Derse girdiğimde selamlaşmanın ardından öğrencilerime yedi tane soru soruyorum. İlki “geçtiğimiz hafta herhangi bir konuda en az bir kitap okuyan var mı?” sorusudur. Öğrencilerimin arasından nadiren de olsa “hocam roman olur mu?” diye soranlar çıkıyor. Afallayarak “evet olur” diyorum. Bazı öğrencilerimin romanları önemsememeleri karşısında nasıl tepki vereceğime karar veremediğim anlar oluyor. Lakin konuya ilişkin asıl şaşkınlığı geçtiğimiz günlerde yaşça benden büyük bir hocamız “bu aralar ne okuyorsun?” diye sorduğunda yaşadım. Roman okuyorum dedim. Okuduğum romanlardan örmekler verecektim ki “kaç yaşına geldin niçin ilmi eserlere ağırlık vermiyorsun?” diye sözümü kesti.
Sustum! Daha önce bu köşede “Yavaş Yavaş Ölümden Usulca Yaşamaya” başlıklı yazımda niçin roman okumam gerektiğini nefsime anlatmıştım. Anlaşılan o ki şimdi roman okumanın gerekliliğini yakınlarıma da açıklamam gerekiyor.
Niçin roman okunur? Soruya cevap ararken aklıma üniversite yıllarımdan beri dostum olan Atila Yüksel ile hayatımın son baharında dost olduğum Mehmet Emin Uludağ’a fikirlerini sormak geldi. Böyle bir soruya her ikisinin de verebilecek çok güzel cevapları vardır diye düşündüm. Netice itibariyle kendileri yetenekli roman yazarları olmaları yanı sıra gazetemizde köşe komşularım. Fakat işin kolayına kaçmak olur düşüncesiyle vazgeçtim.
Herkesin roman okumak için farklı amaçları olabilir. Bu soruya kendim cevap bulmak zorundaydım. Aklıma gelen düşünceleri not defterime sıraladım. Öğrenmekten hoşça vakit geçirmeye, sanata olan ilgiden kişisel gelişim sağlamaya kadar ondan fazla maddeyi içeren bir liste oluşturdum. Yine de doğru cevabı bulamadığım hissine kapıldım. Takip eden bir haftalık tefekkür dönemi sonrasında roman okuma amacımın insanı ve kâinatı anlama çabası olduğunu fark ettim.
Yaşadığım mekânlarda zaman ve bakış açımla sınırlı olan bir hayatım var. Oysaki insan ve onu kuşatan kâinat havsalamın alamayacağı büyüklükte bir sistem olarak içimden ve dışımdan beni kuşatmış durumda. İşte roman bu aşamada insanı ve kâinatı ve hatta kendimi anlamama yardımcı olan bir araç olarak karşıma çıkıyor. Nasıl mı? Geçtiğimiz ay okuduğum romanlar üzerinden açıklamaya çalışayım.
Eğer Japon yazar Osamu Dazai’nin “İnsanlığımı Yitirirken” romanını okumasaydım yirminci yüzyılın ortalarında Japonya’da insanların davranışlarını anlamlandıramayan bir adamın önce sefih bir hayata sürüklenişini sonra da intihar edişinin gerekçelerini asla anlayamazdım. Diğer taraftan Çinli yazar Yu Hua’nın “Yaşamak” adlı eseri olmasaydı Çin’de devrim öncesinde varlık içinde yüzen bir adamın kumar borcu yüzünden ailesinin tüm varlığını kaybetmesini ve aile fertlerinin teker teker ölmesine rağmen yaşamak için gösterdiği gayreti kavrayamazdım.
Yine İngiliz yazar Matth Haig’in “Zamanı Durdurmanın Yolları” adlı fantastik kurgu yapıtını okumasaydım sonsuz yaşam peşinde koşan insanın ruhunu huzura kavuşturmak için ölümü nasıl arzuladığını idrak edemezdim. Hele Ayfer Tunç’un “Kuru Kız” romanı olmasaydı fiziksel özellikleri nedeniyle çevresinin ötekileştirdiği bir kızın evini arkasında bırakarak kendisinde Arjantin’e gidebilecek cesareti bulabileceğini asla düşünemezdim.
Çünkü ne Japon’um, ne Çinli, ne İngiliz ne de kadın. Ayrıca ne bahsi geçen mekânlarda ne de belirtilen zamanlarda yaşadım. Dahası belirttiğim romanlarda geçen olaylara ilişkin hayat tecrübem de olmadı. Eğer bu romanları okumamış olsaydım yaşanan duyguları, inanışları ve fikirleri idrak edemez ve bu insanlarla empati kuramazdım.
Sonuç olarak romanların zamana ve mekâna bağlı kalmaksızın farklı bakış açıları üzerinden insana dair neredeyse her konunun anlatıldığı eserler olduğunu düşünüyorum. Bu eserleri okumamın insan ve kâinat ile daha iyi bir ilişki kurmamı sağladığına inandığım içinde roman okuyorum.