Mekong Deltası dünyanın en zengin endemik yapısına sahip, her geçen gün yeni canlı türlerine rastlanıyor.
İçinde botla yol alınca büyüleyici bir etkisi var. Çin, Laos, Kamboçya, Vietnam; hepsini besleyip geçiyor. Üstünden büyük bir ekonomi akıp gidiyor. Doğa sürekli taşıdığı millerle kumlarla deltayı dolduruyor. Koca kum tekneleri, o kumları çekip nehir boyunca lojistiğini yapıyor.
Mekong’un pek çok kolu var, hepsinde de türlü taşımacılık yapılıyor. O yetmiyor deltadaki verimli uçsuz bucaksız tarlaları suluyor. Mekong işte böyle verimli bir nehir.
Mekong’u turla gezelim dedik, bir tur aldık. Öyle geveze bir rehberimiz vardı ki, her söylediğini en az 3 kez kötü İngilizce ve kötü Çinceyle tekrarlıyordu. Kulak tıkaçlarımız çok işe yaradı…
Avrupalılar zaten vermez, Tayvanlıların da bahşiş vermeyeceğini anlayınca sustu. Keşke turun başında söyleseydik de boşu boşuna kafamızı şişirmezdi.
Mekong deltasında büyük botla, kanoyla yol alıp bal satan, hediyelik eşya satan marketleri zorunlu olarak gezdik. Tur alınca, alışveriş turları da zorunlu oluyor.
Ama tek başımıza yapamayacağımız bir turdu, artık alışverişine de katlandık.
Gece, adını bir türlü öğrenemeyeceğim çok huzurlu bir şehirde kaldık. Lokal marketinde güzel yiyecekler bulduk. Ben tabaktaki ince ince doğranmış nefis görünen etlerden isteyince, Vietnamlı kız “moo, moo"” diye bir şeyler yuvarladı ağzında. Ben illaki istiyorum deyince, başka birini çağırdı. O “Mouse” dedi anladım ki istediğim şey fareymiş, onlar da bizi uyarıyormuş…
Ama nefis bir yengeç çorbası, dumpling(çin mantısı), şiş köfte üzerine de krem karamel yiyip otele dönerken yolun kenarından bir müzik sesi duyduk. Baktık; köhne, plastik sandalyeli ama sahnesi, ses sistemi güzel bir mekân. Özel bir gece olup olmadığını, içeri girip giremeyeceğimizi sorduk? Kendi translate programlarını açıp bizi anlayıp içeri davet ettiler. Zamanda yolculuk gibiydi, karaoke yapıyorlardı 1950 1960 lardaki gibi giyinmişler. Sahneye karaoke sanatçısı çıkınca önce ona yapma güller veriyorlar sonra kavalyeler kadınları dansa kaldırıyor, rüya gibi dans ediyorlar. Yorgunluktan hemen orada rüyaya dalmak istedi canım.
Ertesi sabah Mekong’un yüzen marketine gittik. Yol boyunca teknemize elliden fazla tropik meyve dolu motorlu kano yanaştı, hepsi mangolarını, papayalarını, jackfruitlerini ve daha onlarca tropik meyvelerini satmaya çalışıyorlardı.
Yol boyunca, yine alışveriş turlarına katıldık, pirinç unundan pirinç noddle yapmayı öğrendim, eve dönünce yapacağım.
Bitki meyve plantasyonlarını gezdik. En sevdiğim meyve olan dragon fruit tarlalarında dolaştık.
Dönüşte oturan, yatan, gülen, her şeyi yapan Buda’yı ziyaret ettik.
Saigon’a geri döndük. Renkli sokaklarında birkaç saat daha geçirip, gece yataklı otobüsle başka yerlere seyahate devam ediyoruz.