Doğduğunuz ev ya da yaptığınız iş kaderinizdir. Ya doğduğunuz eve, evdekilere dönersiniz ya da yaptığınız işe, iştekilere. Belki de yaptığınız iş size döner, kim bilir.
Bu hafta özgürlük konusunda yazmak istedim ne de olsa dünyada neler oluyorsa özgürlük vaatleri, maskesi ya da sorunları altında gerçekleşiyor.
Bu haftanın sorusunu sadece özgürlük nedir ile sınırlandıramıyorum. Belki sonrasında özgün olmadan özgür olmak mümkün müdür üzerine de düşünmek gerekir. Tabi yaptığım iş bana ben yaptığım işe döndüğümden, konu ister istemez akademisyen özgür müdür, özgürlük verilen bir şey midir yani özgürlük bilinçte özgürleşmeden mümkün müdür, özgürlüğün kalitesi var mıdır yani varsa farklı özgürlük tonları neler, pozitif olan özgürlük aynı zamanda negatif bir mahiyette de olabilir mi ve özgün olmayan bir akademisyen kendini özgür ilan edebilir mi vs., soruları da tetikliyor.
Sorular, sorular:
Neticede benim özgürlüğüm seni ilgilendiriyor senin ki de beni.
Sakın akademiyi ve akademisyenleri üniversitelere (pardon yüksek liselere) sıkışmış, elinde tek kaynak kitap ve kitaptaki cansız varlığı gençlerin beyninin içine beton mikserinde iyice karıştırarak içi çakıl dolu bir beton edasında kalıplara dökenler olarak görmeyin. Akademi, daha doğrusu gerçek akademi bir toplumun ve toplumu toplum yapan her alanın (eğitim, hukuk, endüstri, ticaret, siyaset, din vb) dinamosudur.
Sadece teknolojik buluşlar ve buluşların ekonomik getirisi açısından değil geleceğin inşası açısından da akademisyenler ve nitelikleri son derece önemli. Akademide nitelik dendiğinde aklıma gelen en temel vasıf ise özgürlük.
Nedir bu özgürlük o zaman?
Kelime ilk defa bir Sümer çivi yazısı tabletinde görülmüş; burada özgürlük, “amargi”(anaya dönüş) anlamıyla kullanılmış. Fransız ihtilalinin ürünü üç ilkede yine karşımızda; özgürlük, kardeşlik, eşitlik. “Mülksüzler”in yazarı Le Guin “özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluktur” der. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Hatta bu yazarımıza göre bir hapishane duvarının dışındakilerinin mi yoksa içindekilerinin mi “özgür” olduğu tartışılmalıdır. Frankl’ın vurguladığı gibi: “Bir insandan her şeyi alabilirsiniz, tek bir şey dışında: Bu insan özgürlüklerinin sonuncusu olan, koşullar her ne olursa olsun kendi tutumunu belirlemek, kendi yolunu seçmek.” Eğer özgürlük seçimle ilgiliyse, bağımlılık da seçimlerimizi şekillendiren kaynaklar ve yapılarla ilgilidir. Bağımsız olmak otomatik olarak özgürlük sağlamayacağı gibi, özgür olmak da bağımsızlığı gerektirmez. Bir şeyi bilebilmek onun karşıtını da bilmeyi gerektirir. Özgürlüğün karşıtı özgürsüzlük müdür yoksa esaret midir? Nedir o zaman esaret ve kaç türlüdür bu esaret? Özgürlüğün, öğrenmenin ilerleyişinin önünde varsa esaretler, zihnin putları nelerdir? Neyse ne! Ama özgürlüğün bir zeka türü olduğundan bahsetmek mümkün aynen bilişsel, duygusal ya da ruhsal zeka türlerinde olduğu gibi. Akademik anlamda ise mesele “şu yöntemi mi yoksa bu yöntemi seçmekle ilgili kendi kararını vermek” değil mesele verdiğin kararı yazılı ve sözlü olarak ifade edebilmek ve uygulayabilmek. Özgür olabilmek için bağımsızlık şart ama her bağımsızlık da bir özgürlük değil. Merak eden için ilmi hürriyet: “Bilim adamlarının herhangi bir karışma olmaksızın araştırma yapma, düşüncelerini üniversite içinde ve dışında yayma hakkı; böylece bilimin donmasının önlenmesi ve toplumun alışılmış, kalıplaşmış görüşler dışında yeni görüşleri ve olguları duyup öğrenme olanağı bulması” olarak tanımlanıyor.
Kanaatimce özgürlük insanın kendi olmasıdır (şu her gün taktığımız maskeleri çıkarırsak kaçımız kendimiziz?). Yok sadece kendisi olmak yetmiyor. Özgürlük insanın kendinden emin olmasıdır. Kendinden emin olmayan insanın özgür olması imkansızdır.
Akademisyenlere getirilen, akademisyenin kendisinin de getirdiği, beslediği kapsamlı kısıtlamalar, bilimsel uğraşlarını özgürce sürdürme ve bilimsel bilgiye dolayısıyla toplumun kalkınmasına katkıda bulunma becerilerini engellemektedir.
Bu arada bilim özgür olduğu ortamda yeşeriyorsa, özgür olmayan bir ortamda o zaman bilimin karşıtı olan ne yeşerecektir?
Bireylerin refahı, toplumun işleyişi ve bilimsel çabaların ilerlemesi üzerinde derin etkileri olduğu için akademik özgürlüğünün önemini anlatacak kelime bulamıyorum. Akademik özgürlük, bireylerin misilleme, baskı veya sindirme korkusu olmadan farklı konuları incelemelerinde, farklı düşünce ve bakış açılarını ifade edebilmelerinde çok önemli bir rol oynar. Ama farklı bir şeyleri sadece söylemek değil düşünmek bile bazı coğrafyalarda yürek ister. Farklı şeyleri söyleyenlerin yakıldığı, soylarının dahi ortadan kaldırıldığı bir dünya tarihinin varlığını hatırlatmadan edemeyeceğim. Akademik özgürlük, en azında idealde kişilerin sansür veya baskı korkusu olmadan düşünce ve fikirlerini açıkça paylaşabilmelerini sağladığından, toplumun ilerlemesi ve kalkınması için elzemdir. Bununla birlikte, bu akademik özgürlüğün gerçekten var olup olmadığını tartışmak gerekir.
Akademinin kendisinin bu özgürlüğü istediğinden de pek emin değilim bu arada. Kaç tane yayının var, ne kadar atıf aldın gibi yüzeysel ve kendine zararlı performans ölçütlerine değer vererek bu kültürü oluşturan ve devam ettiren mevcut akademi söz konusu olduğundan, akademi dünyasında özgürlük panoptik özellikler taşıyor gibi geliyor bana. Başkası tarafından izlenmeyi, görünmeyi bu kadar istemek akademik özgürlüğe vurulan ilk ve en ağır prangalardan biridir kanaatimce.
Akademi kendisini bir özgürlük alanı sansa da, araştırmacılar gönüllü olarak performans ölçütleri aracılığıyla kendilerini izlenmeye tabi tutmayı bile isteye yaptıkları sürece kendileri için özgürlük değil bir hapishane yarattıklarının farkına bile varamazlar. Yayın sayısı, atıf sayısı vb gibi ölçütler bir süre sonra ölçüt olmaktan çıkmakta artık bir amaca dönmekte; bu amacı gerçekleştirmek ve diğerlerinden daha fazlasına sahip olmak için akla hayale gelmeyecek yayın sayısını artıran ama toplum refahında bir gram değişmeyle sonuçlanmayan yozlaşmalar türemektedir. Sayı olarak çok ama etki olarak faydasız yayınların ülke ekonomisine hem gerçek hem de fırsat maliyetlerinin ne olduğunu hiçbirimizin hayal edemeyeceğini düşünmekteyim. Sonuç olarak, akademinin özgürlüğü destekleyip desteklemediğini ya da engelleyip engellemediğini ya da akademisyenlerin bu dijital panoptikona (hapishaneye) isteyerek katılıp katılmadığını belirlemek elbette zor.
V-Dem Enstitüsü tarafından yayınlanan 2023 raporuna göre, aralarında Hindistan, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi önde gelen ülkelerin de bulunduğu yirmi iki ülkede 2012 ve 2022 yılları arasında akademik özgürlüklerde kaygı verici bir düşüş yaşanmış. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde akademik özgürlük puanı yüzde on beş gibi önemli bir düşüş göstererek 2012'de 0,93 iken 2022'de 0,79'a gerilemiş. Akademik özgürlükteki bu düşüş, raporun bulgularında da vurgulandığı üzere, küresel nüfusun yarısından fazlasını etkilemekte, hem de ne etkileme.
Akademisyenlere getirilen kapsamlı kısıtlamalar, bilimsel uğraşlarını özgürce sürdürme ve akademik söylemde bulunma becerilerini engellemektedir. Ama dedim ya akademisyenlerin kendileri de bu özgürsüzlüğün bir diğer parçası.
Mesela, bilimin yakıtı şüphe ve eleştiridir. Lakin diğerlerinin fikir, teori, bulgularını eleştirme (geliştirme için eleştiri getirebilme) cesareti sosyal bilimlerde %3’ ü geçemiyor! Birçoğumuz, tepkiyle karşılaşma veya meslektaşları tarafından dışlanma korkusu nedeniyle akademik tartışmalara, eleştirilere katılmakta tereddüt ediyor, amiyane tabirle suya sabuna dokunmuyor. Hiç kimse hiç kimseyi cesaretle ve sağlam eleştiremediğinden ortaya genelde hiç kimseyi ilgilendirmeyecek hiçbir şeye yaramayan yayınlar çıkıyor. Bu tedirginlik, olur da iddialarındaki olası yetersizliklerin mesleki konumlarını ve itibarlarını olumsuz etkileyebilecek potansiyel sonuçlarından kaynaklanıyor. Önemli bir kısmımız, meslektaşlarımızın, editörlerin, hakemlerin veya yöneticilerin çalışmalarına yönelik tepkilerinden endişe duyduğumuz için otosansüre başvuruyor, laf geveleyip duruyoruz. Bulgularımızın disipliner veya ideolojik sınırlara meydan okuduğu durumlarda bile çoğumuz bunları filtrelemeyi veya tamamen atlamayı tercih ediyor.
Gerçek şu ki, akademik özgürlük idealde kalmakta pratikte her zaman hayata geçirilmemektedir.
Başka nedenler?
Akademisyenler, araştırmaları uygunluk ve önemden yoksun olsa bile sık sık yayın yapma baskısıyla karşı karşıya kalmaktadır. Sürekli yayın yapmaya zorlanma altın yumurtalayan tavuk hikâyesinde olduğu gibi yıpratıcıdır. Sürekli incele(n)me ve kendini özgürce ifade edememe, psikolojik travmaya ve kendini kötü hissetme durumuna neden olmaktadır. Gurbetçilere benzer şekilde, özgürlüğünden yoksun akademisyenler, inanç ve fikirlerinden oluşan otantik benlikleri ile temsil etmeleri beklenen yansıtılmış benlikleri arasında bir bölünme yaşamaktadır.
Bu içsel çatışma birey için üzücü ve maliyetli olabilir.
Özgürlüğe giden yolculuk zorludur.
Akademisyenler, özerkliklerini korumak ve başkalarına aşırı bağımlı hale gelmekten kaçınmak için bağımsızlık ve karşılıklı bağımlılık arasındaki hassas dengeyi kurmalıdır. Karşılıklı bağımlılık, bazı durumlarda faydalı olsa da, bireylerin benlik duyguları ve refahları için başkalarına aşırı bağımlı hale geldikleri bağımlılığa ve ortak bağımlılığa yol açabilir. Öte yandan, tam bağımsızlık, bireylerin kendilerini izole ettikleri ve başkalarıyla anlamlı bağlantılar kurmakta zorlandıkları bağımlı-bağımsızlık durumuyla sonuçlanabilir.
Ne basit değil mi?
Özgürlüğün özgürleşmeden geçtiği açık, anaya dönmek lazım (amargi).
Bu ananın us olduğunu düşünüyorum, nedense.