Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Seyirci Kalmak Üzerine

Seyirci Kalmak Üzerine

Seyirciyle de seyircisiz de olmuyor vesselam.
Asıl konuma geçmeden önce değinmeden edemeyeceğim: Tüm bilinen kavramlar bir gün
gelecek çözülecek, bu kaçınılmaz. Çözülenler sonrasında başka bir kavramın altında farklı bir
şekilde yeniden birleşecekler, doğanın yapısı bu. Hiçbir otorite, değer, inanç doğanın en
başkalaştırıcı güçlerinden olan çözülmeye direnemeyecek. Eninde sonunda bu seyircilik
meselesi de çözülecek.
“Telefonunu kulağına iyice dayadı. “Buyurun Ahmet bey?” diyerek yandaki odaya geçti. Bir
süre sonra suratında geniş bir tebessümle geri döndü. Ona yeni bir oyun fırsatı doğmuştu.
Çocukluğu çatışma ortamında, sevgisizlik, değersizlik batağında geçmiş Bekir, tüm
başarısızlıklarının, sıska ve hastalıklı vücudunun yetersizliğinin telafisini diğerlerini taciz
ederek, ezerek yapmayı öğrenmiş, güçsüzlüğünü, korkularını zorbalığıyla gidermeye,
statüsünden aldığı gücü giderek daha küstahça ve gaddarca kullanmaya, diğerlerine galip
gelmekten, üstün olmaktan, boyun eğdirmekten haz alarak beslenmeye bağımlıydı. Kendi türü
dışındakilere karşı sınırsız bir kötülük potansiyeline sahip, gölgesi ve karanlığı şiddete meyyal
Bekir, yeryüzünün ezelî ve ebedî bir salgını, habis bir uruydu sanki. Haset ve düşmanlık
bağımlısıydı. Daima güçlü kalabilmek, kendi varlığını koruma adına kendinden daha nitelikli,
çevresinde sevilen, donanımlı, kendini mesleğine adamış, parlak, başarılı, sadece şanslı ya da
mutlu görmeye dayanamadığı kurbanlarını tek tek seçip, yok ediyordu. Güçsüzleri yok etmek
ona zevk vermiyordu. Özellikle dişli bir kurbana zarar verdiğinde yaşadığının farkına varıyor,
kendini daha iyi hissediyordu. Boks maçında olduğu gibi izleyicilerin hayranlık dolu
bakışları, alkışlarının temposu ancak güçlü bir rakip yok edilirken artıyordu. Geçmişte,
çocukken güce açtı. Şu an önemli bir konumdaydı ve hâlâ güce doymamıştı. Bekir
mekanizmayı çoktan kavramış, taraftar sayısını nasıl artıracağını biliyordu. Zayıfların “ait
olma” gereksinimine yenik düşerek kolaylıkla zalimine destekçi durumuna geçivermelerinin
şifresini çözmüştü. Dışlanan, aşağılanan, küçük düşürülen, itibarsızlaştırılan kurbanın yanında
görünmekten korkmayacak insan yoktu.
Bunu iyi biliyordu.
Masanın etrafında ağzında salyalar akarcasına, iştahla gözlerinin içine bakanlardan birkaçı
hariç diğerlerinin rol yaptığının farkındaydı. Onu severmiş gibi görünmeye çalıştıkları o kadar
açıktı ki! Zalimin kurbanı olmamak için yanında durduklarını adı gibi biliyor ama yine de
gücüne tapılması hoşuna gidiyordu.

Şiddete sadist derecede bağımlıydı. Beklediği takdiri ve hayranlığı kendine göstermeyen
kurbanlarına karşı acımasızdı. O bir eziciydi. İtaat etmeyenler onu öfkelendiriyor, çileden
çıkarıyordu. Başkalarının itaatsizliği ona göre aşağılayıcı bir başkaldırıydı.
Vicdanı nefretinin gölgesinde kaybolup gitmiş Bekir’in hiddetinden korktukları için
kurbanları haklarını aramaktan vazgeçiyor, mağduriyet dolu talihlerine razı oluyorlardı.
Onların tarifsiz korkuları Bekir’in içindeki zulmü körüklüyordu. Daha yeni yetmeyken
zorbalık zırhını keşfetmiş, kedilerin, köpeklerin, güvercinlerin katili olmuştu. Çocukken çok
hırpalanmış, okuldaki zorbalar tarafından yaşlı, mor gözlerle eve geri gönderilmiş, itilmiş ve
dışlanmıştı. Annesi onu her gördüğünde “zavallı oğlum” diyerek acısını dile getirmiş, onun
adına ondan daha fazla üzülmüş, babası ise “şımarık ve korkak bir hanım evladı olmaması”
gerektiğini, “böyle erkek olamayacağını” defalarca yüzüne haykırmıştı. Uzun süredir iş
bulamayan ve varını yoğunu Bekir’in hastalığının tedavisine, ilaçlarına harcamak zorunda
kalan babası hıncını Bekir’den alıp suçladıkça onu annesi kurtarmıştı.
Bekir babasının iş bulamaması da dahil olmak üzere, ailesi üzerine çöken karabulutun
nedeninin kendisi ve hastalığı olduğuna inanmış, kendini sürekli suçlu hissederek annesinin
“zavallı oğlum, zavallı oğlum” figanlarını dinleyerek büyümüştü. Böyle olmaktan nefret
ediyordu. Çevrede yer alan yırtıcılardan korunmak için sadece gece ava çıkan küçük
kemirgenler gibi gözleri ve kulakları sürekli açık, bir arayış içindeydi. “Neden işe yaramaz?”
olduğunu düşünerek bir süre mağduriyetlerin yarattığı acıya alışmaya çalıştı. Bu hale
gelmesinin nedeni annesiydi, anlamıştı.
Birçok işi Bekir’in kendi başına yapabileceğinden şüphe duyan annesi, aşırı korumacıydı.
Korunmaya muhtaç hali daha çocuklukta, okuldaki zalimleri kendine çekmesine neden
olmuştu. Korkuyordu. Eziliyor, üzülüyor, alay ediliyor, dışlanıyor, boyun eğmek zorunda
kalıyordu. Kurtarıcısını, annesini, hem umutla bekliyor hem de ona olan ihtiyacından nefret
ediyordu. Büyüdü. Alkolik olan babası o büyüdükçe sadece Bekir’i değil ailedeki herkesi
suçlamaya başladı. Bekir anne, baba ve kendisinden oluşan bir üçgen içinde hapsolmuş
gibiydi.
Bir gün “artık dayanamıyorum” diyen annesini babasının hışmından korumak için havaya
kalkan elini tuttu. Babasını yakasından tutarak sertçe geri itti. Dengesi bozulan babası yere
düştü. Bekir alışık olmadığı bir zafer duygusu yaşadı. Bir köşe kapmaca oyunu gibi annesiyle
yer değiştirmişlerdi. Artık annesi onun kanatlarının altındaydı. Annesinin acılarıyla
ilgilenmek okuldaki, sokaktaki kendi acılarıyla yüzleşmekten daha kolaydı. Güçlendikçe
“annem senin kölen değil” diyerek korkusuzca babasının üzerine gitmeye başladı.

Annesi arkasına sığındıkça ve ona yalvaran gözlerle baktıkça Bekir içindeki zalimliği keşfetti.
Kendi derdiyle uğraşma gücü olmayan annesine yardım etti ama bir başkasına asla yardım
etmedi. Yıllar geçtikçe diğerlerini suçlu hissettirmekte, kendisine yönelebilecek öfkeyi acıma
hissine çevirmekte, inkarda, bozgunculukta, baskı kurmada ve gaddarlıkta uzmanlaştı.
İnsanların ona acıması ve sonra boyun eğmesi hissedebildiği tek sevgiydi. Kendine değer
verilmediğine inandığından çevresine gözdağı vererek zorla saygı satın alıyordu.
Yaptıklarından dolayı vicdanı titremiyordu. Zalimdi ama gerçekte aciz, çaresiz ve kontrolsüz
duygularından ötürü sert çıkışlar yapan bir kurbandan başka bir şey değildi.
Hissettiği korkuyu gösteremeyip onu öfke ile ifade ederek kendi problemleri için herkesi ve
her şeyi suçlamakta uzmandı. Kendi sorumluluklarını almaktansa etrafındaki herkese
sorumluluklarını yükler, öfkesini kendinden daha mutlu kişilere yönlendirmenin tekniklerini
iyi uygulardı. Zayıf yönlerini, kendini daha güçlü hissettiği “manipülasyon” yeteneğiyle
gizlemekteydi. Zayıf ve aciz hissetmeye dayanamıyordu”.
Yakından bildiğim yaşanmışlıkları kaleme aldığım “Fent” başlığını taşıyan bir romanda
anlatılanlar bir kurmaca gibi gelse de böylesine zorlu süreçlerden geçmiş, geçmekte ya da
geçecek olan çok. Eziyet döngüsü kalıcı, hep vardı ve hep var olacak. Zahmetsiz rahmet olur
mu hiç? Çocukken buyurgan bir ailenin itaatkâr çocuğu pardon kölesi olmaya zorlanan
birçoğumuz özgürlüğümüzü elimize aldığımız an kendimize köle olacakları arayıp yaratmıyor
muyuz? Eziyetin bin bir türü var ama kişinin itibarını hedef alan, cinayete varan eziyet
suikastının genel özelliği şudur: Bir dönem bir bakarsınız biri hakkında bel altı dedikodular,
sonu gelmeyen bilinçli karalamalar çıkarılır. Bazı versiyonlarında işinden, yerinden,
yurdundan sürülmeler, işten atılmalar, iftiralara, kanunla uyuşmayan keyfi kararlar
gerçekleşir. (O nedenle genelde kanuna uymaktan çok hukuka uymasını kişisel olarak daha
çok önemserim. Yoksa işi kanuna uydurmak vicdansız biri için o kadar kolay ki.) Etki-tepki
prensibi gereğince dinmek bilmeyen karalamalar sessiz sedasız kendi halinde bir insanı dahi
zıvanadan çıkarmaya yeter (herkes marifet kapısında değil). Böylesine bir hücum karşısında,
neredeyse cinayet aracı mesnetsiz sözlü, açık-gizli saldırılarda bulunma hazzını yaşayanlara
karşı yaşama hakkını, izzeti nefsini koruyan, keyfiyeti destekleyen yanlı mahkeme kararları
devam ederken bu insanı en üzen şey ne saldırılar ne de mahkemeden gelen düzmece
kararlardır. En üzen tarafı tüm süreç acımasızlığıyla devam ederken tanıdık, bildik
sayılanların karşılarında cereyan eden olaylara sessizlikleri, korkak acizlikleridir. Kimileri
buna suskunluk sarmalı diyor.
Sessizlik bir tercihtir ve açık bir destektir. Bu süreçler tamamlandığında eninde sonunda
muzaffer olacak olan halim salim insandır. En azından elinde torunlarına anlatacağı kıymetli

bir mücadelenin öyküsü kalır. Geçer, elbette delip geçse de geçer. Tüm duvarlar aşılır, yolları
taştan, dikenden olsa da kalendere yakışan yavaştan yavaştan ona gelir.
Bazı insanlar, tetikçiler ve medya araçları algı ve baskın görüş oluşturmada mahirdir. Bir
kişinin itibarına yönelik, Icks ve Shiraev'in (2014,, s. 4) deyimiyle “planlı bir suikast”,
topluma baskın görüş dikte etmeye çalışan haberler ardı ardına yazılı medyada, dedikodu
sarmalında yer bulurken seyircilerin genişleyen kabullenici, muhtemelen fırsatçı, zararlı bir
sessizliğe dönen SUSKUNLUK SARMALINA dikkat çekmek gerekmekte.
Nedenini anlamak aslında çok da zor değil.
Karakter (itibar) suikastı, mert ve açık bir saldırıdan farklıdır, bireyin itibarının kasıtlı olarak
yok edilmesidir. “Karakter suikastçıları” kurbanlarının özel hayatlarını, davranışlarını,
değerlerini ve kimliğini hedefler. Ayrıntılar değiştirilir veya üretilir. Ruhsal duruma dönük
suçlamalar üretilir. Mahrem hayat herkese açık hale getirilir. Başarılar sorgulanır. İyi
niyetlerden şüphe edilir. Abartı, alay, iddialar, imalar ve yalanlar kullanılarak mağdurun
halkın gözündeki ahlaki duruşuna zarar vermeye çalışır. Ayrıca, halktan mağdura karşı
olumsuz bir duygusal tepki oluşturmaya çalışırlar (Icks ve Shiraev'in 2014, Character
assassination throughout the Ages, s. 14-33) .
Antik Roma'dan günümüze suikastçilerin tekniği hep aynı kalmış. İnfial ve belirsizlik yarat,
korkut, istenen yere yönelt. 
Toplumda sessizliği seçenler toplumdan dışlanma korkusu yaşar ve muhtemel suikaste sessiz
kalır mı? 
Suskunluk sarmalı; farklı düşünürsem ve fikrimi açıkça söylersem toplumdan dışlanırım
korkusudur. Bu taraf yaşananlara sessiz kaldığı sürece, sessizliğe gömülen taraf olarak diğer
tarafın konuşmasına fırsat vererek sarmalın güçlenmesine yardımcı olur. Yüksek sesle
konuşanlar değil sessizler her zaman çoğunluktur. Ancak sessizlerin ses vermeye
başlamasıyla sarmal bozulur. 
İnsanlar olumsuz haberlere olumlu haberden daha mı fazla inanır?
Kuvvetle muhtemel evet çünkü kişiler kendi inançlarını, düşüncelerini ve varsayımlarını
destekleyen ya da teyit eden bilgileri kayırma, dikkate alma ve öne çıkarma eğilimindedir. Bu
yanlılığa sahip kişiler inançlarına, düşüncelerine ve varsayımlarına ters düşen, karşı duran,
onlarla çelişen bilgileri ihmal etme, yok sayma eğilimi gösterir.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil, görmek istediğimiz gibidir diyen, işi anlamak olan insan
haberdar olmakla yetinir mi?
Bilmekle anlamak aynı şey olabilir mi? Bir şeyi duymuş olmak haberdar olmaktır, öğrenmek
ve hele de anlamak farklıdır, haberdar olmakla anlamak aynı şey olabilir mi? Anlamadan

bildiğini sanmak yargısız infaz değil midir? Hegel ne diyor “Beni bir tek sen anladın, sen de
yanlış anladın.” Anlamak, anlatılanları doğru değerlendirmeyi ve dolayısıyla geleceği doğru
öngörmeyi sağlar. Anlama kanalları tıkanmışlar önlerindekini göremezler. Görmek sadece
fiziksel bir yetenek değildir; göze olduğu kadar kişinin görme gücüne de bağlıdır. Anlamak
anlamayı istemekle, anlamadığını bilmekle başlar. Çocuklar bir şeyi anlamadıklarını
söyleyecek kadar cesurdurlar ama büyükler öyle değildir. Çünkü büyükler bilmekle anlamayı
birbirine karıştırır. Oysaki bilmek anlamanın kendisi olamaz. Okumayı bilmek okuduğunu
anlayabilmenin garantisi değildir. Bilmeyene cahil, bilmediğini bilmeyene ise gafil, sonunda
hiçbir şey bilmediğini fark edene alim, bilmediğini bilmek için bile bilmeyi bilmek gerekir
diyene arif, bilmekle (bilmek dolaylıdır, aracılıdır, bir şey üzerinden bilinir) tanımayı
(tanımak dolayımsızdır, doğrudan, kişisel) karıştırmayana ise denir?
Neyse konuma dönecek olursam itibar suikastı her zaman başarıya ulaşmaz, saldırgana karşı
bir tepkiye de dönebilir. Ancak değişmez bir gerçek var.
Suikastçı her zaman yeni bir av arayacağından aslında kimse, özellikle seyredenler güvende
değildir.
Seyircilerin kabullenici, muhtemel fırsatçı SESSİZLİĞİ önemli bir unsurdur. 
Ez cümle; 
Üst ahlaklı olanlar, yapay ya da gerçek dışlanma korkusu taşımayanlar itibar suikastine sessiz
kalamaz. Çünkü; “bir insan, başkalarına, sadece yaptıklarıyla değil; yapmadıklarıyla da zarar
verir. Ve her iki durumda da onlara karşı zarardan eşit miktarda sorumludur.” - John Stuart Mill

Güncellenme Tarihi
  • 09 Temmuz 2023, 00:06
Yazının Adı
Seyirci Kalmak Üzerine