Makamlar dünyada, mertebeler ebedi taraftaki rütbemizi temsil ediyor.
Dünya makamını kimi bilek gücüyle, kimi eğitimle, kimi atadan kimi atanarak alıyor.
Hatta miras misali, dededen toruna uzananlar da var. Ağanın torunu, aşiretin üyesi, müdürünki diye diye gidiyor.
Yok ise kendinden, Kiminin makamını ayakta tutan direk göçünçüye, kiminin ki , ise cep cepken delininceye kadar makam devam ediyor.
Hele de emekli olunmadıysa turuncu, siyah, taba renkli koltuklar aranır oldu.
Makam öylesine hoş ve yumuşak ki, bu makam sahipleri otomofillerin hasına biner bu fillerin daire şeklinde armaları olur.
Uzaktan tanınırlar hemi de gözüne gözüne, görmeyene de çakar takarlar. Vakti zamanında üstat Nasrettin Hoca çıkmış Timur’un huzuruna bakmış ahali yok. İstemiş yeni fillerden o gün bu gündür makama merdiven olanlar bu fillere çimen oluyor.
Hele bu post sahiplerinin ataları varmış. Onlar duvarlara yakaladıklarını çizermiş. Yakalayamadıkları da onları çizermiş.
Atalar, üşümüş bakmışlar taşta oturuyorlar bir post bulalım demişler.
Çevik kuvvetli bir babayiğit atılmış ön tarafa kapmış mızrağı dalmış ormana istemiş deriyi vermemiş ejderha başlamış bir kavga takılmış ayağı çarpmış kafayı kayaya, yıkılan ejdere dalmış yiğit oğlan kapmış postu sermiş mağaraya, postu gören ziyaretçiler yiğit oğlana selam verip hemencecik kabasını koyarmış, tüylere saygı ve hürmet ile itibar böyle böyle artarmış. Değil mi ki Hoca Nasrettin ye kürküm ye demiş.
O dönemde dayı olmadığı içindir. Her canlı gücü nispetinde kükrermiş.
Heyvana bilem senin derini post yapacağım dediğinde ya boynuzu ya da dişlerini geçirmekteymiş.
Hele bak! İnsan “sevdiği deriyi yerden yere vurur”, diye diye yüzdürüp yüzdürüp soydurur hale geldik.
Görmedik duymadık amma bu hikâye nesilden nesile anlatılır. Bu makam öylesine tatlı imiş ki aileler evlatlarına adam olmayı değil de makam sahibi olmayı taaa veletken işlerlermiş. Hal böyle olunca yeni doğan ünitesinden çıkan hemencikten kendine bir dayı bulmaya başlar olmuş, dayısı olmayana hoş gözle bakılmazmış. Bu dayıların özel vizitleri varmış bu viziti gösteren makamın ağırlığına göre yeni kapıları vizit edebilmekteymiş iş öylesine dallanıp budaklanmış ki ceylanların dahi avuçlarında bu vizitler bir gelene veriyor diğer eliyle sakalını sıvazlıyormuş.
Buna al gülüm ver gülüm ismini vermişler alan memnun veren memnun fizik kanunu gibi hatta ilerleyen yıllarda bunlara kılıflar uydurmuşlar çok da şık olmuş.
Aç var tok var, hem tok olan ne anlar ki açın halinden, böylelikle kimse görmez ise kem söz de olmaz demişler. Bazen iş kazası geçirenler de olmuş. İşte fakire malzeme aylarca konuşulmuş.
E ne denir gari makam işini bilir, yüksek kürsüden seslenen hayli hayli işini bilecek.
Sonra uzaklardan bir mum sönmüş sormuşlar kimdir ? demişler ki Hz. Ömer’dir. Makamın mesaisi bitti.
Olur mu demişler, makamın mesaisi mi olurmuş makam 24 saat 7 gün 365 gün... Yorulmadan yemeden! içmeden! çalışmalı... diyerek 7/24 eşeğe vurmaya başlamışlar. Garibim eşek dövüldükçe sevildiğini sanırmış. Aç anlamamış kendisinin dövüldüğünden...
Önlerden bir ses yükselmiş dünyada üzülen ahirette mutlu sona ulaşacak diye...
Dayısı olmayan kabullenmiş mutlu olmuş.
Bizim Kel oğlana da yıllarca izletmişler. Filmin sonunda “fakir oğlan” fabrikatörün kızına ulaşacağı günü bekleyerek o fabrikada tütün sararmış. Hem de azığından ücret verirlermiş. Ama vaat büyük kızla evlenecek.
Ne yapsın ki,
Katlanırım kızı verirler makam sahibi olurum.
olmadı,
Katlanırım mertebe sahibi olurum.
Katlana katlana bir ömür geçmiş.
Bir çubuk bir ucunda Makam bir uçunda mertebe peki biz neredeyiz.