Yirminci yüzyıl, kendini medeniyetin zirvesinde gören insanoğlunun en kanlı ve ahlaksız savaşları çıkardığı dönem olarak gösterilebilir. Bu zaman diliminde dünya genelinde yaşanan soykırımlar, katliamlar, işkenceler, sistematik tecavüzler ve benzeri uygulamalar vicdan sahibi her bireyi derinden yaralayacak ve insanlık adına utandıracak kadar kötüdür. Bu olayların yaşandığı savaşlardan birisi de İkinci Çin-Japon Savaşıdır (1937-1945).
Japonya’nın Çin'in zengin toprakları ve hammadde kaynaklarına hükmetme arzusu ile ortaya koyduğu istilacı politikaların sonucu olarak bu savaşta Çin büyük bir yıkım yaşamıştır. Savaşın, tarihi kayıtlarda Nanjing Katliamı olarak geçen aşamasında on binlerce Çinlinin; kadın veya erkek, çocuk ya da yaşlı olduğuna bakılmaksızın öldürüldüğü belirtilmektedir. Bu insanların akıl almaz işkencelere maruz bırakılarak topluca yok edildiklerine ilişkin fotoğraflar korkunçtur.
Daha da kötüsü binlerce kadına tecavüz edildikten sonra hayatlarının sonlandırılmasıdır. Çinli kaynaklar Nanjing’de yirmi bin ila seksen bin arasında kadının tecavüze uğradığını iddia etmektedirler. Kadınların çoğunluğunun öldürüldükten sonra cesetleri sokaklarda bırakılmış ya da yakılmıştır. Böylelikle aynı zamanda insanlık onuru da katledilmiştir.
Maalesef olay bu aşamada kalmamış savaş bitinceye kadar Japonlar Çinli kadınları "askeri fahişe" olarak kullanmak için resmi bir sistem geliştirmişlerdir. Bu kadınların çoğu, savaşın acımasız şartları altında Japon askerlerinin cinsel şiddetine uğrayıp, öldürülmüşlerdir.
İşin ilginç tarafı bu zulmü yaşayan Çin yirmi birinci yüzyılda Doğu Türkistan’ın yeraltı zenginliklerini elde tutmak için benzer zulmü Müslüman Uygur Türklerine reva görmektedir. Sivil toplum kuruluşları, medya ve Çin’in kurmuş olduğu kamplardan kaçan Uygurların yaptığı açıklamalar insan vicdanını kanatacak düzeydedir. Çinliler binlerce Müslüman Uygur Türkünü kamplarda toplayarak "beyin yıkama, kalpleri temizleme, erdemi güçlendirme ve kötülüğü giderme" adlı sözde eğitim programı ile düpedüz asimilasyon süreci yürütmektedirler. Tüm bunları da yazmaya elimin varmadığı insan onurunu ayaklar altına alacak şekilde yapmaktadırlar.
Ayrıca yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Çinli yetkililer bu insanlık dışı davranışları yalanlamaktadırlar. Tıpkı bazı Japon yetkililerin İkinci Çin-Japon Savaşı’nda Japonların yaptıklarını inkâr etmeye devam ettikleri gibi! Bu durumda Çinliler Japon yetkilileri ne kadar inandırıcı buluyorlarsa bende Doğu Türkistan konusunda Çinli yetkilileri o kadar inandırıcı buluyorum.
Ne yazık ki dünya bu zulme karşı bazı cılız seslerin dışında sessiz kalıyor. Sessiz kalmanın ötesinde birçok ülke Çin ile olan ekonomik ve siyasi ilişkileri nedeniyle Çin’i destekliyor. Hatta Çin’e şirin görünmek isteyenler “Uygurların terör eylemleri gerçekleştirdikleri” iddiasını haklı bulduklarını ilan ediyorlar. Gerekçelerini de uluslararası ilişkiler teorilerinden realizm üzerinden açıklayarak ulusal çıkarlarını her durumda korumaları gerekliliğine dayandırıyorlar. Böyle olunca ekonomik, siyasi ve askeri açıdan dev bir ülke olan Çin ile ilişkilerini bozmak istemedikleri için Uygurlar yokmuş gibi davranıyorlar.
Tüm bunlara rağmen Uygurlar Allah’ın izniyle varlar ve var olacaklar. Çinliler ise Çin-Japon Savaşı’ndan ibret almadıkları için kaybedecekler. Tarih tekerrür edecek. Fakat bu sefer Japonların yerinde Çinliler olacaklar ve yaptıkları zulmün bedelini ödeyecekler. Ne kadar büyük oldukları ya da ne kadar güçlü oldukları veya Uygurların ne kadar güçsüz ve bir o kadar da yalnız olmaları onları bu sondan kurtaramayacak. Tarih bize gösterdi ki zulüm ile hükmedenler er ya da geç kaybediyorlar. Çin de bu sondan kurtulamayacak. Yeter ki Uygurlar umutlarını kaybetmesinler ve bizler görevimizin İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca ile aynı olduğunu unutmayalım. Çünkü Uygurları sahip oldukları güçleri değil, umutları ve ateşe su taşıyan karıncaların inançları hayata bağlayacak