlanmış tarihte dünyanın herhangi bir köşesinde savaşmadan, hırlaşmadan, tepişmeden geçen süre sadece 26 gün (SIPRI raporuna bakınız https://www.sipri.org/publications ). Yüzlerce yıl için de sadece 26 gün o da sürekli bir 26 günlük ara değil, orada birkaç saat, şurada üç gün ateşkes derken toplamı 26.

İnsan nasıl bu kadar savaşı içinde taşıyabilir?

İnsan nasıl bu kadar nefreti besleyebilir?

İnsan nasıl bu kadar gaddar olabilir ?

İnsan nasıl bu kadar akılsız olabilir?

İnsan neden ölü-sever ama canlı-sever değildir?

Açlık yaşayan çocukların, ülkelerin olduğu dünyada insanın son üç yüz yılda birbirini öldürmeden geçirdiği süre 26 gün. Lakin, savaş malzemelerine harcadığı para neredeyse elli kat artmış (Bakınız SIPRI).

Yoksa yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek Hz. İnsanı akılla, mantıkla, izanla açıklamak mümkün değil mi?

Diğer kutsal kitaplara, peygamberlere imanlanmış; babasının adı Âdem, anasının adı Havva, kendi adı Musa, oğlunun adı Zekeriya, İbrahim, Davud ya da İsa, kız torunun adı Meryem, erkek torununun adı Yakup olan bir insan kendi tarafındaki bu isimlerin geldiği yeri düşünmeden nasıl diğer tarafa düşman olabilir?

Ya da tersi…

İnsan ne zaman akıllanır?

Araştırmalara göre bu mümkün değil. Bilimsel bulgulara göre insan ortalama bir memeliden toplamda altı kat daha fazla KENDİ TÜRÜNÜ ÖLDÜRME eğilimine evrilmiş. Kaplanlar bile kötü şöhretlerine rağmen kendi türünü öldürmeye %1 meyilli (bakınız https://www.nature.com/articles/nature19758.epdf ).  

Palentolojik dönemde insanlığın %10’u kendi türünün elinde can veriyor; 1500 yıl öncesine kadar bu oran %15’lerde. Columbus’un kıtaya ayak basmasıyla %25’e tırmanıyor. Başka bir ırkın bir kıtaya atak bastığında kıta nüfusunun %25 ini yok etmesini hiçbir mantıkla açıklamak mümkün değil.

Tırmanıyor da tırmanıyor şiddet.

Oyunda şiddet.

Okulda şiddet.

İşte şiddet.

Evde şiddet.

Kendini kabul ettirmede şiddet.

Tepkide şiddet.

Öçte şiddet.

Sevgide şiddet.

Bir şeyleri yıkarak, yok ederek var olmayı istemek…

Freud’un “tanatos” diye adlandırdığı yıkıcılık, saldırganlık içgüdüsünü, bu şiddet eğilimini ve güdüyü birinden mi miras aldık yoksa kendimiz mi yaratıyoruz. Gölge yanımız hep var.

Yok etme güdüsünün kendini var etme güdüsünden kaynaklandığını düşünmek bana sakat geliyor. Olsa olsa kendi güçsüzlüğüne neden olanı yok etme çabasıdır bu diye düşünüyorum. Kişi bunda başarılı olursa elbette tek kalacaktır. Bu yalnızlık kimi için idealdir çünkü bu öyle enfes yalnız kalıştır ki kişi kendi dışındakilerin aşırı gücü altında ezilmez. Dünyanın yıkılışı, kişinin dünya tarafından ezilmekten kurtulmak için verdiği umarsız çabadır der Fromm.

Zorunlu olmadıkça her savaş cinayettir, zorunlu olsa da her savaş nice caniliğe, cinayete, oluk oluk kan dökmeye gebedir.

Kötülük yapmayanın hakkına mağdurluk düşen şu dünyada nedir bu kanla ilgili dert?

Öldürmek keşke serbest olsa (ki yakalanmadığın sürece serbest olduğu ortada) diyenlerin, elindeki “öldürülecekler listesi” kabarıkların, “ah benim elime bir silah verecekler gidip temizleyeceğim bunların hepsini” diyenlerin çok olduğu şu dünyada hâlâ umudunuz var mı? Toplumun genetik kodu olarak gördüğüm atasözlerine şöyle bir göz atalım:

Kanı kaynamak, biti kanlanmak, gözleri kan çanağına dönmek, kanı donmak, kanına işlemek, kanı bozuk, kanıyla ödemek, kanını emmek, kanına susamak, kanını kurutmak, kan kusturmak, elini kana bulamak, kaleminden kan damlamak, kan gütmek, kana kan istemek, kana susamak, kanına dokunmak, kanına girmek, kanını kurutmak…

Hal böyle olunca pek umut yok gibi?

Düzenli olarak insan kanı dökmenin ve içmenin dinsel ritüellik, fetişizmle, sadistlik ya da mazoşistlikle bir bağlantısı mı var?

Neyse;

Düşünmenin temeline akıl alınmadığı sürece, düşünmenin temeli sorgulanmamış inançlar, zanlar, sanılar, vehimler olduğu sürece anlaşılan o ki insanlık için gelecek üç yüz yılda hırdan gürden uzak bir yirmi altı günlük dönem asla bir daha olmayabilir.

Hayyam şöyle der;

 

Her sabah yeni bir gün doğarken, 

Bir gün de eksilir ömürden; 

Her şafak bir hırsız gibidir 

Elinde bir fenerle gelen.

 

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim; 

Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim; 

Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler, 

Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

 

Yaşamanın sırlarını bileydin 

Ölümün sırlarını da çözerdin; 

Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: 

Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

 

İçin temiz olmadıksan sonra 

Hacı hoca olmuşsun, kaç para! 

Hırka, tespih, post, seccade güzel; 

Ama Tanrı kanar mı bunlara?

 

Ayrıca vakti olan için “Falling Down- Sonun Başlangıcı” saldırganlık-yıkıcılığın nedenleri için önerilebilecek bir film olabilir.

Güncellenme Tarihi
  • 15 Ekim 2023, 00:13
Yazının Adı
Sonbahar acaba 26 günden bir hüzün müdür?


Önceki
Gazze