Meksika’ya gitmeden önce aklımdaki genel Meksikalı imajı; uyuşturucu kartelleri, Amerika sınırından kaçak olarak girenler, sıcakta sombrerolarının altında bir köşede uyuyan tembel Meksikalılardı. Yaklaşık üç ay süren Meksika seyahatimizden sonra;
Mezo Amerikan kültürünün en ileri uygarlıklarını kadim topraklarında misafir etmiş Meksika’yı tanıdım.
Kocaman yürekli insanlarını, hâlâ geniş aile kültürünü mutlulukla yaşatan Meksikalılarla tanıştım.
Geleneksel kıyafetleriyle yaşayan köylülerini gördüm.
İspanyol egemenliğine karşı savaşan, okuma yazma bilmeyen Meksikalıyı bilhassa Meksika Devrimi’nden sonra eğitebilmek için dev duvar resimleriyle halkı eğiten muralist sanatçılarını tanıdım.
Ülkelerinin nasıl bağımsızlığına kavuştuğunu, topraklarından birer birer gelip geçmiş medeniyetleri, ananelerini, tarihlerini, okuma yazma bilmeyen halkına , kocaman bir resimde, binlerce ince detayla öğreten, ülkesini, tarihini, geçmişini sevdiren; David Alfaro Siqueiros, Diego Rivera, and José Clemente Orozco’yu tanıdım.
Atlas Okyanusu’na bakan Karayip Denizi’ni, Meksika Körfezini, Pasifik Okyanusu’nu gördüm.
Meksika’yı bir köşe yazısına sığdıramam, birkaç bölümde anlatabilirim. Amerikan filmlerindeki, Meksikalı imajını hafızalardan birazcık da olsa temizleyebilirsem ne mutlu bana. Meksika deyince, akla haklı olarak, uyuşturucu kartelleri geliyor. Doğru, özellikle ülkenin kuzeyinde kartel çok etkin, kanlı hesaplaşmalar oluyor. Biz daha güvenli bir seyahat adına kuzeye çıkmadık. Ama bu demek değil ki, orada yaşayanlar, karteller arasındaki savaşta kurşun yağmurunun arasında yaşıyorlar. Meksikalıların hep söyledikleri; sen kartele bulaşmazsan, kartel de sana bulaşmaz. Sokaktaki gazete bayilerinin raflarında her gün ana sayfa haberlerinde, kanlı hesaplaşma fotoğraflarını da görüyorduk.
Mexico Havalimanı’ndan dışarı çıkınca sizi karşılayan ilk çarpıcı manzara bir polis kamyoneti, kamyonetin arkasında robocop gibi giyinmiş en az 4 polis, bir makinalı tüfeğin etrafındalar. Herhangi bir olayda direk tarayabilirler. Günler içinde o polislere çok yol tarifi sorduk. Bu sokak güvenli mi, yoksa girmeyelim mi diye danıştık. Yüzlerinde kocaman gülümsemeyle bize her seferinde cevap verdiler. Nasıl söylesem o kadar sevimli insanlar ki o ürkütücü polis imajından bile çekinmiyorduk. Biz suçlu olmadığımıza göre korkacak neyimiz vardı?
Bu imajı aştıktan sonra dönelim yine Güzel Meksika’yı anlatmaya.
Bir pazar günü Mexico City de ne yapılır? Bit pazarları gezilir, parklarda, meydanlarda gezilir. Tatil gününün keyfini çıkaran Meksikalılarla muhabbet edilir, sokak yemekleri tadılır, yanına oturan Meksikalı eğer İngilizce biliyorsa bugün neler yapalım diye sorulur? Müze gezilir ki pazar günü müzeler ücretsizdir. Meydanlarda dans eden çiftler seyredilir, parklarda satranç domino oynayan Meksikalıların iç huzuru hissedilir.
Garibaldi meydanında mariachi dinlenir. Akşam arka sokaklardan otelimize dönerken, Meksikalıların önünde kuyruk olduğu tortillacıdan sıcak sıcak tortilla alınır. İşte bir pazar gününe Mexico City’de bunlar sığdırılır.
Mexico City, Londra’dan sonra ikinci sırada dünyanın sanat şehirleri arasında.
Bir hafta kaldık Mexico City’de. Her gün bir müze gezdik ama müzelerin dörtte birini gezememişizdir. Bize göre en önemlilerini gezdik.
Mexican Muralism-Meksika duvar resimlerinden bahsetmek istiyorum biraz.
Meksika devriminden sonra devlet, sanatçılardan kendi tarihlerini resmetmelerini istemiş. Çünkü halkın okuma yazma oranı o kadar düşük ki, bari resimlerle tarihlerini öğrensinler demiş. Onlar da Aztek, Maya tanrılarını, dindar, katı İspanyol katolizmini, köylü Meksikalıyı, günlük sokak hayatını harmanlayıp dev resimler yapmışlar her yere. Amerikalılar dayanamamış, bizim Amerikan rüyasını da çiz, bizimkiler de tarihlerini dev duvar resimlerinden öğrensinler demişler David Alfaro Siqueiros'e. O da çizmiş Tropikal Amerika’yı Los Angeles sokaklarına. Ama duvar resminin ortasına çarmıha gerilmiş bir maya tanrısı çizmiş. Amerikalı; nereden çıktı bu? Biz rüya gibi bir resim istedik sen yine işi karıştırdın demiş ve o güzelim duvar resmini beyaz boyayla kapatmışlar. Amerikalı sanatçılar dayanamamış, boyalı resmi kazıyıp tek tek onarmışlar, 80 yıl sonra ortaya çıkarmışlar Amerikan Rüyasını. Meksikalı sanatçıların özgün üsluplarından onların da ülkelerine olan sevgilerini hissediyor insan müzeleri gezerken.
Bu arada Frida Cahlo diğer sanatçıların yanında sönük kalıyor Meksika’da. Dünyada çok ünlenmiş; alınmayan kaşları, kırmızı ruju ve rengarenk giysileri ile. İdolü olmuş 2000’lerin başında genç kızların, feminizmin. Mücadeleci ruhu ile fethetmiş genç kızların kalplerini. Diego Rivera, Frida Cahlo’nun çapkın kocası. Frida, genç kızken geçirdiği feci tren kazasından bile daha kötü bir kaza olarak tanımlıyor kocası Rivera’yı. Ama ona hep aşık.
Meksika karnavallarından bahsedelim biraz da.
Orta ve Güney Amerika’da hemen her gün sokaklarda bir karnavala rastlayabilirsiniz. Meksika karnavallarının tarihinde, fakir kenar mahallelerin; sömürgeciliği, adaletsizliği, fakirliği kostümlerle, maskelerle, müzikle, dansla, hep birlikte ifade ediş biçimleri yatıyor. Yüzlerini çeşitli karakterlerdeki masklarla gizliyorlar ki bu protestolarını, korkmadan, çekinmeden gerçekleştirebiliyorlar.
Sistemi sorguladıkları için, yönetim tarafından, özellikle İspanyollar ve kilise tarafından yasaklanmaya çalışılmış bu karnavallar. Ama soylusuyla, fakiriyle, zenginiyle, işçisiyle, köylüsüyle, Meksikalılar o kadar çok sevmiş ki bu dile getiriş biçimini, sokaklar yasaklanınca, zenginler evlerinde, çiftliklerinde karnaval yapmaya başlamışlar.
Neredeyse yüz yıl süren bağımsızlık savaşları ve Meksika Devriminden sonra Devlet, karnavalları canı gönülden desteklemeye başlamış. Halkın bütün kesimlerinin, etnik toplulukların, birlikte eğlenerek, dans ederek kostümlerle, müzikle bir araya geldiği karnavallar tüm Meksika’da yaygınlaşmış. Her eyaletin, şehrin, kasabanın en az birer ikişer karnavalı var. Meksikalılar çok eğlenceli bir halk. Bu yazının, arka perdesine bir karnaval müziği koymayı çok isterdim.
Bir buçuk yıl geçti Meksika seyahatimin üzerinden. Hatırladıkça, kulaklarımda karnavallarının müzikleri çınlıyor. Biz Puebla ve Oaxaca Karnavallarına katıldık. Oaxaca-okunuşu Wa-ha-ka- da’ ki karnavalda, özellikle vücutlarını boyayan aseitodoslar vardı. Bazıları vücutlarını zift gibi bir boyayla kapkara boyuyorlar. Aseitodos’un kelime anlamı; yağlı, boyalı demekmiş. Karnaval da dans ederek yürürken, birdenbire önlerine gelen seyircilerden birine sarılıveriyorlar. Her tarafın zift oluyor ama darılmak, kızmak, gücenmek yok, sonuçta herkes eğlenmeye gelmiş karnavala. Aseitodoslarla resim çektirirken bir ara bana; seni de boyayacağım dedi, ama Allahtan boyamadı. Yumurta kabuklarının içine un doldurmuşlar, renkli grapon kağıtlarıyla süsleyip çubuklara takmışlar. Seyircilere bu süslü yumurtaları armağan eder gibi yapıp içindeki unu kafanızdan aşağı boşaltıveriyorlar. Karnavalda ziftlenmedim ama una bulandım. Buna da şükür, daha ne isterim.
Maskeler, vücutlarına taktıkları çanlar, karnavalın olmazsa olmazı. Düğün, gelin-damat kostümleri, protest bir parodi ile canlandırılıyor aslında karnaval tarihinde. Ama şimdilerde eğlenceli bir düğün alayına dönüşmüş bu gelenek. Meksikalılar, hatta Amerikalılar, Kanadalılar hemen arka bahçeleri; Meksika’ya gelip, karnavalda düğün yapıveriyorlar. Biz her birinin düğünlerine rastladık sokaklarda. Zengin bir Meksikalı düğününde, önce meşhur bir katedralde dini nikahlarını yaptılar, sonra organizasyon eşliğinde karnavala katıldılar. Smokinleriyle, tuvaletleriyle, hoplaya zıplaya Oaxaca sokaklarında kayboldular.
Kocaman üç kat etekleriyle, kafalarının üzerinde taşıdıkları sepetten bir sürü patlangacın patladığı Meksikalı kadın dansçıların, onlar patlarken, o üç kat eteklerini havalandırıp döndürmesi, ağızlarından da bizim zılgıtımız gibi bir Meksika zılgıtı atması inanılır gibi değildi.
Bir de meşhur ‘Ölüler Günü’ var. Geçmişi Aztek geleneklerine uzanıyor. Kasım’ın birinci ve ikinci günü kutlanıyor. Birinci gün, ölen çocuklar için, ikinci gün, ölen yetişkinler için kutlanıyor. Ölüler günü, kasvetli bir cenaze töreni değil, mezarlıkları ziyaret ediyorlar, süslüyorlar, hediyeler, yiyecekler götürüyorlar. Sonra merhumun, bütün yıl yalnızlıktan canı sıkılmıştır diye, iskeletini de alıp-işin şakası- karnaval kostümleriyle canlandırıp, hep birlikte eğleniyorlar. Ölenlerin ruhlarının, onurlarına düzenlenen bu karnaval için, geri döndüğüne inanıyorlar.
Kısacası hayatı, ölümü, karnavallarla süsleyip, acısıyla tatlısıyla dans ritminde hayatlarına devam ediyor Meksikalılar.