Mahremiyet, kişiye ait olanı yerinde ve zamanında doğru kişi ile doğru şekilde paylaşabilmeye ilişkin bilişsel yeterliğin, duyuşsal özelliğin ve davranışsal becerilerin tamamı şeklinde tanımlanabilir.
Sosyal yaşamda insanların birlikte yaşamasını sağlayan işbirliği, paylaşma, sorumluluk alma ve güven gibi dinamiklerin oluşmasına katkı sağlayan faktörlerden biri de mahremiyettir. İki insan arasında olan şeyin bu iki insana ait olduğunu ya da sadece onlara özel olduğunu belirleyen en temel faktör mahremiyettir. Örneğin iki insana ait özel bir alanda yaşanması gerekenleri herkesin gözleyeceği bir alanda yaşasalar bu etkileşimin gerektirdiği yakınlığa asla sahip olamazlar.
Bir kişinin eşine, arkadaşına, annesine, kardeşine, doktoruna ya da psikolojik danışmanına anlatacağı şeyler farklılaşabilir. Kime, neyi, ne kadar ve nasıl anlatılacağını belirleyen ölçüt de mahremiyettir. Bu bağlamda mahremiyet bir kişinin bir başka kişiye nasıl davranacağını ve aynı zamanda o kişinin de kendisine nasıl davranması gerektiğini belirleyebilmektedir. Bunun diğer adı haddini bilmektir denilebilir. Bu sınırların konması mahremiyetin oluşmasına, mahremiyet ise saygı, sevgi, dostluk ve güven duygularının oluşmasına yol açmaktadır.
Mahremiyet, kişinin kendisi hakkında kimin hangi bilgiye sahip olup olmadığını belirmek içinde önemlidir. Çünkü mahremiyet, kişinin kendisi hakkında kimin, neyi, ne zaman, ne kadar ve nasıl bileceğini belirlemede kontrol duygusu sağlar. Kişinin kendisi hakkında kimin neyi nasıl ve ne kadar bildiğini ve nerden bildiğine ilişkin yaşayacağı kontrol kaybı sonucunda özerliğini de kaybedebilir. Bu bağlamda mahremiyet kişiye özerklik kazandıran önemli bir beceridir denilebilir. Mahremiyet sayesinde kişi kendi olarak başkaları ile birlikte sevgi, saygı ve güven için yaşamayı öğrenir.
Kişisel olan ya da kişiye ait olan alan topluma açıldığında aslında kim olduğumuzu bilmeyi, olabileceğimiz kişi olmayı sağlayacak olan kontrolümüzü de kaybetmek anlamına gelir. Bu döngü aslında hem kendimiz hem de toplumla ilişkilerimizin bozulmasına yol açmaktadır. Kişisel alan topluma açıldığında kişisel bilgilerin kontrolü de zayıflar hatta imkânsız hale gelebilir. İnsanın kişisel ve sosyal yaşamı için kendine saklayacağı özel bilgilerinin ve bu özel bilgilerin oluşturacağı ve sığınabileceği özel bir alanın olması gerekir.
İnsan farklı alt benliklerin toplamıdır denilebilir. Sosyal, mesleki, dini, akademik, arkadaş, eş vb. Bu alt benlikler bağlamında davranışlarımızda da farklılaşma olabilir. Örneğin, bir öğretmen öğrencilerine davrandığı gibi çocuklarına davranmaz. Bu farklılaşma birini aldatma anlamına gelmez, olması gereken şey budur. Bu süreç maske kavramı ile de açıklanabilir. Her birey kişisel, sosyal, mesleki ya da eğitsel alanlarda farklı maskeler ile etkileşimde bulunur. Bu maskeler etkileşimi zorlaştırmak yerine kolaylaştırır. Bir öğrenci sınıfta baba gibi davranan biri yerine öğretmen, bir çocuk evde öğretmen gibi davranan biri yerine babayı görmeyi ve onunla etkileşim içinde olmayı ister. Bu süreçte sorun olan şey bir kişinin sosyal hayatın her aşamasında herkesle aynı maske ile etkileşim içinde olmasıdır ki bu da uyum ve işlevselliğin bozulması anlamına gelir. Bu hassas dengeyi oluşturabilmenin belki de tek yolu kişinin mahremiyet becerisi ile mümkün olabilir.
Mahremiyetin korunması insan onurunun korunması anlamına gelir. Kişiye ait bilgilerin onun izni olmadan yani kontrolünün dışında paylaşılması ona yapılacak en büyük saygısızlık, haksızlık ve kul hakkıdır denilebilir. Böyle bir durum yani kişiye ait bilgilerin onun izni olmadan toplanması ve hikâyeye dönüştürülerek yayılması kişiyi özne yapmak yerine alınıp satılabilen bir nesneye dönüştürür. İşin daha vahim olanı, zaman zaman kişilerin bu sürece hizmet edecek şekilde mahremiyet sınırlarını aşacak şekilde davranıyor olmasıdır. Günümüzde sosyal medya araçları sayesinde çok daha yoğun bir şekilde yaşanan “fark edilmek var olmaktır” yerine “beğenilmek var olmaktır” anlayışına dönüşmüştür. Bu amaca ulaşmak isteyen kişiler kendilerine ait olan ve olması gereken alanı ya da daha doğrusu alanları fark edilmek ve beğenilmek adına herkese açmaya başladırlar. Bu alış verişin satıcısı ve alıcısı da çok olunca mahremiyet olgusu ya da kavramı artık her geçen gün daha artan bir şekilde konuşulmayı zorunlu hale getirmiştir. Mahremiyetsizliğin yani kişisel ve toplumsa alanların iç içe geçtiği durumlarda ihtiyacı hissedilen şeyin yani mahremiyetin çok daha fazla farkında olunmaya başlandı.
Kişisel alan ile toplumsal alanların ulaştığı seviyede yeniden bir mahremiyet alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Mahremiyet olgusuna uygun olmayan davranışları görmezden gelerek yeni bir mahremiyet alanı oluşturma çabalarına sözüm ona “çağdaşlık” denmeye başlandı. Bir anlamda özel alanda ve özel zamanlarda iki insan arasında yaşanması gereken şeylerin toplumsal alan içinde sergilenmesi değil bu sergilemeyi görmezden gelerek mahremiyet oluşturmaya çalışıyoruz. Kişisel alan ile toplumsal alan arasındaki sınırların bu kadar iç içe geçmiş olmasından dolayı gelişimsel süreçlerde aşama aşama yaşanması gerekenlerde bir düzensizlik oluşmaya başladı. Bireyin bilişsel, duygusal, psikolojik ve fiziksel olarak olgunlaşma düzeyinin çok üstünde deneyimlere maruz kalması geleceği hiçbir boyutta hazır olmadan yaşamasına, bir başka deyişle geleceğin içinin boşaltılması anlamına gelmektedir.
Mahremiyet bir anlamda gelişim sürecinde bireyin doru gelişimsel deneyimler yaşamasını sağlama ve bu deneyimler bağlamında benlik ve kimlik duygusu kazanmasına yardım edebilecek en temel unsurdur. Epictetos’un dediği gibi sana ait olanı iyice saklarsan, başkalarına ait şeylere el uzatmazsan kimse senin mutluluğunu bozamaz.