Sevgi, tarifi çok zor bir kavramdır. Bunun temelde nedeni herkesin bu kavrama farklı anlamlar yüklemesi ve bunun sonucunda da sevginin farklı şekilde dışa vurulmasından ileri gelmektedir.
Her birey sevgisini kendine has bir tarzla ifade etmektedir. Önemli olan sevginin ne olduğu değildir. Burada önemli olan iki unsur var: Birincisi, bir insanda bu duygunun olması ikincisi de bunun doğru şekilde ifade edilmesidir. Eğer birinci unsur yerine gelmemiş ise ikinci unsuru konuşmanın da bir anlamı yoktur.
Öncelikle insanı insan yapan bu duygunun nasıl geliştiğini bilmekte fayda vardır. Çocuklar dünyaya geldikten sonra anneleriyle birlikte ortak bir yaşam evresinde olurlar. Daha sonra çocuk kendini diğerlerinden farklı olarak algılamaya başladığında bireyselleşme önem kazanır ki bunun olması hayati bir önem taşır. Çocuk bireyselleşme sürecinde biricik olmanın verdiği hazzı yaşarken aynı zamanda güvenilir bir ortamdan uzaklaşmanın da korkusunu yaşamaktadır. Bu durum kendini en çok çocuk yürümeye başladığında gösterir. Çocuk heyecanla yürümeye başlar bu bir anlamda ortaklığın bitirilmesidir. Birey olmanın verdiği heyecanla çocuk anneden uzaklaşır ve birden bir korku duyar ve geri döner. Hızlı bir şekilde kendini annenin güvenilir kollarına bırakır. İşte bu dönemde çocuğun bireyselleşmeye başladığı ve ortak yaşam evresinden çıktığı zamanda çocuk reddedilir. İhtiyaçları ki özellikle psikolojik ihtiyacı (sevgi) yeterince karşılanmaz ise çocuk yetişkin yaşamda sevgi ve onayı alabilmek için kendisi olmak yerine sürekli rol yapan bir kişi haline gelebilir. Amaç sevgiyi ne pahasına olursa olsun almaktır. Çünkü insan ancak sevildiğini hissettiği an yaşamaya değer bir şeyler bulabilir. Bu bağlamda hayat yaşamaya değerdir demek yerine birey yaşamaya değerdir demek gerekir.
Ajandasında sevgi ve buna ilişkin hiçbir deneyimi bulunmayan bir kişi hayatı nasıl yaşar? Verilecek cevaplar arasında mutlaka olacak cevap, bu kişi zamanının ve enerjisinin birçoğunu sevgi dilenciliği yaparak geçirdiğidir. Sevgi dilenciliğini nasıl yapar? “Ne olur bu sevgi fakirine biraz sevgi” şeklinde yapmaz tabi ki. Bu insanlar başkalarından sevgi görebilmek için herkesi çok severler ya da hiç kimseyi sevmez ve beğenmezler (narsisizm). Bu insanların hem ruh sağlığı hem de fiziksel sağlıkları risk altındadır. Çünkü hem ruh sağlığını hem de fiziksel sağlığı koruyan en temel kaynak sevgidir. Sevginin insanın ruh ve fiziksel sağlığını hem koruyucu hem iyileştirici hem de zenginleştirici özelliği vardır.
Sonuç olarak, sahip olduğumuz zaman ve enerjiyi işlevsel bir şekilde kullanmak, daha huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmek, kendimizden ve başkasından emin olarak davranmak, kendimizi ve başkalarını olduğu gibi kabullenerek yaşamak istiyorsak sevgi tek çıkış yolumuzdur.
Sevmek, kabullenmek, değer vermek, önemsemek, onaylamak ve güvenmek bütün bu kavramların olduğu bir dünya nasıl olurdu? Bu soruyu her zaman bu şekilde sorduk. Bütün bu özelliklerin olduğu bir dünya diledik yani dünyayı değiştirmeye çalıştık.
Bu soruyu biz doğru sorduk fakat yanlış kişiye sorduk. Bu soruyu kendimize sormalıyız. Sevmek, kabullenmek, değer vermek, önemsemek, onaylamak ve güvenmek bütün bu kavramların olduğu bir insan olsaydım nasıl olurdum? Biz dünyayı değil ama kendimizi değiştirebiliriz. Unutmayalım ki hepimiz bir dünyayız. Kendimizi olduğumuz gibi kabullenirsek, kendimize olduğumuz kadar değer verirsek, kendimizle barışabilirsek, kendimize haddimizi aşmadan güvenebilirsek kendimizi severiz.
Kendini seven insan başkasını da sevebilir.
Hem kendini olduğu gibi sevebilen hem de başkasını olduğu gibi sevebilen iyi insandır.
Çocuklarımızı bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlatarak büyütmek yerine, nasıl bir dünya olması gerektiğini anlatarak büyütelim.
A De Lamartin: “Sevilmek umuduyla sevmek insanidir fakat sevmek için sevmek, meleklere mahsustur.”