Evrenin dili hem karmaşık hem basit. Devinim içinde döngü, döngü içinde hareket. Devinim her zaman yarı tamam o nedenle hiç bitmiyor. Her çağ kendi bilincine sahip. Eskiden bir dönem benzerleri bir araya getirirlerdi sonra bir dönem farklıların benzerlerden ayrılması gerekti. İçinde bulunduğumuz çağ ise önceden de belirtmiştim “çözülme/bozulma” bilinci çağı.
Bir zamanlar tam görünen, bütün görünen, yerleşik görünen her kavram çözülme/bozulma evresinde. Barışlar çözülecek, ekonomiler çözülecek, ülkeler, kurumlar, sistemler, tarikatlar, örgütler, cemaatler, partiler, ideolojiler gelenekler bozulacak/çözülecek, insanlar ve ilişkileri, ahlak, evlilik, din aklınıza ne gelirse evrenin bozuluş surecinden kaçamayacak, çözülecek. Bu süreçte hiçbir şeyin anlamı kalmıyor gibi, hiçlik sonunda galip gelecek galiba. Ne diyor 33. Kural: “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir.”
Oluş/bozuluş yasası gereği isteseniz de bozulmayı/çözülmeyi durduramazsınız. Şu anki karşı konulamaz aktif bilinç bu. Hani yüzlerce yıldır erkek tahakkümünde olan kadınların daha yakın geçmişte feminizm bilincine yeni uyanması, yıllarca doğaya zarar veren insanlığın çevreci bilince uyanmasında olduğu gibi.
Çözülme ve çürüme yok olmak için değil elbette. Çözülen/çürüyenler başka ve yeni bir kavram altında yeniden birleşecek, bambaşka bir oluş gerçekleştirecek. Süreç uzun. Sakın bir şeyin etrafındaki aldatıcı ve geçici toplanmaları aceleyle yanlış değerlendirmeyin. Bu henüz yeni oluş için birleşme değil. Aslında bir araya toplaşma/gelme çözülmenin en belirgin alametidir. Çözülme/bozulma tamamlanmadan yeni oluş/zuhur olmaz.
Bekleyip göreceğiz.
Bu arada belki de biraz Horatius’un sözü üzerinde durup düşüneceğiz: “Sapere Aude.”
Yaşamda aklını kullan, bilmeye cesaret et.
Diyor ki Horatius “Gözüne ufak bir çöp batsa, onu oradan çıkarmak için acele edersin. Zihnin hasta olduğu vakit tedavisi için neden acele etmezsin?”
Yaşam ilginç paradokslarla dolu. Bazen alıştırıldığın alışkanlıklar ya da inançlar doğru çıkmıyor. Mesela uzunca bir donem bir konuda ipleri elinde tutarsan, caba gösterirsen, efor ve zaman harcarsan bir şeylerin olacağını zannediyorsun. On bin saat çalışırsan uzman olursun gibi.
Ama olamıyorsun.
Sonra bir dönem geliyor ipleri gevşettiğinde ve müdahale etmeyi bıraktığında bazı şeylerin kendiliğinden gerçekleştiğini anlıyorsun.
Doğanın en büyük gücü zamanla diyalog (sohbet) haline geçmedikçe müdahale mücadeleye mücadele ise mahrumiyete donuyor.
Diyalog kelimesinin kökeni antik Yunanda din ve logostan geliyor. Yani zamanla diyalog (sohbet) diyor ki “içinde(n) akmalısın”.
Karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Çünkü; “düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? (14. Kural)
Ama, ama işte. Teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar” (Kural 34).
Zaman, yaşam, hayat … nedir bu hayat?
“Hayat, siz başka planlar yaparak meşgul olduğunuz sırada size olan şeydir.”
Hikâyenin aslı değil faslı daha önemli. Bir ara fırsat olursa kendi zaviyemden bu konuda ne düşündüğümü bir ara aktarmaya çalışırım. Ama zamanın yan ürünü, yani yapacaklarımızın değil yaptıklarımızın ürünü olan şu mutluluk denen hormonu bir anlasak ve peşinden koşmasak artık. O elbette gelecek. Ne diyor 20. Kural: “Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir”.
“Ben çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı” diyor John Lenon. “Okula gitmeye başladığım zaman, sınavda bana ‘büyüyünce ne olmak istiyorsun?’ diye sordular. Ben de onlara ‘mutlu olmak istiyorum’ diye cevap verdim. Onlar bana, soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara, hayatı anlamadıklarını söyledim”.
Eğer daha çok para, ün, şöhret, başka bir yazlık ev, araba daha isteyen hepimiz daha çok huzur ve barış isteseydik barış ve huzur gelir miydi acaba? Ne diyor 23. Kural: “Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıktan uzak dur.”
Neredeyse herkes yaşamaktan yüksek seviyede yorgun. Hadi biz alıştık bu yorgunluğa, ya yeni nesil?
Hakkını vermek gerek ise yaşamın;
Yetmişinde bile mesela zeytin ağacı dikeceksin , hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ... yaşamak yanı ağır bastığından... (N. Hikmet)
“Günler (zaman) büyük feleğin hareketiyle başlar” der Arabi. Her şey kendinden kendine döner. Konuşur ve dokunur. Önce pıt pıt, sonra pat pat, sonra çat çat ve hâlâ anlamadıysan güm güm. Kerpiç bile yanmadan kerpiç olamazken yanmadan zorlanmadan insan olmayı düşlemek ne demek, yanmaya devam. Kaderde kısmette yanmak varsa ne diyor 29. kural: “Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.”
Şu felek, yaşamın gerçek filozofu. Dilimizde yer bulmuş feleğe yok diyebilir misiniz?
Felekten bir gün çalmak; felekzede; feleğe küsmek; feleğin sillesini yemek; feleği şaşmak, feleğin çemberinden geçmek, hükm-i felek, felek düşkünü, felekten kâm almak… kahpe felek…
Hepimizin misafir olduğu, penceresinden bakıp geçtiği felek; insanlık tarihinin başlangıcından bugüne değin acılarını, sitemlerini, imkânsızlıklarını haykırdığı bir sığınak.
Bana hep zamanmış gibi gelir felek.
Zaman demişken şöyle bir gözlemim var. Tam da bozuluş çağına uygun. Lakin hatırlatayım her bozuluş yeni bir oluş için.
Benim çocukluğumda ve eminim birçoğunuzunkinde her şey hemen olmazdı. Muhakkak yarın denen bir kavram vardı. Yarın demek beklemek demekti. Bayrama kadar beklersen bir şeyler alabiliriz gibi. Ajitasyon yapmıyorum. Son dönemin flaş paylaşımlarında dendiği gibi “19… öncesi doğan, yatılı okulda okumuş, altına hazır bez bağlanmamış, renkli çocukluk resmi olmayan, yoklukla terbiye edilmiş üretim harikası mı hatası mı olduğu” konusu tartışmalı bizim neslin bilincinde bir yarın kavramı vardı. Biz nesil olarak beklemeyi, yarını umut etmeyi mir maharet belledik. Doğru muydu, bilemiyorum. Ne diyor 37. Kural: “O kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.”
Ama ya şimdi?
Şimdiki neslin bilincinde yarın kavramının yok olduğunu görüyorum. Yarın yok. Peki yarın diye bir kavram yoksa dün-bugün-yarın üçlüsü bozuldu mu? Kaçınılmaz olarak o da bozuldu.
Peki ne oldu?
Yeni neslin bilincinde “yarın” yok derken onun yerine “hemen” diye bir kavram yerleşti demek istiyorum. Sipariş ver “HEMEN” gelsin. Bir şey iste “HEMEN” olsun. Sen yeter ki seç “HEMEN” kargoya verilsin. Bir uygulama “HEMEN” indirilsin. Bir ilişkiden başka bir ilişkiye “HEMEN” yelken açılsın. Ekrandaki “HEMEN” beğenilsin. Bir şarkı “HEMEN” ezberlensin. Bir fenomen “HEMEN” takip edilsin. Para “HEMEN” yensin.
Artık masalların sonunda değil başında düşüyor “üç elma”.
Yeni neslin yarın diye bir kavramı yok onun yerine “hemen” var. Bu da ister istemez aklıma “galiba onlar bize göre anı yaşamayı daha iyi bilecek” diye bir düşünce geliyor. Büyük resmi okumaya kalktığımda hangi nesil hatalı karar vermekte zorlanıyorum. Yarında yaşamaktansa bugünde yaşamak belki de bizim kaçırdığımız bir şey. Genelde bir musibet olarak görünen Pandeminin belki de gelme gerekçesi de bu olmalı, bize şu anın kıymetini bir daha hatırlatmak. Ne diyor 8. Kural: “Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.”
Dağıttığımın farkındayım (zihnim hiçbir zaman derli toplu olmadı).
Başa döneyim: Ne diyorduk “Sapere Aude."
Yaşamda aklını kullan, bilmeye cesaret et.
Ne diyor 5. Kural: “Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, koy gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!”
Sabredeceğiz ama sabır kelimesinin bugünkü değil yüzyıllar öncesindeki anlamını idrak ederek. Sabır kabul etmek, razı gelmek, boyun eğmek değil. Ne diyor 9. Kural: “Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Onun aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.”
Yani? Gün geçti, ders yarına kaldı... Sırrımız hiç güne sığar mı? (Mevlana).
“Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli (38. Kural, Şems-i Tebrizi). Törpüleyici zamanın kızı, oğlu, çocuğu olmakla sıkışmış bizlere o zaman son bir nasihat iletelim: “Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele. Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti. Ekin zamanı tamamıyla geçmesin, agâh ol! (Mevlana).