Var olan, yerleşik tüm görüşlerin, bildiklerimizin yeniden ele alınması gerektiğine inanan bir muhalifim. Doğru bildiğimiz yanlışlar olduğu kadar yanlış bildiğimiz doğruların da olabilmesi kuvvetle muhtemel. Bu nedenle ilk yazıda insanı ve yaşamı ne olarak bildiğimizi düşündürtebilmeyi amaçlıyorum.
İçinde kainatı barındırdığına inanılan insan kimine göre doğası gereği bilmek ister; kimine göre ise doğası gereği mutlu olmak. Doğası gereği bilmek ve mutlu olmayı istemekle birlikte insan aynı zamanda var olmak ve var kalmak ister. Kimimiz maddiyatıyla var olmak isterken kimimiz yaptıklarıyla var olmak ve var kalmak ister. Kimi belli bir düşünceyi (ekolü, felsefeyi, görüşü) savunarak, yaşayarak ve uygulayarak var olmak isterken kimi hayata, olana, olmuş olan ve olacak olan her olasılığa ve potansiyele karşı daha esnek ve stokastik bir anlayışla var olmak ister. Kimi salt akla ve rasyonelliğe yönelirken kimi aklın tek başına özgür, sınırsız ve yaratıcı olamayacağını, aklın kurallarla düşünebileceğini ve kurallarla düşünen aklın aslında esir bir akıl olduğunu savunur. Bu nedenle akılla birlikte hayalin, imgelemenin yaratıcı enerjisini yaşar ve yaşatır. Kimi bilgiyi güç ve iktidar olarak görüp istifade ederken kimi kalıcı gerçeğin neşe olduğunu savunur. Mutluluk gibi geçici hazların peşinde koşanlara nazaran bulunması durumunda neşenin kalıcılığına inanır. Geçici mutluluk heveslerine karşın bilge ve kalıcı neşenin izini sürer. Kimi şartlara dayanamaz kötülüğe evrilir kimi içindeki neşeyi bulup ona sarılır, huzur bulur. Kimi özgür olduğunu düşünür kimi ise tersini; ancak, gerçekte ise her şey birbirine dolanıktır. Özetle, insan bir bağlantısallıktır (konektom); bu bağlantısallık insanı biricik yapar çünkü her insanın konektomu farklıdır; ayrıca konektom her yaşanan olayla kendini değiştirebilir, yeniden şekil alabilir.
Bilerek bilmeyerek, belirttiğim tüm bu yaklaşımlardaki ortak temel güdü canlılığını korumak ve devam ettirmektir. Dünya anlayışımızı ve buna bağlı olarak yaşamla olan ilişkimizi değiştirebilecek önemli bir farkındalık neyin canlı olduğu, canlı kaldığı ya da canlılığını nasıl koruduğudur. Bu bağlamda giderek destek gören bir görüşe göre kainatın en temel yapı taşı atom değil enformasyondur. Enformasyondan kasıt onun bir enerji oluşudur. Enerji kaybolmaz, kesintili bir süreçte form değiştirerek yaşamına devam eder. Sonunda kaynağına geri döner (kötü sözün, kötülüğün söyleyene geri dönmesi gibi). Doğası gereği enerji (bilgi-enformasyon) maddeye tesir eder. Etkileşimde bulunduğu enerjinin tesiriyle kendini yeniden düzenleyebilen her varlık ise canlıdır. Kendini her yıl yenileyen grip virüsü gibi rüzgardan, yağmurdan, sıcak-soğuktan aldığı enerjiyle (bilgiyle) kendini yeniden düzenleyip toprağa dönüşen kaya da canlıdır. Kısaca Barad’ın da belirttiği gibi her madde canlıdır; hisseder, düşünür, özler, acı çeker ve konuşur.
Canlının yaşamı kesintili bir süreçtir; her yeni bilgi (olay, deneyim vb) yeni oluşlar ve bozuluşları tetikler. Yaşamı ve içinde gerçekleşenleri bir süreç olarak değerlendirmeye örnek olabilmesi için bir gazetenin üçüncü sayfasında bir haber okuduğunuzu varsayın. Okumakta olduğunuz bu habere göre bir kişi başkasının evine girerek ziynet eşyası da dahil olmak üzere yükte hafif pahada ağır ne varsa çalmış olsun. Bu haber karşısında ilk izleniminiz nedir? Büyük bir ihtimalle “Hırsızlık kesinlikle kötüdür, başkasının malına göz koyan cezalandırılmalıdır” vb., olacaktır. Haberi okumaya devam edelim. Hırsız olduğu iddia edilen kişi iki sokak ötede yakalanmış ve kendisini yakalayan güvenlik güçlerine çocuğum aç olduğu için çaldım demiştir. İlk izleniminizde bir değişiklik oldu mu? Muhtemelen bir duygu veya kanaat değişimi gerçekleşmiş olabilir. Bu farazi habere devam edelim. Haberin geri kalan kısmında hırsızlık için girildiği iddia edilen evin aslında hırsız olarak yakalanan A’nın ağabeyinin evi olduğu, ağabeyinin geçmişte haksızlık yaparak babasının tüm mal varlığını üzerine geçirdiğini dolayısıyla hırsızlıkla itham edilen A’nın haklarını da gasp ettiğini okuduğunuzu varsayın. Şimdi düşünce, duygu ve sonuçta oluşabilecek kanaatiniz baştakiyle aynı kalmakta mıdır? (Hırsızlığı hoş görmek amacıyla değil sadece süreç bakış açısıyla nelerin değişebileceğine bir örnek oluşturması için bu örneği veriyorum.)
Her canlının yaşam sürecini etkileyecek bir bütünün farklı parçaları olan benzetici, farklılaştırıcı ve nötralize edici mekanizmaların devreye girmesiyle yaşamda ilişkileri, çelişkiler takip eder; çelişkileri ise çatışkılar. Bunu takip eden ise değişim, dönüşüm, oluş ve bozuluşlardır. Örneğin kişisel yaşamda denge kaybolursa yeniden dengeye gelmek için uğraş verilecektir (hasta olma durumunda bozulan vücut dengesini bulmak için verilen uğraş gibi). Yeniden dengeye gelme amacıyla çağrılara ya kulak asılacak ya kulak verilecek, yola çıkılacak, eşikler geçilecek, mücadeleler ve müdahaleler yaşanacak, dost zannedilen düşmanlar, düşman zannedilen dostlar edinilecek, her şeyin bittiği düşünüldüğü anlar yaşanacak, yine de yeniden ayağa kalkılacak, yol ödülle taçlanacak ama bu ödülü ele geçirmek isteyen oluşumlarla mücadele devam edecektir. Özetle, tekrar başa dönen kendini tekrarlayan bir süreçtir yaşam ve yaşamdaki insan. Biten ve sonlanan bir şey yoktur, süreç hep devam etmektedir; konektom sürekli yenilenecek ve belli bir “kafa yapısı-dünya görüşü- kişilik türü” şekillenecektir.
Olmuş olan ve olmakta olanın kendini farklı bir biçimde sahnelemesi ve göstermesi her zaman mümkündür. Temel özelliği tekrar olan bu sürecin mekanizması aynı kalmakla birlikte sürecin sonucunda ortaya çıkan neredeyse her zaman farklıdır. Yaşamı genellikle karşıtlıklar içinde düşünür ve algılarız; canlı-cansız, özne-nesne, iyi-kötü vb. Aslında bu yaşamı nasıl anlamamız gerektiği hakkında bize dayatılan “ya o ya bu” mantığının günlük hayata yansımasıdır. Ancak, insanı ve insanlığı avucunun içine alan “ya o ya bu” mantığı başat değildir. Çünkü “hem o-hem bu” mantığı yaşamın bir başka gerçeğidir. Yaşam genel anlamıyla “hem o hem bu” sürecidir. Süreç görüşü özne-nesne ayrımımızı şüpheli hale getirir. İnsanı edilgen bir varlık olmaktan kurtarır. Edilgen varlık tanımı gereği insan dış etkilerce kontrol edilebilen, etkilere tepki veren bir varlık olarak gösterir. Oysaki insan tam anlamıyla bir potansiyeldir. Her zaman ne yapacağı, ne düşüneceği ve nasıl davranacağı kesin bir netlikle tahmin edilemezdir. İnsanı yapan-eden özne olarak görmek, böylelikle onu her şeyi bilen ve kontrol edebilen bir tanrı konumuna yükseltmek sonuçları itibarıyla tahrip edicidir. İnsanı bir yana maddeyi bir yana koyan özne-nesne çerçevesinde değerlendirmenin sonuçları genel olarak yıkıcıdır. Örneğin, doğa bir yana insan bir yana ya da toplum bir yana insan bir yana. Oysa özne-nesne ayrımındaki insanı fail olarak gören anlayıştan daha farklı olan görüş insan, her madde gibi eyleşen bir varlıktır görüşüdür. Eyleşme eylemin failinin tek başına bir nesne, özne olamayacağını savunan eylemin özne ve nesneyle birlikte yapılıyor oluşudur. Eyleşme bakışına göre insan yapan/eden bir özne, eylemi yapan tek fail olmaktan daha ziyade söz konusu eylemi bilinen bilinmeyen bir sürü failce birlikte gerçekleştirmektedir. Örneğin bir kişinin bir konuyu anlaması sadece anlatan kişinin becerisine ya da donanımına bağlı değildir, “anlama” anlatanla anlamaya çalışanın ortak eylemidir. Yani eyleşme görüşü özne ve nesneyi birbirinden ayırmaktan daha çok her şeyin birbirine dolanık olduğunu ima eder.
Süreç felsefesiyle uygunluk taşıyan eyleşme görüşünün önemini şu örnekle açıklamaya çalışayım. Doğa nerededir nerede başlar? Birçok kişi bu soruya ilk olarak “dışarıda, orada” şeklinde yanıt vererek doğayı kendi dışında başlatmaktadır. Kendini doğanın dışında gören insanın bu görüşü doğru mudur? Kanaatimce değildir, çünkü doğa insanın kendinden ve kendiyle başlar. Skolastik-stokastik, canlı-cansız, madde-süreç, etkileşim-eyleşim, özne-nesne vb karşıtlıklar yerine her şeyi birlikte eyleşen olarak görmek arasındaki fark ilk bakışta önemsiz görünmekle birlikte bu bu fark aslında çok önemlidir. Düşünsenize doğayı orada bir yerde bir şey/nesne olarak gören bir kişinin doğaya karşı davranışlarıyla doğayı kendisinde gören bir insanın doğaya nasıl davranacağı kaçınılmaz olarak farklı olacaktır. Bir hatırlatma yapayım: Her ne kadar yapılan simülasyon çalışmaları böceklerin yok olması durumunda dünyada yaşamın elli yıl içinde sonlanacağı, insanın yok olması durumunda doğal yaşamın hiç görülmedik bir biçimde zenginleşerek coşkuyla yaşamına devam edeceğini belirtse de insan ve doğa (diğerleri, toplum vb) eylemin eş-faillerdir. İnsanın her şeyi kontrol edebileceği inancını körükleyen özne-nesne ayrımından uzaklaşarak karşılıklı olarak doğanın insandan insanında doğadan sorumlu olduğu, hem insan olanı hem insan olmayanı içine alan bir anlayışla nasıl bir dünya yaratılabilirdi acaba?