Çok insani iki zeka.
Zeka diyorum; çünkü, öylesine küçük bir deney yapın, etrafınızdaki gülebilenleri gülemeyenlere göre daha zeki bulduğunuzu fark edeceksiniz. Ne de olsa mizah-espri yapmak da mizahın-esprinin hakkını vermek de zeka gerektiriyor. “Bir insanın anlayış kapasitesi onun neşesiyle, gülebilmesiyle orantılıdır” denirse sanırım yanlış bir ifade olmaz.
Gülmek aynı zamanda bulaşıcı bir şey, esnemek gibi. Duyguyu yaratan, aktaran, bulaştıran, genişleyen, mesafeleri aşan, kuralları yıkan bir enerji.
300’den fazla kasın çalışmasına ön ayak olan gülebilme bağışıklığı da güçlendiriyor. Yapılan araştırmalara göre çatık kaşlı huysuz yaşlılar hemen ölürken, güler yüzlü sakin mizaçlı, esprili yaşlılar uzun uzun yaşıyorlar. Kahkaha, yalnızca mutlu olmamızı sağlayan endorfinin salgılanmasına yol açmıyor, aynı zamanda ağrıyı da azaltıyormuş. Bu etki gülme esnasında ciğerlerden dışarıya verilen hava nedeniyle oluşuyormuş. Özetle, bir NEFES, RAHATLAMA alışkanlığı olan mizahtan anlamayan öbür tarafa hızlıca gidiyor. Gülmekten ölen yok ama gülemediği için ölen çok. O nedenle, C vitamini, D vitamini, PROTEİN takviyesi kadar gülme depolarını da doldurmakta fayda var; çünkü o tam bir “detoks.”
Tabii ki olumsuz türleri de var: Ezici, üstünlük sağlayıcı, küçümseyici gülme, alaycı gülme, manalı gülme, kasıtlı gülme, bıyık altında gülme, kaygılı gülme, dışlayıcı gülme… ve gülmenin vasıtası kasıtlı ve masum espri türlerini de unutmamak lazım.
Yine de bir gülücük nelere kadir.
Kişisel bir anımı aktarayım. Anneler şanslı, neredeyse tüm hayatları boyunca biyolojik, psikolojik, sosyolojik, oyun mekanizmalarla anneliğe hazırlanabiliyorlar. Çocukla bağı daha çocuk olmadan çok ama çok önce kurabiliyorlar, içten gelen bir şey. Ama ya babalar? İkizler doğduğunda beni gerçekten şaşırtan geçici bir durum yaşadım. Elimdeki buruşuk varlıklara şöyle bir baktım, babalık hissi hemen geldi, omzuma kondu desem haksızlık ederim. Babamla bu konuda dertleştim, bana “ilk gülücüklerini bekle, gör, anlarsın” dedi ve bilge adamın dediği gibi de çıktı. O ilk gülücüğün bağ kurucu etkisini bende bana sorulduğunda aktaracağım bir sonrakine, umarım.
Yapmacık, imalı ve kinayeli, rol icabı falan değil samimi, içten gelen gülmenin bir “özgürlük” hali olduğu da açık.
İnsan gülebildiği kadar özgürdür ve gülebilme ve güldürebilme yeryüzü ile gökyüzünün düğünüdür. Hele biri “kasım kasım kasılan, ciddiyete mahpus surattaki kaslarını asan, kaçlarını sürekli çatan böylelikle güçlü görüneceğini uman, ezmeyi, inim inim inletmeyi yüce bir iş sanan kendini bilmez otoriteye” bile gülebiliyorsa, onu “ti’ye”, alaya alabilmeye başlamışsa içindeki özgürleşme kıvılcımı ateşe dönüşmüştür. Ateş bu hem yakar hem hayat verir. Gülebilmeyle baskıdan, korkudan, endişeden, ne yapacağını bilememezlik halinden, önünü göremediğin sisli puslu, beyinleri tümörleyen, arabeskle karnını doyuran bir dünyadan; havayı içinize rahatça çekebildiğiniz bir dünyaya adım atılır. Ama bu memlekette gülenlere her nedense gıcık olunur, mesela: Tıkabasa dolu metrobüste birkaç kişilik genç arkadaş grubunun aralarında gülüp şakalaşmasından nasıl da rahatsız oluruz, dikkat edenler vardır. Fakat genelde bir şey denmez, insanlar çekinirler! Fakat, tek başına ayakta veya otururken kitap okuyana ya da telefonunda işaret parmağı kasını geliştirenlere tepki sıfırdır!
Neyse, ciddiyet ve başkasına ayar verme çukurunda debelenen, kahkahaları baltalayan, bastıran akla laf edemeyeceğim, lakin iki insan arasındaki en kısa mesafe olan gülmek için Gogol şöyle diyor: Gülme, kamçı değil de nedir? Yoksa gülme bize boşu boşuna verilmiş bir şey midir sanıyorsunuz? Dünyada hiçbir şeyden korkmayan bir ahlaksız ondan boş yere mi korkuyor? Demek ki o bize, iyi bir işe yarasın diye verilmiştir.
Otoritenin haksız ve hukuksuzca tıktığı, hapisten kaçmak için tünel kazmışlığı hatırlatılıp “peki toprağı ne yaptınız?” diye sorulduğunda, “topraksız köylüye dağıttık” cevabını verenlere gülebilen var mı?…
Gülme basit değil ciddi bir konudur. Bergson’a göre komiğe, gülmeye yaşama karşı duyulması gereken bir saygı ile, ciddiyetle yaklaşmak gerekir. Gülmenin ciddiyetten uzak olarak görülmesinin de ona karşı duyulması gereken saygıyı azaltmaması gerekir.
Gülmek hele hele kendine gülmek güç ister, altyapı ister, zaten çok gülebilen insanlar çoğu zaman en çok acı çekmiş olanlardır. Hayatın her halinden geçen, feleğe şapkasını ters giydiren bu insanlar kendileşmişlerdir, başkalarının arasında özgür olmasalar da kendi içinde özgürleşmişlerdir, bundan dolayı da özgürce gülebilirler.
O nedenle üniversitelerde okuma listelerinde mizah dergilerine muhakkak yer verilmeli diye düşünürüm. Ne de olsa gülmek bedava, geriye kalan her şey parayla.
Birgün biri bana “bir insanda ne aranmalı” diye sorarsa, mesela çocuklarım tavsiyeme kulak vermek isterlerse, istisnasız tüm diğer özelliklerin mabedi ve menbası samimiyetle “gülebilen ve özür dileyebilen” derim hele bir de otoriteye kahkaha atabiliyorsa benim için en makbuller arasında yer alır. Maddiyatı aramak yerine güldüren ve gülebilen kişiyi ve yüzü arayıp bulabilmek… Hepsi bu.
Kahkaha deyip geçmemek lazım, beyin için tam bir oksijen bombası, kaslar için bir masaj aleti, ruh için bir ilaç. Artık yakınlarda olmayan birini, uzaktakini düşündüğünüzde o dudakların kıvrılmasıyla oluşan enerji araya giren mesafeye bile ilaç.
Gülme sadece duygusal ya da bilindik bir yüz ifadesi değil, çok şey barındırıyor. Çünkü, kendisi sadece fiziksel değil aynı zamanda biyolojik, kimyasal, psikolojik bir armağan. Gülümsemenin kökeninin evrimsel geçmişimize dayandığı ve insan gülümsemeleri ile primatlarda görülen sessiz dişleri sergileme arasında benzerlikler olduğu yaygın olarak söylenir. Bazen teslimiyet, durumuna göre saygı, çoğu zaman keyif ve eğlence.
Ama neticede bir meydan okuyuş.
Değinmeye çalıştığım gülümseme sahte, maske olan değil. Bir başkasına hoş görünme gayesi hiç değil. Tek başınayken dahi evde atılabilen kahkaha. Öyle böyle gülmek değil, katıla katıla gülmekten ölmek ya da gözün yaşarması da değil ama gülerken gözün içinin gülmesi, gülüşüne kurban olmayı kast ediyorum.
Neticede, her ne kadar insan homo ridens olarak tanımlansa da (gülen bir varlık) dünyadaki gülen tek varlık insan değil. Duygu taşıyan her şey güler.
Güldüğümüzde, sık sık başkalarına eğlendiğimiz hakkında bilgi veriyoruz ve diğerlerini de katılmaya davet ediyoruz. Bu tür ses davranışları, birçok hayvan arasında paylaşılıyor (çeşitli kedi ve köpek türleri, sıçanlar, birçok farklı primat, birkaç firavun faresi, yunus, orca balinası, fil…). Bu nedenle kahkahanın evrimsel olarak gelişerek diğer türlerin çıkardıkları seslerin insan versiyonu olduğunu düşünülüyor (alıntı).
Her durumda yanımızda olan, gülen güldüren, neşe saçan, bakınca gözlerinin içi gülen can dostlarımız için reva görülen tasarıya işte tam da bu nedenle katılmıyorum, akla gelip tasarlanmış olmasından dahi tüylerimi ürperten bu tasarıdan dolayı esaret altındaki sessiz dostlardan özür diliyorum.