Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Lucifer Etkisi, Kötülük ve Kutuplaşma

Lucifer Etkisi, Kötülük ve Kutuplaşma

Hemen hemen her konuda çabucak ikiye bölünebiliyoruz. Bir tamdan kaç tane yarım çıkabilir ki? Bir tam iki yarıma, o iki yarım başka iki yarıma, başka iki yarımdan bambaşka iki yarıma… Bir bozulma dönemi yaşayan dünya toplumları gibi biz de sürekli bölünmekteyiz.

Tarihin büyük bir bölümünde, toplumlar zengin ve güçlü azınlık ile yoksul ve güçsüz çoğunluk arasında keskin bir şekilde bölünmüş. Bu yöneten ve yönetilenler arasındaki en kalıcı bölünmüşlük ebedi bir beddua. Kutuplaşmalar, toplumsal isyanlara, devrimlere ve uzun süreli çatışmalara, savaşlara yol açmış. Ki sebepler çok çeşitli, anında bir neden yaratılabiliniyor. Araçsallaştırılmış din, etnik kökenler ve milliyetçi duygular kolaylıkla ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve çatışmalara yol açabiliyor. Günümüzde ise sosyal medya ve küreselleşme ile birlikte bir kutuplaşma nesnesi olan “mahalle baskısı”nın etkisi artık yerelden ziyade küresel bir boyut kazanmış görünüyor. İnternet trollleri, dezenformasyon kampanyaları ve yabancı düşmanlığı gibi olgular, küresel çapta varlığını artırarak sürdürmekte.

Kutuplaşma, tarihsel ve güncel örneklerde de görüldüğü gibi, toplumlar üzerinde derin ve yıkıcı etkilere sahip. Sosyal ayrışma, siyasal istikrarsızlık, ekonomik zararlar, şiddet ve çatışma riski ile demokratik değerlerin erozyonu gibi birçok olumsuz sonucu var. Akıllanamadık. Maske de kutuplaştık, yetmedi aşı da kutuplaştık… hayvan hakları, kadın hakları, siyaset… aklınıza ne geliyorsa hemen hemen her şeyde kutuplaştık.

Sanki dünya geneli ve ülke olarak bir kutuplaşma çağında yaşıyoruz.

Kimine göre normal kimine göre anormal olan, ancak tarihsel süreçte kayıt edilmiş dünya toplumlarına silinmez, onulmaz acılar yaşatan kutuplaşmanın ya da insanların kutup kıskacına bu kadar kolay girmesinin nedenleri neler olabilir ki?

Sosyologlara göre insanlar kendilerini sosyal gruplar aracılığıyla tanımlar. Bu grup üyeliği bireylerin özsaygısını etkiler. Genelimiz,  ait olduğu grubu (“biz” grubu) olumlu yönde değerlendirme ve diğer grupları (“onlar” grubu) olumsuz yönde değerlendirme eğiliminde. Bu, grup içi dayanışmayı artırırken grup dışı düşmanlığı ve kutuplaşmayı teşvik etmekte.  İkinci bir neden olarak yine genelimizde olan doğrulama yanlılığından bahsetmek mümkün. Genelimiz, mevcut inançlarını ve görüşlerini doğrulayan bilgileri arama ve bu bilgileri diğerlerine göre daha güvenilir bulma eğiliminde. Bu durum, kişilerin sadece kendi görüşlerini destekleyen haber kaynaklarını takip etmelerine ve farklı görüşleri görmezden gelmelerine yol açıyor. Doğrulama yanlılığı, kutuplaşmayı pekiştiriyor; çünkü, genelimiz kendi inançlarını daha da güçlendiren ve diğer gruplarla aralarındaki farkı artıran bilgiye maruz kalıyoruz. Grup polarizasyonu bir diğer neden olarak görülebilir. Bu, bir grup içindeki bireylerin, grup tartışmaları sonucunda daha aşırı pozisyonlara kayma eğilimini ifade eder. Bu fenomen, insanların başlangıçtaki eğilimlerinin grup içinde pekiştirilmesiyle meydana gelir. Örneğin, benzer görüşlere sahip bireyler bir araya geldiklerinde, bu görüşler daha radikal hale gelebilir. Bu, sosyal medyanın (özellikle twitter salyasının) ve online forumların, benzer görüşlere sahip kişileri bir araya getirerek kutuplaşmayı nasıl artırabileceğini sanırım açıklıyor (Sineklerin Tanrısı kitabını ya da filmini bu çerçevede özellikle öneririm).

Bir başka teoriye göre insanlar çelişkili düşünceler ve inançlar arasında rahatsızlık hissettiklerinde bu uyumsuzluğu azaltmak için çeşitli stratejiler benimser. Kutuplaşma bağlamında, bireyler, kendi inançlarına ters düşen bilgileri reddetme veya küçümseme eğiliminde olabilir. Bu, bireylerin kendi grup görüşlerine daha sıkı sarılmalarına ve diğer gruplara karşı daha düşmanca tutum geliştirmelerine neden olur. Evrimsel psikoloji perspektifinden bakıldığında, kutuplaşma, bireylerin kendi genetik grubunu (aile, akraba, kabile, aşiret, parti vb.) koruma ve destekleme eğiliminden kaynaklanabilir. Bu durumda bireyler sadece kendi bireysel üreme-genişleme-zenginleşme başarılarına değil, aynı zamanda genetik akrabalarının üreme-genişleme-zenginleşme başarılarına da yatırım yapar (sırtımı kaşı bende senin, uzayan kol bizden olsun vb). Bu, grup içi dayanışmayı artırırken grup dışı düşmanlığı teşvik eder.

Kutuplaşmanın nedenleri arasında empati boşluğu da önemli bir yer tutar. Bu, genelimizin diğer insanların (hayvan ve bitkiler de dahil) duygusal deneyimlerini anlamada zorluk çekme durumumuza işaret eder. Kutuplaşma bağlamında, bireyler karşıt görüşlere sahip insanlara karşı empati geliştirmekte zorlanabilir. Bu, diğer grupların perspektiflerini anlama ve onları “insanlaştırma” kapasitesini azaltır, böylece kutuplaşma derinleşir.  Bu bağlamda psikolojik araştırmalar siyasi, örgüstel vb. lider ve otorite figürlerinin empati boşluğu yaratmada ve böylelikle kutuplaşmayı nasıl etkilediğini konusunda hemfikir. Özellikle, yakıcı, yıkıcı karizmatik lider ve otoriter figürlerin, grup üyelerini birleştirme ve dış gruplara karşı düşmanlık beslemeye teşvik etme konusunda etkili oldukları tarihsel örneklerle sabit. Hitler, Stalin, Mussolini örneğinde olduğu gibi bu tür liderler, retorik ve propaganda kullanarak kendi gruplarının üstünlüğünü ve dış grupların tehlikeli veya değersiz olduğunu vurgulamakta mahir. Dünya genelinde siyasetçiler, oy almak için kutuplaştırıcı söylemler kullanmaktan çekinmedikleri gibi farklı gruplar arasında düşmanlık yaratmak ve toplumsal sorunları çözmek yerine onları alevlendirmekten de çekinmiyor.

En az siyasiler kadar etkili olan diğer bir neden ise, genelimizin bilgileri değerlendirirken daha kolay hatırlayabildiğimiz örneklere dayanma eğiliminde olmamız. Erişilebilirlik  eğilimi, medya tarafından sıkça vurgulanan olayların, insanların algılarını ve tutumlarını nasıl şekillendirdiğini açıklar. Medya, kutuplaştırıcı olayları ve söylemleri sıkça gündeme getirdiğinde, bu olaylar ve söylemler bireylerin zihinlerinde daha erişilebilir hale gelir ve kutuplaşmayı artırır. Medyayı suçlamak ne kadar doğru bilemiyorum çünkü medyanın olumludan daha çok olumsuz haber vermesi kaçınılmaz. Çünkü evrimsel bir gerçeklik olarak insanlar olumsuz bilgilere ve olaylara olumlu olanlardan daha fazla dikkat eder ve bunlara daha güçlü tepkiler verir. Tehlikeleri ve olumsuz olayları fark etmek ve bunlara hızlıca tepki vermek, atalarımızın hayatta kalması için kritik öneme sahipti. Bu nedenle, genelimiz olumsuz bilgilere daha fazla dikkat edip, bu tür bilgileri daha uzun süre hatırlama eğilimindeyiz.

Yankı odaları kutuplaşmanın bir diğer nedeni sayılabilir, kendinden başkasının ne dediğini duymamak... Farklı siyasi veya dünya görüşlere sahip kişilerin farklı haber kaynaklarına erişimi, “echo chambers” (yankı odaları) oluşmasına ve kaçınılmaz olarak kutuplaşmanın derinleşmesine neden olmakta. Sosyal medya platformlarının algoritmaları, kullanıcıların ilgi alanlarına uygun içerikleri göstererek “echo chambers” oluştururken bu durum, farklı görüşlere sahip kişilerin birbirleriyle etkileşim kurmasını zorlaştırmakta ve kutuplaşmayı artırmakta.

Bir bataklığa dönen sosyal medya platformlarındaki maaşlı trolllük ve nefret söylemi, kutuplaşmayı körükleyen diğer önemli bir faktör. Trollük, farklı görüşlere sahip kişiler arasındaki iletişimi engellemekle kalmıyor aynı zamanda toplumsal gerilimleri artırıyor. Başkalarını kızdırmak veya provoke etmek amacıyla yapılan, kasıtlı olarak kışkırtıcı veya rahatsız edici davranışları kapsayan maaşlı fitne-fesatçılığın nedeni bir başka pazar yazısının konusu olmaya aday.

Tüm bu nedenler arasında kanaatimce bu nedenleri yaratan mekanizma cennetinden kovulmuş insanın taşıdığı “korku”. Evine dönememe korkusu sıradanlaşan kötülükle birleşince işte dünya “şu andaki” gibi oluyor.

Korku, tehlike veya tehdit algısıyla tetiklenen bir duygu. Biyolojik olarak hayatta kalma içgüdüsünün bir parçası. Vücut, tehlikeye yanıt olarak “savaş ya da kaç” (fight or flight) tepkisi veriyor. Bu, adrenalin salgılaması, kalp atışlarının hızlanması ve kasların gerilmesi gibi fiziksel belirtilerle kendini gösteriyor. Korku, insanı tehlikeden korumak için evrimsel bir mekanizma olarak gelişmiş olsa da günümüzde korku sadece biyolojik bir mesele olmanın ötesine geçmiş, bir silah.

Korku artık günlük yaşamın parçası. Sıradanlaşan kötülük de öyle.

Toplum içinde kabul görme ve onaylanma arzusu, genelimiz için sosyal korkularımızın temelini oluşturmakta. Genelimiz başkaları tarafından yargılanma, reddedilme veya alay edilme korkusuyla hareket ediyor. Bu tür korkular, sosyal etkileşimlerde çekingenlik ve kaygıya yol açıyor. Genelimiz aslında korkak. Kimileri korkusunu güçle kapatıyor, kimileri mal-mükle, kimileri makam-mevkiyle, kimileri tarikatla. Başarısızlık korkusu, genelimizin günlük yaşamında karşılaştığı yaygın bir duygu. İşte, okulda veya kişisel hedeflerde başarısız olma düşüncesi, bizi endişelendirmekle kalmıyor bu korku risk almaktan veya yeni deneyimlere adım atmaktan da alıkoyuyor. Gelecekle ilgili belirsizlik,  genelimizin sıkça deneyimlediği bir başka korku kaynağı. İşsizlik, sağlık sorunları, ekonomik istikrarsızlık gibi geleceğe dair endişeler, sürekli bir korku durumu yaratıyor. Bu korku, bugünü yaşamaktan alıkoyarak, sürekli bir stres ve kaygı hali yaratıyor. Bireysel bağlamda sürekli bir korku hali, anksiyete, depresyon ve diğer zihinsel sağlık sorunlarına yol açıyor. Toplumsal pencereden bakıldığında ise sürekli bir korku atmosferi, toplumsal paranoya yaratıyor.

Gelelim lucifer etkisine. İnsanın içindeki karanlık yönlerin ve gücün kökenini açıklayan bir kavram bu. Bu kavram, genellikle iyi olarak kabul edilen insanların, belirli sosyal ve çevresel faktörlerin etkisi altında, nasıl kötü veya ahlaksız davranışlar sergileyebileceğini açıklamakta. Zimbardo, bu durumu “şeytanlaştırma” süreci olarak tanımlıyor. İnsanın içindeki iyilik, uygun koşullar altında kötülüğe dönüşebiliyor. İnsanın içindeki iki güç (iyilik-kötülük) sürekli mücadele halinde, kimin kazanacağı hangisinin beslendiğine bağlı. İçerdeki iyi ve kötü eğilimlerin, toplumsal yapılar ve psikolojik süreçlerle etkileşime girerek kutuplaşmaya yol açtığını ifade eden bu kavram konumu ne olursa olsun insan davranışı ve toplumsal eğilimler ile yakından ilişkili. Mesela, lucifer etkisiyle güçlü bir konumda olan insanlar, ahlaki değerlerini bir kenara bırakma ve kendi çıkarları için başkalarına zarar verme eğilimi gösterebilir. Güçlü bir konumdaki kişiler, kendi grubunu korumak adına etik olmayan davranışlarda da bulunabilir.

İyi insanlar kötülük edebilir mi? Evet, güçten zehirlenmek mümkündür.

Bu olguyu destekleyen çok sayıda deney var. Mesela, Stanley Milgram’ın itaat deneyleri insanların otoriteye ne kadar kolay itaat edebildiklerini ve bu itaatin yıkıcı sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor. Bu deneylere göre, özellikle güçlü ve karizmatik bir otorite figürü tarafından yönlendirildiğinde, kişiler kendi vicdanlarını ve ahlaki değerlerini bir kenara bırakıp emirleri yerine getirme eğilimine girebiliyor. Kalabalık içindeki birey, anonimleşme ve grup baskısı nedeniyle, normalde yapmayacakları davranışlarda bulunabiliyor. Büyük bir grup içinde hareket eden birey, sorumluluğun kendilerine düşmediğini düşünerek, etik olmayan davranışlara daha kolay katılıyor. Farklı gruplara veya bireylere karşı geliştirilen düşmanlık ve önyargılar, bu kişilerin insanlıktan çıkarılmasına ve onlara zarar verilmesinin kolaylaştırılmasına yol açabiliyor. Benzer şekilde Philip Zimbardo’nun Stanford Hapishane deneyi insanların sosyal rollerin etkisi altında nasıl değiştiğini ve kötüye kullanıcının gücünü gösteriyor. Aynı bağlamda Solomon Asch’ın uyum deneyleri insanların sosyal baskı altında yanlış bilgilere bile bile uyma eğiliminde olduklarını gösteriyor. Solomon Asch’ın uyum deneyleri, ilk bakışta basit bir laboratuvar deneyi gibi görünse de günümüzün karmaşık sosyal yapısı içinde oldukça güncel ve alakalı sonuçlar ortaya koymakta. Asch’ın bulguları, pek çok güncel sosyal sorunun temelinde yatan psikolojik mekanizmaları anlamaya aday. Sosyal medya platformlarında, bir kişiye veya gruba yönelik yapılan linç kampanyaları, aslında Asch’ın deneylerindeki grup baskısına benzer bir şekilde işliyor (Şerif Mardin’in mahalle baskısı kavramındakine benzer). 

Genelimiz grubun genel görüşüne uymak için haksız suçlamalarda bulunmaktan, bazılarımız haksız davranışları görmezlikten gelmekten, dilsiz lucifer olmaktan çekinmiyor.

Neticede lucifer etkisini artırıyor, kötülük sıradanlaşıyor ve yeni kutuplaşmalar köşede bekliyor.

Güncellenme Tarihi
  • 28 Temmuz 2024, 10:30
Yazının Adı
Lucifer Etkisi, Kötülük ve Kutuplaşma