Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Duygular Bu Kadar Önemli Mi?

Duygular Bu Kadar Önemli Mi?

Duygularımız olmasaydı hayatımız nasıl olurdu? Sadece mantıksal beyin temelli bir hayat yaşama sürecinde insan kendisi ve diğer insanlarla nasıl iletişim kurardı? Sanırım bu sorulara hiç düşünmeden “hayatımız çok anlamlı ya da çok anlamsız olurdu” şeklinde cevaplar verilebilir. Akla vurulduğunda böyle bir şey yani hayatı sadece mantıksal beyinle yaşamanın doğru olabileceği de geliyor. Duygular olmadan hayatı yaşamak, her şeyi mantıksal bir çerçeve içinde ele almak ve her şeyin kabul edilebilir bir açıklamasının olması hayatı daha şeffaf ve katlanılabilir kılabilir. İnsan diğer insanlarla birlikte yaşamaya muhtaçtır ve ancak bu şekilde psikolojik ve biyolojik var olmayı başarabilir. Belki de canlı yavrular için de bir başkasının bakımı olmadan hayatta kalma şansı olmayan insandır denilebilir. Bu karşılaştırma aslında insanın hayatta kalması için bir başkasına olan ihtiyacın önemini vurgulamak için yapılmaktadır.

İnsan her bir gelişim evresinde yaşayacağı ve hatta yaşaması gereken gelişimsel krizleri çözebilmesi için bir başkasına ihtiyaç duyar. Her bir evrede çözülen gelişimsel kriz hem bilişsel hem de duygusal anlamda kazanımlara yol açar. Sıfır bir yaş arasındaki çocuğun güvenli bir dünyada olduğunu bilmesi ve güvende olduğunu hissetmesi için bakım verenin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarını dengeli, düzenli ve tutarlı karşılamasına ihtiyaç duyar. Bu bilişsel farkındalık ve duygusal sığınak çocuğun hem kendisi, hem başkası ve hem de dünya ile bağ kurmasının tek yoludur.  Bağ kurmak için bilmek yetmiyor aynı zamanda bilinen şeyin beslediği duyguyu da yaşamak gerekir. Dünyayı hangi beyinle yaşamak daha doğru sorusu yerine dünyayı değil kendimizi yaşayabilmek için bütün beyin bölgelerine bütünleşme nasıl sağlarız sorusunu sormak gerekir.

Beyin bölgelerinin bütünleşmesi için süreç bağ kurmak ve sonrasında ise yönlendirmek şeklindedir. Bağ kurmak için duyusal beyne yönlendirmek için ise mantıksal beyne ihtiyaç duyulur. Hayatı sadece mantıksal beyin bağlamında ele alan; öğretmen öğrencisine, baba oğluna, işveren çalışanına, doktor hastasına, yolu bilen yolu kaybolana tavsiye vermekten başka bir şey yapamaz.  Bu tavsiyelere maruz kalan her bireyin hissedeceği şey tektir ve aynıdır “anlaşılmazlık” duygusu. Anlaşılmadığını hisseden insan kalabalıklar içindedir fakat hissettiği ve içine hapsolduğu duygu ise yalnızlıktır.  Yalnız insan ne kendisi ile ne de bir başkası ile bağ kuramaz. Kendisi ile ve bir başkası ile bağ kuramayan kişinin son durağı psikolojide adına depresyon deniyor. Bu noktaya nasıl gelindi? Bu noktaya, kişiyi anlamak, ona yardım etmek, ona verdiğimiz değeri anlasın diye, onun yanında olduğumuz ve yalnız olmadığını anlasın diye ısrarla kapattığı kapıdan yani mantıksal beyin kapısını kırmaya çalışarak ulaşmaya çalışarak gelindi. Bu kapıyı kıracak kadar zorlamak için ne yaptık, sadece tavsiye! Yere düşen ya da bir yere başını çarpan ve canı yanan çocuk ağlamaya başlar, el birliği ile orada olan herkes iş bölümü yaparak, birileri çocuğu bir an önce susturmaya, birileri bir şeyler vermeye, birileri güldürmeye ve birileri de çocuğun düştüğü yeri ya da çarptığı yeri dövmekle meşguldür (çocuğun düştüğü ya da çarptığı yeri döven bir başka bir millet var mıdır?). El birliği ile çocuğun hissettiği duyguyu yaşaması yaşayıp bitirmesi, bitirip bir çıkarım yapacağı duygusal deneyimi zorla mantıksal beyne sokmaya çalışarak duygulardan bir başka söylemle kendinden uzaklaştırdık. Çocukları bu şekilde hiç ihtiyaç duymayacakları ya da ne zaman zaman ihtiyaç duyacakları beklentilere mahkûm ediyoruz. Her düştüğünde ya her başarısızlığında onu güldürecek, bir şey yok diyecek, acımadı ki diyecek, düşmesine neden olan şeyi dövecek birilerini bekler, bekler de kimse gelmeyince önce öfke, sonra suçlama, sonra suçluluk, sonra çaresizlik ve  son durak yine depresyon.

Duygular bilişsel dünyanın habercileridir. Ne hissettiğini bildiğimiz kişinin ne düşündüğünü de tahmin ederiz. Ne düşündüğünü bildiğimiz kişinin de nasıl hissedeceğini tahmin edebiliriz. Bu bağlamda düşünceler duyguların ortaya çıkmasına, duygular da var olan bilişsel yapının kalıcılığına katkı sağlar denilebilir. Bu bağlamda iletişim sürecinde düşünce, duygu ve davranış üçlüsünün bir arada ve örtüşüyor olması tutarlılığın göstergesidir.  Bu süreç içinde duyguların göz ardı edilerek kurulacak olan iletişimde çatışmaların olması kaçınılmazdır. Böyle bir iletişim sürecinde olan her iki insanın temel amacı “anlamak” değil  “haklı” çıkmaktır. Duyguların olmadığı bir iletişim sürecinde insanlar sürekli ve kazanmak zorunda oldukları bir yarışın içinde gibidir. Duyguların iletişim aracı olarak kullanıldığı süreçte ise temel amaç haklı çıkmak değil anlamaktır. İnsana aidiyet duygusu yaşatan, huzur veren ve güven duygusu ile kendisi ile yüzleşmesini sağlayan şey anlaşılma duygusudur. Anlaşıldığını hisseden kişi, işbirliği, paylaşma, sorumluluk alma ve tutarlı olma gibi güven davranışları bağlamında bir yaşam tarzı geliştirir. Kişiye anlaşıldığını hissettirmenin tek yolu ne düşündüğünü değil ne hissettiğini anlamak ve bunu ona hissettirmekten geçer.

İnsanın olabileceği kişi olması ve bu bağlamda kendi olmayı başarması için de duyguların rehberliğine ihtiyaç duyulur. İnsanın kendi olabilmeyi başarabilmesi için kabul edilen gerçeklik, kişinin kendisi ile yüzleşebilmesidir. İnsanın kendi ile yüzleşmeyi nasıl başarır ya da daha doğru bir soru insanın kendi ile yüzleşmesi ne demek? İnsanın kendi ile yüzleşmesi duygularını korkmadan, çekinmeden ve utanmadan yerinde ve zamanında doğru şekilde ifade edebilmesidir. Günümüz insanın psikolojik sağlığını bozan ve bu nedenle uzman uzman yardım aramalarına neden olan şey “bitirilmemiş işlerdir” denilebilir. Psikolojide bitirilmemiş iş, ifade edilmeyen duygulardır. Günümüz insanı özellikle de ülkemizde insanların birçoğu bitirilmemiş işlerin yükü altında el freni ekilmiş fakat yine de gitmeye çalışan bir araba gibi hayatı yaşıyor. Ne kadar zor! Duygularını eyleme dökerek, bağırarak, vurarak, kırarak, dökerek, iterek vb. dışa vuran insanlar bu gün fiziksel hastalıkların birer gönüllü kurbanlarına dönüşüyor. Hissetmesi gerek duyguyu hissetmeyen, hissettiği duyguyu baskılayan ve bastıran kişiler ise kendi olmak yerine olması istenen kişiyi ve kişileri oynamaya başlıyor. Birisi iken onlarcası olmaya sonunda hiçbiri olmaya doğru durmadan koşuyor. Öyle yorgunum ki!

Duygular eyleme değil kelimelere ihtiyaç duyar. Duyguları kelimelere dökmek demek, duyguları ifade etmek demektir. Duygularını yerinde ve zamanında doğru kişiye doğru şekilde ifade eden kişinin söylemeye çalıştığı şey, ben bir bireyim, ben de senin gibi biricik ve tekim, ben de senin gibi varım, ben kendimi kabul ediyorum, ben kendimi onaylıyorum ve ben varım. Ben senin ne hissettiğini biliyor, anlıyor ve kabul ediyorum ve kendimi senin hissettiklerine göre ayarlıyorum. Ne zaman yaklaşacağımı, ne zaman uzaklaşacağımı, ne zaman ne söyleyeceğimi ya da söylemeyeceğimi hissettiklerine göre belirliyorum. Bütün bunların anlamı nedir dersen sana değer veriyorumdur. Ben de senden aynısını bekliyorum. Ne kadar huzur verici!

Güncellenme Tarihi
  • 18 Şubat 2024, 10:41
Yazının Adı
Duygular Bu Kadar Önemli Mi?