Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Modern-Post Modern: Sürekli Başarısızlık ve Artık Haz

Modern-Post Modern: Sürekli Başarısızlık ve Artık Haz

Tarih boyunca her coğrafyaya ufuk açan, aydınlatıcı, diğerlerinden farklı insanlar gelmiş. Kimine kaşif, kimine dahi, felsefeci-düşünür, kimine derviş-ozan, kimine mucit, kimine seyyah, kimine sanatçı, kimine peygamber. Çoğu, içine doğdukları kültürün eksikliklerini ve yanlışlıklarını dile getirmiş ve kaçınılmaz olarak çoğu ilk anda içine doğdukları toplumca ne filozof, ne düşünür, ne mucit ne de peygamber olarak görülmüş. Kimi afaroz edilmiş, kimi sürülmüş, kimi yakılmış ve kendi doğrularının uğruna savaşmış, canını vermiş. Ayrık otu gibi muamele görmüşler, “aykırı ve bizden değil”.

Aslında rekabetçi düşünce üretmek bir diyalektik yasası. Bazılarının görevi toplumdan aykırı düşünmek ve toplumun sorgulamadan kabul ettiklerine rakip düşünce, fikir üretmektir. Bunlardan biri Sokrates. Çoğuna göre ilginç ve bir o kadar da kaba bir adam. Genelden farklı düşünen, bir amacı olan, bunun mücadelesinden kaçınmayan, sevildiğinden daha fazla nefret edilen bir adam. Hikâyesini eminim bilirsiniz. Sokrateslerin bugün dünyamızda olmadığını iddia edemem; çünkü, en az onun kadar genelden farklı düşünen, çoğu zaman bunu ifade ederken kabalaşabilen, mücadeleden kaçınmayan, düşünmediğimizi düşündürten kişiler var. İşte onlardan biri de Zizek. Dediklerini karşı mahallenin sesi olarak görmeden, aşağılamadan kulakları tıkamadan bir duymakta fayda var.

Neden Zizek?

Günümüz dünyası modernlikten post modernliğe evrilmiş. Modernin daha moderni olduğunu iddia etmenin doğru olduğunu düşünmemekle birlikte (modernin moderni olabilir mi?) şu dayatılan post-modernliğe Zizek’in gözünden bir bakmakta fayda görüyorum. Felsefi anlamda rasyonalizme, evrensel hakikatlere ve ilerlemeye dayalı bir dünya görüşü olan modernizimde bireyin özerkliği, endüstriyel gelişme ve düzenli sosyal yapılar önemlidir. Hakikatin göreceliği, büyük anlatıların reddi ve parçalı bir dünya görüşüne dayalı olan post-modernizmde ise kültürel çeşitlilik, tüketim kültürü ve esnek kimlikler vurgulanır. Bu, ideolojilerin, evrensel ilerleme anlayışının ve tekil doğruların sorgulanması anlamına gelir ki tam da bu nedenle burada postmodernizm kendisiyle ironi dolu bir yaklaşım sergiler. Şunu demek istiyorum ideolojilere savaş açmış postmodernlik dünyamızda kendisi üzerinden imaj oluşturmanın bir ideoloji olmadığını iddia etmesi mümkün müdür? Muhafazakarım, muhafazakar modernim, post-modernim demek bir ideolojik manipulasyon değil midir?

Bu ideoloji meselesi düşündüğümüzden de derin, etkili bir yanılsama, manipulasyon ve gerçeği gizleme enstrümanı.

Kişinin dünyayı nasıl gördüğü ve anlamlandırdığı, kendisinin dahi farkında olmadığı ancak arka planda çalışmaya devam eden içine doğduğu ya da sonradan yörüngesine takıldığı inançlara, çerçevelere, ideolojik filtrelere bağlıdır. Bunu derken her birimizin gerçek anlamda özgür bir birey olmadığı; ancak, bir ideolojinin, fikrin, inancın uydusu olduğunu ifade etmek istiyorum.  Neyse…

Zizek diyor ki günümüz dünyasında yaşadığı gelgitler, hayal kırıklıkları arasında bocalayan post modern öznenin dünyayı anlamlandırabilmesi için önünde üç kapıdan oluşan bir seçenek seti var:

  1. Bir postmodernist öznenin ilk seçeneği “kendini tüketmektir”. Diğer bir ifadeyle, herhangi bir postmodernistin elinde olan ilk seçenek her gün kendini yorgun düşürmek ve uykuya dalmaktır.

Hepimiz bu duruma bir şekilde aşinayız. Fikir şu: Eğer hiçbir şeyin nesnel bir anlamı yoksa ve yaptığı tek şey, ölümümden birkaç yıl sonra nihayetinde anlamsız olacak, adı sanı anılmayacak kariyer başarılarına ulaşmaya çalışmaktan ibaretse bu bireyin tükenmişlik yaşaması ve dürtülerine teslim olması kaçınılmazdır. Hayat ona bu tükenmişlik semptomlarını verdiğinde (anksiyete, depresyon, ADHD) bu kişi kendini bir şeylerle uyuşturur (uyuşturucular, alkol, video oyunları, TikTok, sosyal medya, şehvetiye tarikatları vb…). Bu seçenek, bireylerin kimlik politikaları aracılığıyla hayatlarını anlamlandırmaya çalışmalarıdır. Bu, etnik, cinsel, dini veya toplumsal kimlikler üzerinden bir aidiyet ve anlam bulmayı içerir. İnsanlar, belirli bir kabilenin parçası olarak kendilerini tanımlarlar ve bu kimlik üzerinden bir anlam arayışı içine girerler. Zizek, bu yaklaşımın sınırlı olduğunu ve bireylerin derin ve evrensel anlam arayışlarını karşılamakta yetersiz kaldığını savunur.

  1. İkinci seçenek içine doğduğunuz sistemin katılımcısı ve yayıcısı olmaktır.

“Benim tüketim hayatım kapısı.” Bu kapıda hayatınız işe gitmek ve tüketim ekonomisine katılmak, böylece eve gidip bir şeyler tüketmek ve ekonomiye daha fazla katılmaktır. Sadece kendi tüketiminize dalmak! Tamamlamak istediğiniz tüketim projeleri (saç ektircem, burnumu yaptırcam…). Farklı kimlikleri denemek... Seyahatsiz seyahate çıkmak. Yeni şeyler satın almak. Başka bir deyişle ikinci kapı, doğduğumuz küresel kapitalist dini sistemin isteyen bir katılımcısı haline gelmektir... Narsistik proje olan kendi tüketim hayatınızda kendinizi aşağıdan yukarıya doğru inşa etmek... Sizin kim olduğunuzu daha fazla belirleyen bu simgeler koleksiyonunu aşağıdan yukarıya doğru inşa etmek ve nihayetinde bu teşvik yapılarına sadık kalarak tüm sistemi devam ettirmek. Bu seçenek, bireylerin hayatı anlamlandırmada yüzeysel haz ve tüketim odaklı bir yaşam tarzını benimsemelerini ifade eder. Postmodern tüketim kültüründe, insanlar kimliklerini ve değerlerini tüketim nesneleri üzerinden tanımlarlar. Yeni ürünler satın almak, farklı markalar denemek, çeşitli hizmetlerden yararlanmak bu anlam arayışının temel araçları haline gelir. Ancak Zizek’e göre, bu tür bir anlamlandırma yüzeyseldir ve derin bir tatmin sağlamaz. Sadece geçici hazlar ve anlık tatminlerle dolu bir hayat sunar. Aslında kapitalizm, kişi için işleri sürekli değiştiren yeni şeyler bulmaya ve farklı görünümleri denemeye akıllıca zemin yaratır. Adidas'tan Nike'a geçiş yaptığında, mesela, bu kişinin artık bir Nike adamı olduğu anlamına gelir! Drip kahveden cortadoya geçiş yaptığında, bu kahve içmenin gerçekten kimliğinin rafine bir ifadesi haline geldiği an olur. Adidastan Nike’a geçtiğinde sen değişmiyorsun, kimliğini ticarileştiren kapitalizmin değirmenine su taşıyor, yüzeysel dekorasyonlarda değişiklik yapıyor, seni özgür kılmayan kuyunun girdabında dönüp duruyorsun. Aslında büyük kapitalistin uydusu küçük kapitalist oluyorsun.

Ayakkabının rengini ya da ismini değiştirerek özgür olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında özgür olmadığımızı bilmiyoruz. Seçimde kullandığımız “özgür” kelimesi bizi özgür kılmaya yetmiyor.

  1. Bir şekilde bu anlamsızlıktan kaçmak istiyorsanız üçüncü seçenek geçmişten bir geleneği "yapay olarak canlandırmaktır".

Eminim birçoğumuz bununla ilişki kurabilir. İnsanların gerçeklikten kaçış aracı olarak nostaljik simülasyon ve ideolojik fantezilere sığınmalarına eminim siz de bolca şahit oluyorsunuzdur. Bu, çeşitli medya araçları, sanal gerçeklikler veya ideolojik anlatılar aracılığıyla kendi gerçekliklerini yeniden inşa etmek anlamına gelir. İnsanlar, medya tarafından sunulan kurgusal dünyalara veya ideolojik yapıların sunduğu rahatlatıcı anlatılara kaçış yaparak hayatlarını anlamlandırmaya çalışırlar. Geçmişte var olan bir durumun bugünkü koşullarda aynı şekilde işlemesi mümkün değildir, çünkü toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar değişmiştir. Geçmişi idealize etmek, mevcut toplumsal sorunlardan kaçmanın bir yoludur. Bu seçenek, bireylerin mevcut gerçekliklerinden uzaklaşmalarına ve bir tür sahte bilinç içinde yaşamalarına neden olabilir. Dinde dahil ideolojik yapıların dayattığı anlama kapılmak, sonrasında bunun hırslı bir savunucusu olmak bireylerin kendi otantik kimliklerini bulmalarına ve bu kimlik üzerinden bir anlam yaratmalarına engel oluşturur.

Bu günlerde çoğu insanın seçmek zorunda olduğu üç seçenek budur ya da hayatları boyunca bu üç seçenekler arasında gidip gelirler. Peki ama eğer her gün kendinizi uyuşturmak, obur bir patronun bitmeyen para şehvetine ırgatlık yapmak, kariyerinizle narsistik bir başarı dinine dalmak, sosyal medyada sahte kimlikler paylaşmak istemiyorsanız ne yapacaksınız?

Başka seçenek var mı?

Var ama önce bebeklerden neden emzik emer ona bir bakmak lazım. Bebekten öğrenecek çok şeyimiz var ya da halihazırda öğrenip unuttuğumuz.

Neden bebek emzik emer?

Yani başlangıçta bir bebek, ağzını hareket ettirme ve emme becerisini öğrenmek zorundadır; böylece annesinden süt alabilir. Başka bir deyişle, emme enstrümantaldir. Yani emmeyi öğrenirken bebeğin bu faaliyeti yapmasının çok açık bir nedeni vardır. Freud'un dediği gibi bebek emzikten belli bir tür tatmin duygusu sağladığı için hoşlanmayı da öğrenir. Emmenin orijinal refleksi, başlangıçtaki ödülün ötesinde bebeğe bir tür zevk kaynağı olur. Bebeklerdeki bu davranışa Lacan "artık haz" (jouissance) der. Bebek istediğini elden etmekten olduğu kadar istediğini elde edememe sürecinden de bir tür haz alır. İşte bu artık hazdır. İnsan davranışları sadece haz arayışıyla açıklanamaz. Jouissance, hazın ötesinde, hatta bazen acıyla iç içe geçen bir deneyimi ifade eder. Arzu, her zaman bir eksiklik, bir boşluk yaratır ve jouissance, bu boşluğun çevresinde dönen bir deneyimdir.

Rahatlama ve rahatsızlık içiçedir.

Başarma yolunda (rahatlama) sürekli başarısızlıktan (rahatsızlık)  oluşan artık haz kavramını Zizek postmodern insanın yaşamına dördüncü seçenek olarak sunuyor. Bireylerin hayatlarını anlamlandırmada yüzeysel tüketim ve ideolojik fanteziler yerine, derinlemesine angajman ve “sürekli başarısızlık” üzerinden bir yol öneriyor. Bu seçenek, bireylerin gerçekten değer verdikleri, sonsuz bir potansiyele sahip olan ve asla tamamen ulaşamayacakları bir hedefe kendilerini adamalarını içeriyor.

Başarısızlığı küçümsemeyin; çünkü, sürekli başarısızlığın, bireylerin kendi sınırlarını ve potansiyellerini anlamalarına yardımcı olacağı açık (boş emzikten zevk alan bebeği düşünün, süt yok ama mutlu). Cieron bir şeyde başarısız olmanın, kim olduğunu anlamak isteyen biri için gerçekten iyi bir işaret olduğunu söyler. Çünkü anlam genellikle başarısızlık ve acıdan doğar. Başarı anları geçici ve yüzeysel olabilir, ancak başarısızlık derin düşüncelere, sorgulamalara ve varoluşsal anlam arayışına yol açar. Başarı toplumun koyduğu normlara uymaktır; oysaki başarısızlık bireyin kendi sınırlarını ve gerçek arzularını ortaya çıkarır. Bir anlamda başarısızlık, aşk gibi, kim olduğumuzun durağan ve katı anlayışına karşı çıkan bir şey haline gelir. Her başarısızlıktan sonra kendinizi yeniden keşfedersiniz.

Özetle, değer verdiğiniz (başkasının değerli dediği ya da değer ver dediği şey değil, gerçekten kendi değer verdiğiniz) bir şeyi bulmanız ve kendinizi ona yönlendirmeniz ve ardından sürekli olarak bu konuda başarısız olmanın bir yolunu bulmanız gerekiyor.

Şimdi ilk işiniz gerçekten önemsediğiniz, sonsuz bir tavana sahip olan ve aslında asla bitiş çizgisine ulaşamayacağınız bir şey bulmak olacak, kendinizi ona tamamen adıyorsunuz ve onu her gün başaramıyorsunuz.

Harika….

Sisifos’u ve ona ceza verdiklerini sanan tanrılara inat başarısızlıktan aldığı hazzı düşünün.

Mesela çizgi romanı seviyorsanız çizgi romanlar konusundan çaba gösterin; ona derinlemesine dalın, ona katılıp onun bir parçası olun ama varsın olsun sonuçta çizgi roman yazamayın. Ve bu başarısızlığınızı kucaklayın.

Zizek haklı mı, bir deneyelim...

 

 

 

Güncellenme Tarihi
  • 09 Haziran 2024, 10:43
Yazının Adı
Modern-Post Modern: Sürekli Başarısızlık ve Artık Haz