Bir varmış bir yokmuş. Kâinatta bizim bildiğimiz dünyadan uzak bir durak ve o durakta bir müddet kalan canlar varmış. Dünya gezegeninde yaşayan, insanların dıştan şekillerine bakarak hayvan dedikleri canların Firdevsiya’ya gitmeden önce eskiden yaşadıkları o dünyaya bir daha gitsek mi gitmesek mi diye durup düşündükleri, dinlendikleri; dünyaya ilk defa gidecek ruhların ise bedenlenip tecrübelilerden bilgi edindikleri Spatyommuş burası. Dünyada yaşayan insanların dıştan şekline bakıp hayvan dediği tüm canların ruh olduğu, özgürce koşabildiği, konuşabildiği, ayrım hissetmediği, eziyet görmedikleri, bir müddet kaldıkları yermiş Spatyom durağı. Son ikamet Firdevsiya’ya gitmeden, yaşarken ve can vermeden önce eğer eziyet çektilerse çektikleri eziyetlerin hesabının görüldüğü, ruhsal yaraların iyileştiği, kabusların son bulduğu muhteşem Spatyom…
Spatyomda normal bir gün. Herkes işinde gücünde. Yeni bedenlenenler, bedeninden kurtulanlar derken her şey normal akışında. Dünyadayken eziyet gören yavru kedi Eros yeni ışınlanmış Spatyoma. Şaşkın. Oldukça şaşkın. Ne oldu? O eziyet, işkence bitti mi? Hiç de anlayamamıştı ölümü Eros. Ne de o canavarın neden onu tekmelediğini. Çok ama çok işkence görmüştü vicdansızdan. Canavar asansörde kıstırmıştı onu ve... Biraz önce kendisinin çıktığı binanın bacasının renginin turuncudan yeşile döndüğünü gördü Eros. Yeni bir can daha ışınlandığı galiba dünyadan diye düşündü. Eziyet görmemiş olsa bari diye iç geçirdi. Bacanın rengi sürekli değişiyordu. Ne kadar çok gelen var diye düşündü Eros. Aaa bu tanıdığı biriydi. Rokko’ydu bu. Sahibinin onu neden iple arabaya bağladığını ve bağlı halde arabayla koşturduğunu anlamayan garip Rokko. Elinden geleni yapmış, yorulup yere serildiğinde sahibi bağırıp çağırıp tekmeler atmıştı ona. Rokkonun midesi üşümüş ve kusmuştu. Bütün neden kusması mıydı? Sahibinin gözlerinde yanan öfkeden korkmuş, patisiyle olabildiğince yüzünü kapatmıştı Rokko. İstese sahibini ısırabilirdi. Ama onu koruyacağına söz vermişti bir kere. Bir köpek sözünden asla dönemezdi.
Eros seslenince Rokko önce şaşırdı sonra anında mutlu oldu. Bedenlerinden yeni kurtulmuş Eros ve Rokko etraflarından gelip geçenlere bakıp, Spatyomum nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Derken diğerlerinin bir yerde toplanmaya başladığını gördüler. Onlarda herkesin merakla baktığı yere baktılar. Renli bir ilan ve bu ilanda kocaman cümle … şöyle diyordu: “Kaçırmayın. İnsanat bahçesi bugün açılıyor. Dünya gezegeninden türünün en son örnekleri bu bahçede yer alacak…”. İlandaki son cümle dikkate değerdi. “Spatyomdan dünyaya gidecek olan yeni bedenlenen canlar gitmeden önce bu türü yakından tanıyın…”.
Erosla birbirlerine baktılar. Onlar insanı tanıdıklarını sanmıştı. Oysaki…
Kalabalıkla birlikte aktılar. Sonunda insanat bahçesine vardılar. Erosla Rokko insanı yeterince ve yakından tanıdıklarından İnsanat bahçesine gitmemek istemişlerdi ama yeni bedenlenen hevesli arkadaşlarını kıramamışlardı.
Ayrı ayrı kafesler. Çoğu kapalı. Bir kısmı açık ama elektrikli çitlerle çerçevelenmiş. İçinde türlü türlü insanatlar. Birbirlerinden farklı gibi görünselerde özellikle kafaları ve kaplerini saran karanlık katran dikkat çekici. Aynı içinde yer aldıkları zindan renginden ürpertici bir karanlık.
İnsanat bahçesinde yer alan kafeslerin içine konan yemekler yeni bedenlenen ve dünya hakkında hiç bilgisi olmayanların ilgisini çekiyordu. Hayatlarında hiç insanat görmemiş henüz yeni yeni bedenlenenler meraklarına yenilip kafeslere yemek koyan işçiye sordular: “Nasıl bir şey insanat? Ne yer ne içer?”
İşini ciddiyetle yapan hafif göbekli işçi bu soruya gülmüştü. Şapkasını çıkarıp kafasını kaşımış: “Yeni bedenlenen canlar, kafese koyduğumuz bu yemekler dünyadan geldi. Geldikleri ortamı özlemesinler, buraya daha çabuk alışsınlar diye dünyalarında yedikleri, en çok sevdikleri yemekleri koymamız gerekiyormuş…”
Yeni bedenlenen canlar işçinin işaret ettiği yemeklere kuşkuyla bakmışlardı. Çalışanın dediğine göre bir anlamı olmayan dünyada adına para denen kağıttan paçavralar bir araya getirilerek destelenmiş, destelerden neredeyse gökdelenler yapılmış, sadece kafesin içine değil kafeslerin arasına da dizilmiş desteler göğe kadar yükselmişti. Bu kadar parayı bir insan nasıl yiyebilirdi ki? Kafesin içinde üç çukur vardı: Birinci çukura simsiyah, yapış yapış sıvılar dökülmüştü. Dünyada adına petrol deniyormuş. İkinci çukurda ise sarımtırak akışkan bir sıvı vardı. Yeni bedenlenenler birbirine baktı, sarı renkli maddenin adı altınmış. Üçüncü çukurdaki ise kırmızı renkli bir sıvıydı. İşçi onun önünde durdu, uzun uzun baktı: “insanlar en çok bunu sever” dedi. İnsan kan dökmeyi de içmeyi de sever”.... Yeni bedenlenenler anlamsız anlamsız bakarken, işçi devam etmişti: “insanat obur bir türdür. Ye ye doymaz. Kendilerine zarar vermesinler diye hem kafeslerine hem kafes aralarına bol bol alıştıkları yemeklerden koyuyoruz”.
Tonlarca yığılmış parayı, altını, kanı gören Eros ve Rokko’nun yeni bedenlenen ve dünyaya bir an önce gitmek için yanıp tutuşan arkadaşları meraklı meraklı, bu kadar yiyeceği nasıl yiyecek ki bir insan diye sormuştu. Başka işleri olduğunu hatırlayan işçi onları dünyaya gidip gelmiş bir başka işçiye havale etti. “Geri kalanını ondan öğrenirsiniz” demişti. Başlı işine geri dönerken “umarım insanatı anlamak için ömürlerin yetmeyeceğini de anlarlar” diye düşünmüştü. Erosun yanıbaşındaki müstakbel kedi dünyaya gidip-gelmiş olan bu işçiye insanatı sordu. Tecrübeli işçi aman dikkat dedi. “İnsanat ısırır, yer, bitirir hem kendini hem diğerini”... Tecrübeli işçi şöyle devam etmişti:
Yeni bedenlenenler tecrübeli işçiyi ilgiyle dinlerken, diğer işçiler bir yandan tabelaları kafeslerin önüne koyuyorlardı. Erosla Rokko insanatı iyi bildiğinden kımıldamamışlar yerlerinden ama yeni bedenlenenler konulan tabelaları okumak için seğirtmişlerdi.
Birinci kafesin önündeki tabelada “Teflon İnsanatlar” yazıyormuş, açıklamada ise: Teflon cinsi insanat, merhametin olmadığı insanat modelidir. Teflon nasıl kendi yanmadığı halde içinde bulunanı yakarsa, teflon insanatta hemcinslerine acı vermesine rağmen hiçbir üzüntü ve suçluluk hissetmez. Teflonların hiçbir eylemi onlara yapışıp iz bırakmaz. İşledikleri hiçbir suçtan suçluluk duymazlar. Etrafta gösterişle dolaşan ama acıma, pişmanlık, merhamet ve suçluluk hissi duymayan bir insanat tipidir. Bu insanat türü acıma duygusu taşımadıkları gibi empatiden de yoksundurlar. Şefkatten uzak olan teflonlar, beyinlerinde şefkat duygusunun gelişmesi ve hemcinslerine merhamet duyabilmeleri için acı çeken hemcinlerinin görüntülerini bolca izlerler. Sadist eğilimleri vardır. Bir avdan başka bir ava kayıp savrulup giden teflon, dahi olduğunu düşünür. En büyük üzüntüsü kendisinin kıymetini ondan başka bilen olmamasıdır”.
Zübük İnsanatlar: Zübük cinsi sümsük insanatlar her türlü olumsuzluğu çekip, uzatıp stres yaşar ve yaşatırlar. Her şeyden şikayetçi olurlar ve hiç mutlu olamazlar. Bunlar yakınmacıdır. Her şeyin olumsuz tarafını görürler. Gergin ve kaygılıdırlar. Sünger gibi cıvıklığı, sululuğu görünce şiştikçe şişerler. Üşengeçtirler. O nedenle pasaklı ve pistirler. Sürekli işinden, gücünden şikâyet eder, bir sorun çözülmesi gerektiğinde sorunu çok büyütürler. Zübüklerin beyinleri suludur, pancar motoru gibi çok sesli çalışır. Kendi kendilerini soğutup, bir türlü rahatlatamazlar. Dışarıdan birinin sıkması gerekir. Ani tepkiler verirler. Sonunu düşünmeden hareket ederler. Aceleci, sabırsız özellikleri nedeniyle durup-düşünüp-yapamazlar. Akıllarına ilk gelen şeyi söylerler. En son duyduklarının etkisinde kalırlar. Güçsüz, kararsız, sebepsizce fikir ve ruh hali değiştiren, boşluklar içinde yaşayan bir ödlektir zübük”.
Çamur İnsanatlar: Çamur türü insanat ise adına yakışan şekilde her şeye, her yerde, her zaman bulaşırlar. Aylaktırlar ve neyle temas ederlerse onda kesin çamur gibi iz bırakırlar. Bulundukları ortamı, birlikte olduklarını kirletirler. Her an karşısındakini öfkelendirecek, üzecek ve kızdıracak bir şeyler yaparlar. Diğerlerinin hayatını karartmaktan zevk alırlar. Aşağılayan bir dil kullanırlar. Yalnız kalmaya mahkumdurlar. Gururlarıyla övünen, hiçbir şeyi iplemeyen çamurların gururları yüzünden bir diğerine neler yapabileceği, onu ne hale getirebileceği, onu nasıl bunalıma sürükleyeceğini engelleyebilecek, karanlık etkilerini yok edebilecek bir ışık yoktur”
Taşkapli İnsanatlar: Karanlıkta başka aydınlıkta başka yaşayan, teflon, çamur ve zübüklerin tüm özelliklerini içinde barındıran bir karışımdır. Ne yapacağı kestirilemez, serseri mayın, hiçbir şeye değer vermeyen avcıların avcısı, yakıp yıkan, sonra da kendi yarattığı alevlerle savaşan bir cins. Hepsinden daha tehlikeli. Taşkapli karanlık ve yıkıcıdır. Haklı olmak için kaos yaratmaktan çekinmeyen, cümlesine “ben” diyerek başlayıp “ben” diye bitiren ve bunu yaşam tarzı haline getiren, taş kalbi gibi taş kafası testosteron kaslarla kaplı, eziyetten zevk alan, konuyu anlatıldığı gibi değil, anlamak istediği gibi anlayan maddiyat, güç ve kariyer ile kafayı bozmuş taş kalpliler genelde hep baş yarar. Bunlar kara sinek gibidir. Adı üzerinde uçucu, çürütücü, sorumsuz, kayıtsız, duygusuz, bencil, tembel, gösterişine düşkün ve menfaati bitince terk edici. Doyumsuz, bitmez tükenmez isteklerin tutsağı olan bu tür; fırsatçı, menfaatçi, aç gözlü, sömürecek beden bulmada bir akrobattır. Genellikle başkalarının atıklarıyla beslenmekten çekinmeyen bu cinsin kendi ürettiği tek şey çürütmektir. Gerçekte cılız, zayıf, yardıma muhtaçtılar. Kendi girdiği kavanozun içine hapsolduğunda çıkışın nerede olduğunu kendi başına bulamayan, birinin yol göstermesine ihtiyacı olan kara sinek gibi taşkalplilerin aklı da kıttır”.
Daha bir sürü tabela vardı insanat türü hakkında okunması gereken…
Yeni bedenlenenler ve dünyaya gitmek, insanata yoldaş olabilmek için heyecanla gün sayanların kafası karışmıştı…
Bedenlerinden ve eziyetlerinden kurtulan, Firdevsiya’ya gitmek üzere yola çıkan, onlara el sallayan Eros ve Rokko’ya soran gözlerle bakıyorlardı.
Doğru mu yapıyoruz?
…
Güle güle Eros ve Rokko…
Tekrar karşılaşabilmek ümidiyle.