Yaşadığımız toplum içinde son dönemde İslam dinine yönelik hakaretler artmaya başladı. Hakarete varan açıklamalar yapanların arasında düşünür, bilim insanı, sanatçı hatta siyasi kimlikleri ile öne çıkmış kişilerin de bulunmasına zaman zaman üzülüyor, zaman zamansa öfkeleniyorum. Elbette bir din sistemi olarak İslam’ın eleştirilmesine karşı değilim. Tam tersine her dini sistem üzerine değerlendirme yapılabileceği, tartışılabileceği, olumlu ya da olumsuz düşüncelerin paylaşılabileceğine inandığım gibi İslam dininin de bu çerçevede irdelenebileceği kanaatini taşıyorum. Ben de diğer dinleri anlamaya çalışıyor ve kendimce gerek gördüğümde eleştiriyorum. Örneğin ineğe tapılan Hinduizm bana mantıklı bir inanç sistemi olarak görünmüyor. Benzer şekilde teslisi (kutsal üçlemeyi) savunan Hristiyanlık dinini de kendi dünyamda anlamlandıramıyorum.
Bununla birlikte ne Hinduizm’e ne de Hristiyanlığa kötü bir söz söylemiyorum. Hinduları ve Hristiyanları incitecek davranışlar sergilemiyorum. Ayrıca bu dinlerin mensupları arasında yer alanların sergiledikleri kötü davranışlar ya da yaptıkları kötülükler üzerinden de bir bütün olarak bu dinleri ya da bu dinlere inananları dışlamıyorum.
Neden? Çünkü İslam’ın kutsal kitabı “sizin dininiz size, benim dinim banadır” (Kafirun, 6) diyerek insanlara; din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün tanındığını buyuruyor. Yine yüce Allah insanlara cüzi (kısmi) irade vererek iman ettiklerinde cennetle ödüllendirileceklerini, iman etmediklerinde ise cehennemle cezalandırılacaklarını bildirdikten sonra neye inanıp neye inanmayacakları konusunda onları serbest bırakıyor. Ayrıca İslam peygamberi Hz. Muhammed uygulamaları ile zorla kimsenin dininin değiştirilmemesi gerektiğini Müslümanlara gösteriyor.
Bu dini referansların yanı sıra meseleyi salt akılla ele aldığımda da diğer dinlere ve diğer dinlerin mensuplarına hakaret etmenin yanlış olacağı sonucuna ulaşıyorum. Onların inandıklarına hakaret ettiğimde muhtemelen onlarda benim inandıklarıma hakaret edeceklerdir. Böylelikle içinde yaşadığımız toplumun huzuru bozulacaktır. Sonuçta geri dönüşü mümkün olmayan düşmanlıklar oluşacaktır. İnsanlık tarihine dönüp baktığımızda maalesef bu durumun çokça örneğini görebiliriz.
Geldiğimiz bu noktada özellikle İslam üzerine söz söyleyen düşünürlerin, bilim insanlarının ve sanatçıların en azından aklın yolunu izleyerek eleştirilerini hakaret boyutuna çıkarmamaları gerektiğini düşünüyorum. İnanan ama inancının hakkını veremeyen birisi olarak ben bile bu durumdan fazlasıyla rahatsızken tam anlamıyla inananların rahatsızlık düzeylerinin muhtemelen çok üst düzeyde olacağını varsayıyorum. Öte yandan bahsi geçen düşünürler İslam’a ve Müslümanlara hakaret ederek kendi düşüncelerini topluma anlatamazlar ve toplumdan da saygı göremezler. Bunu mutlaka hesaba katmalıdırlar.
Diğer taraftan Müslümanlar da benzer yanılgıya düşmemelidirler. İslam’ı anlatmaya çalışırken farklı inançlardaki insanları kırmaktan, küstürmekten, üzmekten uzak durmalıdırlar. Müslümanlar zaten yaratandan ötürü yaratılanı sevme yükümlülükleri olduğunu unutmamalıdırlar. Ayrıca onlar Yunus Emre’nin söylediği gibi Allah’ın sevgisini kazanabilmek için O’nun kullarının gönüllerine girmelidirler. Dolayısı ile yıkıcı tartışmalar, aşağılamalar ve küçük düşürücü davranışlarla gönüllerin kazanılamayacağı aşikârdır.
Umarım özelde din genelde de toplumu ilgilendiren her konuda hakaret etmeden fikirlerimizi paylaşabilmenin bir iyilik hareketi olduğunu anlayabiliriz.