Ruh sağlığı, insanın psikolojisinin, duygusal yönünün ve sosyal etkileşimlerinin huzura hizmet etme düzeyidir. Düzeyden kast edilen; psikolojik, duygusal ve sosyal işlevselliğin derecesidir. Bu üç alandaki işlevsellik düzeyinin yüksek olması ruh sağlığının iyi olduğu, düşük olması ise işlevselliğin iyi olmadığı anlamına gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre ruh sağlığı, "bireyin kendine ve içinde bulunduğu topluma katkıda bulunabilmek için; yeteneklerinin farkına vardığı, yaşamın normal stresleriyle baş edebildiği, verimli çalışabildiği ve kendini geliştirebildiği bir iyilik durumudur”. Bu bağlamda ruh sağlığı, psikolojik iyi oluş, duygusal iyi oluş ve sosyal iyi oluş.
Psikolojik iyi oluşla ilgili beceriler; kendi sorumluluğunu alabilme, kendini kabullenme ve kendi ile yüzleşip saydamlaşarak sahip olduğu enerjiyi etkin kullanabilmesidir. Duygusal iyi oluş; duygularını tanıma, kabullenme ve doğru ifade edebilmenin yanında, olumlu ve olumsuz duygularını benlik bütünlüğünü bozmadan ve kişilik gelişimini engellemeden yönetebilme becerisidir denilebilir. Sosyal iyi oluş ise; yerinde ve zamanında ertelemeyi ve vaz geçmeyi başarması yanında, yerinde ve zamanında; paylaşabilmeyi, hayır diyebilmeyi ve kendi ile baş başa kalabilmeyi başarabilmesidir. Bu kişinin öngörülebilirliğini artırır ve bu öngörü başkalarının ona güven duymasının ön koşuludur denilebilir.
Yukarıda bahsedilen tablonun oluşması için bireyin temel bilişsel ve sosyal becerilere sahip olması gerekir. Bu beceriler arasında, bireyin duygularını tanıyabilmesi, kelimelere dökerek ifade edebilmesi, baş edebilme esnekliğine sahip olması, affetme esnekliğine sahip olması, bilişsel esnekliğe sahip olması, belirsizliği yönetebilmesi beden ve zihin arasında denge kurabilmesi, zihnin hayır dediğine bedenin de hayır demesi gerekir.
Bu bilişsel ve sosyal becerilerin oluşması çocukluk çağında başlayan gelişimsel deneyimler ile şekillenmektedir. Çocukluk çağında başlayan ve yetişkin kişiliğinin ve benlik tasarımının temellerini oluşturan bakım verenler değil bakım verme tarzlarıdır. Bir başka söylemle çocuklar ebeveynleri değil ebeveynliği deneyimler. Bu bağlamda kardeş olan çocuklar biyolojik olarak tek bir anne ve babaya sahip olsa da onların psikolojik olarak ebeveynleri farklıdır. Bu farklılık yetişkin yaşamada bireyi ya daha çok bağımlı, ya daha çok kendi içine kapanık ya da daha çok her şeye hayır diyen bir yetişkine dönüştürebiliyor.
Babam beni her zaman aşağıladı, azarladı ve iyi yaptığımdan emin olduğum şeyler için dahi asla beni onaylamadı. Olmak istediğim ve olabileceğim kendim olmaya çalışırken babamın olmamı istediği kişi olmaya karar verdim. Bu seçimden sonra bir başka söylemle kendimden vaz geçme kararından sonra sürekli babamın duymak istediği şeyleri duymasını, duymak istemediklerini saklamayı, görmek istediği beni ona gösterdim ve görmek istemediği esas kendimi ondan sakladım. Bu seçim işe yaradı ve babam beni bir daha azarlamadı, aşağılamadı tam aksine beni görmeye (beni değil kendi zihninde hayal ettiği olmamı istediği) başladı. Babam benim üzerimde uyguladığı bu yöntem ile hayalindeki beni gerçeğe dönüştürdü, bu onun için bir zaferdi fakat ben benim için çok değerli olan bir şeyi yani kendimi kaybetmiştim. Temel varsayımım, babama duymak istediği şeyi söylersen ve görmek istediği şeyi de yaparsan seni görür, onaylar ve sever. Çocukken sadece babama yaptığım şeyi şimdi herkese yaptığımı gittiğim terapide fark ettim. Aslında ben hiç büyümemişim. Bakıyorum da kardeşlerim benim gibi değil! Çünkü babam onlara asla bana davrandığı gibi davranmadı. Kendim olmadan sahip olduğumu sandığım ve aslında hiç sahip olmadığım ilgiyi, sevgiyi ve onayı kaybederim diye yıllarca sürdürdüğüm bu döngünün kronik bir stres kaynağına dönüştü.
Bu döngüden çıkmak için ne yapmam gerekir diye sorduğumda bana dört şeye ihtiyacım olduğu söylendi. Bunların neler olduğunu bir sonraki yazı da sizinle paylaşmak umuduyla……