Uzun yıllardır Karadeniz ve Akdeniz arasında gidip geliyorum. Ülkeyi kuzeyden güneye yılda en az üç dört kez geçiyorum. Annem Akdeniz’de ben de Karadeniz’de yaşayınca aslında bu yolculuklar gezme amaçlı olmuyor. Ortalama bir ülkem insani gibi sılayı rahim için seyahat ediyorum. Yani annemi ziyaret etmek ve akraba bağlarını yaşatarak güçlendirmek için!
Yirmi yıldan fazla bir süredir bu yolculuklar sürüyor. Kaç defa gidip geldim hatırlamıyorum. Şimdiye kadar hemen her mevsimde gece gündüz fark etmeksizin yolculuk yaptım. Zaman zaman türlü zorluklarla karşılaşsam da hiçbir zaman şikâyet etmeden bu yolculuklara devam ettim. Yolculukları yapabildiğim için her daim şükrettim. Çünkü yolun sonunda saf ve karşılıksız bir sevgi ile beklendiğimi bildim. Biliyorum.
Annelerimizin haklarını ne yapsak ödeyemeyiz. Doğurmak, büyütmek ve yaşatmak için katlandıkları zahmetleri tam manası ile anlayabildiğimizi bile düşünmüyorum. Kendi adıma annemin benim için yaptığı fedakârlıkları ancak eşimin hamilelik ve doğum sonrasında çocuklarımız için verdiği mücadeleyi görünce idrak edebildim.
O nedenle hem annemin hayır duasını alabilmek hem de gönlünü hoş tutabilmek için birkaç gün önce yine yollara düştüm. Bu sefer yalnızdım. Bir süre sessizce yola devam ettikten sonra bir ses duyma ihtiyacı nedeniyle radyoyu açtım. Haberler vardı. Gazze’de devam eden soykırım ile ilgili bilgiler aktarılıyordu. Bombardıman esnasında evlatlarını kaybetmiş bir annenin yaşadıklarına dair konuşmaları duyunca kadıncağızın nasıl bir acı içinde kıvrandığını kavramaya çalıştım.
Aklıma yıllar önce İngiltere’de benzer acıları yaşayan bir anne ile tanıştığım geldi. Yolculuğumun o anında içimi bir utanç duygusu kapladı. Tıpkı o anne ile konuştuğum günkü gibi. O vakitler İngiltere’de öğrenciydim. Hollandalı askerlerin denetimindeki Birleşmiş Milletler barış gücü karargâhına sığınan binlerce Bosnalı erkek Hollandalı askerlerin izni ile Sırplar tarafından 1995 yılında katledilmişti. Olay tarihe Srebrenitsa Soykırımı olarak geçmişti. Tanıştığım annenin çocukları o soykırımda öldürülmüştü.
O anne benim Türk olduğumu öğrenince gözlerimin içine bakarak “biz hep sizi bekledik, niçin gelmediniz” dedi. Hiçbir şey söyleyemedim. Sadece sustum. Mazlumlar bizi kendilerine yardım etmemiz için bekliyorlardı. Maruz kaldıkları zulümden onları kurtarabileceğimize inandıkları için bekliyorlardı. Uğradıkları vahşeti tüm dünya görmezden gelse bizim görmezden gelmeyeceğimizi bildikleri için bekliyorlardı. Lakin Bosna’ya ya gitmemiştik ya da gidememiştik. Belki de beklendiğimiz gibi zamanında gidememiştik.
Yolculuk boyunca evlatlarını gözlerinin önünde çaresizlik içinde kaybeden Filistinli anneleri hayal ettim. Bin bir güçlükle doğurup büyüttükleri evlatlarının zalimler tarafından katledilmeleri karşısında dayanılmaz acılar çektiklerini düşündüm. Evlat acısının dayanılmaz bir acı olacağı hissiyle Allah bizleri evlat acısı ile sınamasın diye dua ettim. Bosnalı anneler gibi Gazzeli annelerin de başka anneler evlatlarını kaybetmesin diye bizleri beklediklerini anladım.
Bir bekleyen ve bir beklenen olarak kavuşabildiğimiz için annem ve kendi adıma defalarca şükrettim. Ama Bosna’da olduğu gibi yine geç kaldığımızın farkındayım. Gazze’ye gitmeliyiz. İçinde bulunulan savaş ortamı nedeniyle bizler birey olarak oraya doğrudan gidemeyebiliriz. Fakat yardımlarımız ve dualarımız ile orada olduğumuzu mazlumlara hissettirmeliyiz.
Daha da önemlisi bu ülkenin iktidarı ve muhalefetinin yönetici elitinde yer alan tüm iyi insanlar bir araya gelerek Gazze katliamını önlemek için bir çözüm üretmeliler. Zor olabilir. Lakin Kartacalı devlet adamı Hannibal’ın filler ile Alpler'i geçmenin imkânsız olduğunu söyleyen komutanlarına açıkladığı gibi ya bir yol bulmalılar ya da bir yol yapmalılar.
Tarih onları çağırıyor ve Gazzeli anneler onları bekliyor.