İsveç’te Rasmus Paludan’ın Kur’an yakma eylemi ile Hollanda’da Wagensveld’in Kur’an yırtma eylemleri bir süredir Avrupa’da devam edegelen Kur’an yakma ya da yırtma eylemlerinin son halkasını oluşturuyor. Yakın dönemlerde muhtelif Avrupa ülkelerinin muhtelif kentlerinde ortaya çıkan bu eylemler şüphesiz ki bireysel eylemler olmanın ötesinde mahiyetler taşımaktadır. Bu eylemler bir bakmışsınız devlet izni ve polis korumasında yapılmakta bir bakmışsınız aşırı sağcı bir partinin öncülük veya desteğiyle gerçekleştirilmektedir. Yani resmi kurumlar tarafından ya desteklenmekte, ya engellenmemekte, ya himaye edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in kameralar önünde yakılması veya yırtılması, Kur’an-ı Kerim üzerinden yürütülmeye çalışılan çirkin provokasyonlara yönelik kamuoyu oluşturabilecek tepkiler de söz konusu olmuştur. Bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim’e karşı yapılan bu saldırılar doğal olarak ve haklı olarak her bir Müslümanın âleminde bir infiale neden olmaktadır ve olmalıdır. Eylemin gerçekleştirildiği yerden binlerce km ötede ancak ve hiç olmazsa dilimiz ve kalbimiz ile buğz edebilmekteyiz ki bu da bir birey için en azından yapılması gerekenin bir veçhesini oluşturmaktadır.
Bu hadsizlik karşısında, her bir Müslümanın kendi âleminde, yani kalbinden ve dilinden başlayarak en şiddetli muhalefeti ifa etmekle tam da mükellef olduğu bir zamanda ve bir hadisenin tanıklığındayız. İş bu yazı bir kötülük görüldüğünde en azından kalp ve dil ile yerine getirilmesi gereken mükellefiyetin bir gereği ve tezahürü olması niyet ve niyazıyla kaleme alınmıştır.
Hz. Peygamber’in (SAV); Safa Tepesi üzerinde “Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek desem, bana inanır mısınız?” diye başladığı sözlerine “Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” şahitliğiyle insanlara tebliğ edilen Kur’an; tüm insanlığa; doğrunun ve yanlışın, iyiliğin-kötülüğün ne olduğunu bildirmekte, insanın kendi dünya ve ahiret saadeti için yerine getirmesi veya yapmaması gerekenleri bildirmektedir. Kur’an; kâinatın, hayatın, ölümün ve ötesinin sahibinin Allah olduğunu, Efendimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu dava etmektedir.
Kendi dünya ve ahiret saadetine düşman olduğu gibi başkasının dünya ve ahiret saadetine de mani olmak isteyen, hatta o kadar ki hayatını Kur’an’ın güzelliklerine ve doğruluğu düşmanları tarafından dahi inkar edilememiş olan Efendimize (SAV) alenen düşmanlık etmek üzerine inşa edenler daha Kur’an nazil olurken ortaya çıkmıştır. O dönem Ebu Cehil ve Ebu Leheb bu düşmanlıkta en ileri gidenler, düşmanlık edenlerin en meşhurları olmuşlardır. Hatta sonraki çağlar boyunca düşmanlık edenler için bir mikyas nihai bir ölçüt unsuru olmuşlardır. Sonraki çağlar boyunca bu düşmanlıklarında ileri gidenler hep var olmuş, her çağda neredeyse Ebu Cehiller ve Ebu Lehebler eksik olmamıştır.
Öyle ki bayrak şairi olarak bilinen Arif Nihat ASYA (1904-1975) Naat şiirinde bu hali şöyle ifade etmektedir.
“Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor..
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!”
……….
Kur’an-ı Kerim’i yakan, yırtan, onları koruyan, kollayan, destekleyen, himaye eden ülke ülke dolaşan, şehir şehir ortaya çıkan çağın Ebu Cehil ve Ebu Leheblerine “Kur’an-ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu” bir kere daha ihtar etmek gerekiyor.
“Zalikel Kitabü la raybe fih” “İşte kitap; onda asla şüphe yoktur. (Bakara 2)”
İŞTE KİTAP…