Tatlı-tuzlu su birleşiminde yaşayan, umumiyetle Van gölü havzasında varlığı görülen bir balıktır. Neredeyse her iki suyun özelliğini varlığında barındırır.
Bölgeye çok ciddi bir ekonomik katkısı olmasa da balık kültürünün varlığı için psikolojik gerçekliği yadsınamaz.
Su kültürü ve balık lezzeti bağlamında kişinin yalnızlığını saf bir ortama taşımasından Van gölü havzası içinde yaşayanlar için de önemlidir.
Bunların yanında ülkemizin genel-geçer gerçekliklerinden bazıları için bir metafor görünümü de verir inci kefali balığının ilk bahar mevsiminde üreme hallerinin kutsal yolculuğu yani zorunlu-gönüllü göçü.
Her yılın mayıs aylarının son haftasında Van ilimizin Erciş ilçesinde insanlar bir panayıra koşar gibi giderler o mekâna. Bölge illerden dahi insanlar bu seyrin zevkini yaşamak için vakit ayırır ve ta kilometrelerce öteden o anı yaşamak için gelirler bu ilçeye. Bilhassa bu balıkların hayatlarını riske etme anlamına gelen ters akıntıda yüzme merasimini, yolunu şaşırmış yolculuk serüvenini izlemek bir karnaval görüntüsündedir.
İnci Kefali balıkları yumurtalarını bırakmak ve baharın o serin sularında doyasıya dolaşmak için suyun ters akıntısına doğru sürülerle hareket etmeye başlarlar. Bu tatlı suyun zemini kum ve kayalık, derinliği de az ve yüzeye yakın olduğu için seyrin zevki ve doğum için verilen o mücadelenin hayreti bir başka olur o anda.
Bu ihtişamlı su altı ve zaman zaman da güneşin parıltıları ile inci taneleri gibi saçılan su üzerinde bulunulan doğum sancıları travmaları seyrine doyum olmayan bir peyzaj oluşturur. Mamafih yolunu şaşırmanın faturası ağır, hareketin hayata maliyeti yüksek olur onlar için. Lakin o anlarda ve o mekânlarda yapılacak tek şey bakmakla görmek arasındaki farkı anlamlı kılmaktır zannımca.
Bu ters akıntının yani inci kefali hareketinin bu mevsimde her zaman değişmez iki seyircisi vardır. Yerde insanlar, semada martılar.
Talihinin tersine olarak yerdeki insanlar en zararsız seyircilerdir. Çıkar gütmeden ve inci kefalinin hayatının devam etmesine hiçbir tuzak kurmadan sadece seyrin zevkini yaşamak isterler o dönemde. Ellerinde telefon, görmelerinde hayret, bütün jest ve mimikleriyle suyun içindeki ve dışındaki ters hareketi yakalamanın telaşı ile kendinden geçme halleri vardır. Hatta bu durum bazen öyle trajik-komik vaziyetler alır ki kareyi yakalama yerine kendini bir anda suyun içinde görme durumları oluşur. Bağrışmalar, birbirini ikaz etmeler, su içindeki balık seyri karşısında kendinden geçmeler insanın çocukluk masumiyetini bir anda kareler gibidir. Karanın siyahlıkları içinde insanlar o anda semanın bütün maviliği ve beyazlığının saflığını gösterir bir haldedir. O anda dünya cennet olsa hakikaten bu insanlar da melek olurdu diyebileceğiniz bir fotoğraf oluşur.
Bütün beyazlıklarına karşın bir leş kargaları ve hain fırsat avcıları olarak semada dolaşan martılar ise bu anın ve seyrin belki en dikkat çekici trajik karelerinden biridirler. Suyun yüzeyine yaklaşan bilhassa üzerine çıkan her inci kefali bir yaşam-ölüm savaşının en acı olanıyla karşılaşır. Çünkü İnsana huzur veren o suyun ihtişamlı akışının yanında üzerinde hareketli ve sesli dolaşan bir beyaz bulut parçası gibi hareket eden o martılar balıkları avlayarak hüzün verir yüreği hisli olan ve aklı başından alınmamış insan evladına. Muhtemelen bu hüznün o an tek farkında olan insandır. Çünkü ne inci kefali o hareketinden geri kalır bütün tehlikelere rağmen ne de beyaz martılar avlamaktan uzak durur onca inci kefaliyi kursaklarına indirmelerine rağmen. Bu seyirde insanın gönlünü inciten taraf ise katil martıların ve av konumunda olan inci kefallerin mücadelesini sadece seyretmesi hatta kayda alarak etrafına göstermesidir.
Her yıl bu manzarada, suyun altında kalarak yani kendi öz vatanına kanaat edip dışına çıkmayarak ters akıntıda da olsa yüzen inci kefallerinin nasıl yaşamda kaldığı görülür. Buna karşın aklının şaşkınlığı, duygularının karışıklığı ile hatta o küçücük beyni ve gözleri ile dışarıyı anlamadan nefes alma adına suyun üzerine çıkan inci kefalilerinin semada hareket ederek pusuda bekleyen, bütün masumiyetlerinin yanında bir katil gibi duran martılara yem olan doğum ve ölüm anlarını görmenin ıstırabını yaşar insan olan insan.
Ve insan normalliğin harikalığını görmeyerek yine aldanır. Vatanının kutsiyetini küçük şeylere feda edecek kadar akıntının tersine doğru bir yolculuk serüvenini yaşama macerasına girişmeyi göze alır.
O masumiyet perdesi altında hayatlarına göz dikenlerin vahşi hallerini inançlarının azametiyle görseydiler olmaz mıydı…