Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Gazze’ye Niçin Gidilmeli!

Gazze’ye Niçin Gidilmeli!

Bundan on dört yıl önceydi. Mevsim bahar, aylardan ise mayıstı. Varoluşun bahardaki heyecanı fizik ötesinin fiziğe yansıyan ihtişamlı baharını gösteriyordu. Dirilişin insanın başını döndüren ihtişamlı bahar sahifelerinin hızla dönüp dolaşması, yaratılışın o muazzam yapı taşlarının etrafta somutlaşarak kışın ölüm sahifesini örtmesi, ruhun varlığının bütün ihtişamıyla bedenlere bürünerek etrafta boy göstermesi, beden-ruh birleşmesinden tezahür eden bütün emellerin sonu görünmeyen uçlarının gurbeti unutturması ve nesnelerle olan ilişkimizde kendimizden geçmeden direnişin eyleme dönüşmesi gereken bu bahar zamanını yaşamamız gerekirken ne yazık ki dünyanın en acılı ve zulümlü coğrafyasındaki trajedi bizi keyifsiz kılmıştı.  Alem bir bahar şenliği yaşarken insanlık bir buhranın onulmaz acısının içindeydi. Alemi kaplamıştı zulmün karanlık dumanları. İnsanlık bir kurtarıcı nefesi arıyordu.

Herkes bir şeyler yapıyor, bu hayvani istiladan mazlumları kurtarmak için elinden geleni ardına koymamaya çalışıyordu. Bu kurtuluş hareketlerinden, iyilik erenlerinden bir grup vardı ki Hazreti Nuh’un gemisi gibi bir hazırlık içindeydiler. O’nun aksine denizden karaya imdat götürüp zulme dur demek istiyorlardı.

Bundan on dört yıl önceydi. Ülkemin her yerinden yüreği güzel insanlar denizden karaya sadece iyiliği ulaştırmak kötülüğe dur demek için bir araya gelmişlerdi. Herkes Antalya’daydı. Bu şehir asırlardır ilk defa bu kadar heyecanlı ve asil duruyordu. Sahilini ve bu yolcuları taşıyacak limanını döven Akdeniz’in dalgaları ilk defa bu kadar hayatbahş ve varoluş gayesine mutabık özlem ve hasretle yolcu karşılıyordu. Denizden esen Akdeniz rüzgarları cennetten esen bir meltem gibi ona açılacak yolcuların beden ve ruhuna, rıhtımda gözleri nemli bekleyenlerin yanaklarındaki göz yaşlarına dokunuyordu.

Mavi Marmara’ya binenler imanın cesaretiyle, imandaki iyiliğin en insanı yüküyle mavi sulara açıldılar. Herkesin yüreğindeki tek endişe iyilik yükünü mazlum limanlara yetiştirme emeliydi. Ölüm hayattan daha sevimli, ruh bedenin bütün karamuklarını aydınlatarak onu fiziğin ötesine götüren bir direnişteydi, his ve heveslerse mazlumlar için baharın o baş döndürücü dirilişindeydi. Sular sakin, dikkatli dalgalanırken gündüz güneşin gece de ayın gölgesinde gemidekilere arkadaşlık ediyordu. Geminin içinde bulunan bütün yolcular yalnızca Allah’a ibadet ediyor ondan yardım bekliyordu. Hayatın bir istikamet üzere gitmediğini bilen bu gönlü güzel yolcular her an kötülüğün burada da bir istilaya teşebbüs edeceğini biliyorlar ancak gemilerinin tek yükünün iyilik olduğunu bildikleri için korkunun onların semtine yanaşmasına izin vermeden imanın denizinde yol almaya devam ediyorlardı.

Bundan on dört yıl önceydi. Mavi Marmara’ya binenler içinde her yaştan ve meslekten iyilikseverler vardı. Gemi yol alırken herkes etrafındakilere güzellik ikram ediyordu. Bir masumiyet ve mazlumiyetle kaderdaşlarına ulaştırmak istiyordu kendinde olanları. Onların içinde diriliş neslinin ruhunu, Asım’ın neslinin çalışkanlığını ve edebini, nesli cedidin ahlak ve imanını taşıyan Furkan da vardı. Bir lise öğrencisi ve ömrünün baharındaydı. Sessizliğindeki letafet, hizmet edişindeki nezaket herkesi hayran kılmıştı. Ancak o edebinden başını kaldırıp kimsenin yüzüne uzun süreli bakamadan tekrar yerine geçiyor bir sonraki hizmet etme yolunu düşünüyordu. Bazen de ucu olmayan emel gurbetinin uzayan yollarında ailesini bilhassa annesini düşünüyordu. Onu çok özlediğini ama bunu hissettirmenin hakkı olmadığını bildiğinden içine kapanırdı. Günlükleri yüreğinin dili geleceğinin yegâne şahidi gibi görünüyordu.  Ve malumunuz üzre o masumların birçoğu gadre maruz kaldı. Furkan da şehadet şerbetini içti. Akdeniz o dem ömründe emsali görülmemiş bir acıya maruz kaldı. O gün bugündür ağlayıp durmakta hiddetle sahili vurmakta sahili aşıp kıyıları kendine dahil edecek bir şekilde öfkelenip kabarmaktadır.

Ve vakit on dört yıl sonraydı. Kıştan bahara geçen bir mayıs ayının evveliydi. Yıllardır devam eden zulmün aylardır soykırıma dönüşen en dehşetli kötülük zamanları yani bir milleti her şeyiyle yok etme girişimine karşı insanlık sessizliğe boğulmuş. Her iyilik hareketinin yanında karınca misali yeniden yeni bir Mavi Marmara sulardan karaya iyilik götürmek için harekete geçmiş.

Yeni iyilik hareketinin adı Özgürlük Filosu’dur. Çok heyecanlandım hemen müracaat ettim. Hayalen onlarca gemiden oluşan ve dünyanın her yerinden bu filoya katılan iyilik insanlarıyla Ak Deniz’e açılıyor ve Gazze limanlarına barış ve özgürlüğü ulaştırırken kötülüğe kilit iyiliğe de anahtar oluyorduk. Filoda beyaz bayrağı sallayan bir nefer olarak yerimi almıştım. Birden daldığım hayalden uyandım. Günler hatta aylar sonra yüreğimde büyük bir acıyla uyandığım gibi.

İyiliğin şahidi ümmetin şehidi olmak mıydı niyetim bilemiyorum. Gazze’ye yardım ulaştırmak mıydı amacım tereddütteydim. Hakikatte bir çelişkiler yumağında yani bunca heyecanlı bir hareketi elimize yüzümüze bulaştırma kaygısının en derinini yaşarken gemide olmaktan geri durmayan bir kararlılıktaydım. Tabii ki müracaatımı yapmadan evvel ailemle istişare etmiş onaylarını almıştım.

Bu devir konuşmanın şehvetinden çok eylemin lezzetini zorunlu kılan bir vakittir. İki ileri bir geri yapmaktan daha trajik bozulmanın olduğu yani çok geri bir sahte ilerinin hayatımızın esası gibi göründüğü bu demlerde binlerce samimi insanın insani hayır ve hürriyet hareketine müracaat ederken maruz kalacakları sükût-ı hayal içimde tarifi mümkün olmayan bir acıya dönüşmesi endişesi her geçen gün büyüyor. Hayırlı işlerin muzır manileri her zaman çok olur. İnsi şeytanlar bizzat içi başka dışı başka olanlar bu hayırlı işleri engellemek için farklı yüzlerle ortada çok dolaşır.

Ve vakit on dört yıl sonraydı. İnsanlık çok milyar, Müslümanlar birkaç milyar, zulmedenler birkaç milyoncuk soykırıma yıllardır maruz kalanlar da o kadardı. İnsanlık mazluma yabancı ve konforunda, Müslümanlar harim-i paki çiğnenen, namusu ayaklar altında mahvolan kardeşlerinin acısına ebkem olmuş, yabancılığın karanlığında kaybolup gitmekteyken bir aydınlık olarak açılmak istedik suların azgınlığındaki özgürlüğe.

Mavi Marmara’nın ilk iyilik yolculuğunun üzerinden on dört yıl geçmişti. Dünyada sadece bir ülkenin özgür olduğu aleme ilan edilmiş, yaşamına konforun hakim olduğu diğer ülkelerse nesnenin tamamen esiri olduğunu ne yazık ki yaşam diliyle itiraf eylemişti.

Kararlıydık. Etraftaki ne dudak bükmeler ne küçük gören iğdiş edilmiş konformist zihniyetler ne de bütün şaşasıyla dünyaya çağıran seküler anlayışlarla hiç ilgilenmiyorduk. Sürekli bu özgürlük filosunda olmalıyız ama niçin olmalıyız sorusunu da sorarak hazırlıklar yapıyorduk. Bir taraftan tarihin yakın zaman dilimindeki Srebırenitsa vb. katliamların aynısı hatta daha şiddetlisi Filistin topraklarında yapılırken sessiz kalan benimize kızarken diğer taraftan iyilik kervanıyla yola çıkma ümidiyle acımızı hafifletiyor ve yaşama tutunmaya çalışıyorduk.

Biz izzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden bir ecdadın ahfadıyız. Dünyaya, kişisel ıstıraplarda kaybolmaya, yalnızlıkla gelen kötümser ruh hallerinde tepinmeye, benimizin etrafını kalınlaştırarak fiziğin boğucu istilası altında yaşam sürdürmeye kısacası sadece bu yaşamın her türlü zevkini tatmaya ve tattırmaya gelmedik. Vaessefa insanlık hatta Müslümanlık tarihi hiçbir dönem bu dönemdeki kadar zilletli bir zaman dilimini yaşamamıştır zannederim.

Ve vakit on dört yıl sonraydı. Yeni çağ sizi her şeyden haberdar ederken aynı zamanda her şeye karşı da sorumlu kılıyordu. Bunu çok az insan idrak ediyordu. Kahır ekseriyet başını kuma sokmuş etrafı görmez çok çok azı ise imkânları zorluyor umut olayım derken umudunu kaybetmek üzere maruz kalıyordu bed muamelelere. İşte Özgürlük Filosu’nun yeni iyilik yolcuları olarak bu araftaydık. Çünkü her gün yola çıkma umuduyla umudumuzun nasıl kırıldığını, aslında asırlardır eyleme dönüştürülemeyen iyi niyet kötü organizasyon örneklerinden birini yaşamak üzereydik. Engellemelerin nasıl insanlık dışı olduğunu konuşturarak işi erteleten zihniyet adım adım başarıya ulaşırken biz de bu yolculuğa çıkmamızdaki niyet ve amelimizde bir samimiyetsizlik mi var diye can yakıcı bir şekilde o sorgulamayı yapmıştık. Gazze’ye niçin gidilmeli!

Ve vakit on dört yıl sonraydı. Müslüman kardeşlerim her gün soykırıma uğrayarak şehadet şerbetini içiyor acının en tahammül edilemezine maruz kalıyordu. Ne Mekke ve Medine ayağa kalkıyor ne İstanbul derde derman oluyor ne Bağdat ve Tahran imdat edebiliyor ne Kahire ve Şam düştüğü yerden kalkarak o kardeşlerinin göz yaşlarını silebiliyor ne İslamabat ve Kandahar cihat eli uzatabiliyor ne Beyrut ve Trablus eski kardeşliklerini gösterebiliyor ne Mağrip ülkeleri o şehametli özgür duruşlarını yeniden sergileyebiliyor ne Ürdün ve Yemen’den o yanık sesler yükseliyor ne  Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri vb. devalarını kardeşlerine tam ulaştırabiliyorlar ne de…   

Ve vakit on dört yıl sonraydı. Umut ile yeis arasında gelecek haberleri beklerken hep yola çıkacakmış gibi hazırlanıyorduk. Evet iştahımız kesilmiş ve ruhumuz bedenimize artık hakim olmuş gibiydi. Çok konuşmak değildi amacımız. Direnişin eylemin güzelliğinde saklı olduğunu bildiğimiz o özgürlük dirilişinin bizim için olduğunu anlamıştık. Gidemesek de artık tutuşmuştu yüreğimizdeki iyilik meşalesi ve o mazlum kardeşlerimiz için özgürlük ateşi. Artık biliyorduk niçin Gazze’ye gidilmesi gerektiğini gidemesek de.

Ve vakit on dört yıl sonraydı. Gidemesek de gidip de gelemesek de bilin ey dostlar niçin oraya gitmek istediğimizi.

Gazze’ye Niçin Gidilmeli!

Özne olarak yaratıldığımız bir evrende özgür kalabilmek için.

Çok değerli aynı zamanda bir hiç olduğumuz için.

Başkalarının ne yapabileceğini konuşmaktansa nasıl yaşamamız gerektiğine karar verdiğimiz için.

Normalliğin deliliğinden kurtulmak, bilincimizin sürekli yırtılmasına engel olmak için.

Geçmişin romantik hülyalarında, geleceğin fantastik yansımalarında dolaşmak yerine anın sadelik ve gerçekliğinde var olmak için.

Kozmosun tahmin edilemez mutlaklığında küçük bir nokta olan afili dünyadaki cevherlerden bir gubar olan benimizin, Yaratıcının sonsuzluğunda var olması ümidiyle varız demek için.

Oturup ağlamak için değil, koşup bağırmak için hiç değil, emin adımlarla, göz yaşlarımı içimize akıtarak onları görmek için.

Vesilelere müracaatın tevekkülü engellemediğini ortaya koymak için.

Sebepler dairesinde tevekkülün tembellik ve atalet olduğunu göstermek için.

İhlaslı ameli şerde dahi karşılıksız bırakmayan bir Rabbin hayrına vasıl olmak için.

Muhteris muktedirlerden, lümpen şehirlilerden, amorflaşmış entelektüellerden, cahil kent soylulardan, kurnaz ve iştahı doymaz köylü görünümlülerden hasılı insanım diyen insancıklardan olmamak için.

Irki üstünlük hastalığını, tensel renk farklılığının illetli iktidarını, millet öykünmesi narsisizminin nevrozunu, hazzın hiçlik dehlizlerinde kaybolan bireyin yalnızlık ve yabancılığını yaşamamak için.  

Kötülüğü abluka altına almak, iyiliği özgürlüğe kavuşturmak için.

Zayıf olduğumuz halde zayıfın hakkını kuvvetliden almak için.

Afrika kıtasındaki utanç ve vahşiliğimizi hafifletmek, siyah inci kardeşlerimizden özür dilemek için.

İstilacı ve istimlakçı insanlık ailesinin sadece kötülükten anlayan kısmının karanlığına bir mum yakmak için.

Dem ve damarlarımıza kadar benimizi saran, sistematik olarak da duyarsızlaştıran konformizme direnmek için.

Elimizin kârda kalbimizin YÂR’da olduğunu kendimize anlatmak için.

Hayattan çok ölüme ne kadar yakın olduğumuzu kendimize göstermek için.

Asla Gazzeli kardeşlerimiz için değil kendimiz için insanlığımızı kaybetmemek için.

Hayatımızda dört mevsim açan ve her daim güzel kokan en güzel çiçek sevgili eşimize, göz aydınlığımız, yaşamımızdaki en çıkarsız arkadaşlarımız evlatlarımıza daha yaşanılır onurlu bir dünya bırakmak için.

Öte yakada duran Efendimizin ve diğer bütün onu müjdeleyen Efendilerimizin yüzüne bakmayı engelleyen bir mahcubiyetten kurtulmak için.

Varlığı benimiz için yaratan Rabbimize tereddüt etmeden varlıktan vazgeçebileceğimizi benimize anlatmak için.

İslam’ın bu çağda aradığı Müslümanların Kur’anî ve Muhammedî müjdelerde bulunduğu ve bütün dünyaya ilan edildiği bu asrın sahabileri O kardeşlerimizi Üveysî bir aşkla görmek için.

Bosna’daki soykırıma, Halepçe’deki katliama, Ebu Garip’teki insanlık utancına, yok olan Halep ve Şam’ın direnişine, Çeçenya’nın asli direnişinin özgürlüğü getiremeyen acı ve ihtişamlı tarihine, Kandahar’daki savaşın yok ettiği bir milletin asil mücadelesine sessiz kalışa ve dahi yeni bir soykırımla karşı karşıya kalan Filistinli asr-ı saadet Müslümanlarına özrümüzün affını dilemek ve taziye vermek için.

Hasılı kelam kendimiz için kendimiz için kendimiz için…

 

Güncellenme Tarihi
  • 28 Nisan 2024, 00:13
Yazının Adı
Gazze’ye Niçin Gidilmeli!