Duygusal zeka, bireyin kendisinin ve etkileşimde olduğu insanların duygularının farkında olma ve kontrol edebilme becerisi ya da yeteneği şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımda vurgulanan mesaj duygulardır. Duygular ruh dünyasında neler olup bittiğini haber veren birer uzman gibi görev yaparlar. Duygular aynı zamanda bilişsel dünyanın da habercisidir. Bir başka deyişle bir yerde duygu varsa onun öncesinde mutlaka bir düşünce vardır. Fakat biz düşünceyi değil ancak bu düşüncenin dışa vurumu olan duyguyu gözleyebiliriz. Bu beceri yani duyguları gözleyebilme her şeyden önce bunu bilmeye yani tanımaya bağlıdır. Eğer bu beceriye sahip olunmadan sosyal hayata başlarsak birçok olumsuzluk ile karşı karşıya kalma riskimiz var demektir. Bunların başında sosyalleşememe gelir ki bunu başaramayan insanın kimlik duygusu gelişmez ve aynı zamanda bu da bireyin ait olma duygusunu olumsuz etkileyen bir halkanın eklenmesine neden olur. İşte sırf bu nedenden dolayı ailelerin çocuklarının duygusal zekalarını güçlendirici etkinlikler düzenlemesi ve özellikle bunun için çalışması gerekmektedir. Bu bağlamda aşağıdaki öneriler yapılabilir.
Çocuğun çarparak ya da düşerek canının yanmasına neden nesneyi ya da yeri döven her halde tek millet biziz sanırım. Ne kadar masum bir eylem fakat ne kadar uyum bozucu bir çıkarıma-canını yakanı döv- neden olabiliyor. Bu yüzden biz millet olarak duygularımızı kelimelerle ifade etmek yerine eylemlere dökerek ifade ediyoruz, yani biz duyguları dışa vuruyoruz ifade etmiyoruz.
Bireyin ruh sağlığı için en önemli risklerden biri de yaşadığı hissettiği fakat dışa vuramadığı duygulardır. Bu duyguların oluşturduğu baskı öyle bir noktaya gelir ki birey bunun farkında bile olmadan sonuçlarını yaşamaya başlar. Ağrılar oluşur, yetki kayıpları oluşur, hastalık hastası olur vb.
Duyguları korkmadan ve nasıl ifade edeceğimizi öğrenmek bir süreçtir. Bu süreç çocuk dünyaya geldiği anda başlar. Çocuğa korktun mu?, üzüldün mü?, kırıldın mı? vb. sorular sorma yerine neler düşünüyorsun ve ne hissediyorsun diye sormak ve hissettiği duygudan korkmaması ve özellikle de utanmaması gerektiğini öğrenmesine yardım etmek gerekir. Duygusundan korkan ya da duygusundan utanan kişi aslında hem kendinden korkuyor hem de kendinden utanıyor denilebilir. Böyle olunca çocuk duygu ile yaşamayı değil “duyguda” yaşamayı öğreniyor ve bir anlamda psikolojik olarak felç oluyor. Yoğun ya da sakin bir caddeden karşıdan karşıya geçmek isteyen bir çocuğun dikkate, dikkatinde korkuya ihtiyacı vardır. Korku ile çocuk dikkatli bir şekilde güvenle karşıya geçebilir. Korkuda olan çocuk ise bulunduğu yerin verdiği güvenlik hissine mahkûm “felç” olur.
Sonuç olarak, insanın en rahat ve güvende hissettiği an anlaşıldığı andır. İnsanı anlamanın yolu duygulardan geçer. Bir olay karşısında ne hissettiğimi tahmin edemeyen birinin bana söyleyecek bir sözü yoktur olsa bile bana faydası yoktur.
İletişim, insanoğlunun ihtiyaç duyduğu en temel unsur. Anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duyan belki de tek varlık insanoğludur. İletişimin bu amaca hizmet etmesi için ya da iletişimin bu görevini yerine getirebilmesi için başvuracağımız kaynak duygularımızdır. Ancak bu yolla insan diğer insanın kalbine dokunabilir. Ancak bir anne çocuğunun, öğretmen öğrencisinin, doktor hastasının işveren işçisinin kalbine dokunabilir. Tabi ki dokunmak isterse…..