Gözümüzü açmadan varlığımızı duyurmak için kullandığımız ilk organ Dil olsa gerek.
Yaş aldıkça ağzımıza bakarlar, ilk hece ilk kelime ne olacak diye.
Hele ki,
Çevredekilerin isimlerini gevelediğimiz anda bir heyecan bir alkış kopar.
Sonraları Dil kelimelerle tanışıp edebiyatla, nezaketle şekillenip sosyal çevreyle format kazanır.
DİL organ işlevinden çıkarak,
DİLLEN seviyesine yükselir. Kişiliğine tarzına has bir duruş sergiler.
Ortadoğu toplumunda kişi,
DİLENMEK durumunda kalması halinde, kendini Dil ile ifade eder. Acziyetini sağlık, çocuk, özürlülük vs objeleri kullanarak cümlenin sonunu Allah adıyla sonlandırır.
Bizim gibi toplumlarda ise karşı tarafın ikna gücü bizlerin, vicdan kapısına etki eder. Gösterdiğimiz şevkat ve maddi destek bu nispette artmaktadır.
Batı toplumlarında acziyetin yansıtılış şekli DİLLENDİRME den genellikle görsellik üzerinden şekillendirilir.
Prag ve Budapeşte seyahatimizde mağdur kimselerin Hristiyan inancındaki ikonik duruş şekillerini sergilemelerine adeta tiyatro sahnesindeymişçesine saatlerce kıpırdamadan durduklarına şahit olduk.
Kimi dizlerinin üzerinde dua ediyor,
kimi de secdeye uzanarak karşı tarafı etkilemeye çalışıyordu.
Bu kişiler sahnenin hakkını vermekteydiler.
Kıyafetleri hatta makyajları dahi izleyenlerde ilgi çekmekteydi.
Batı toplumu Pandomim sanatı üzerinden, Ortadoğu insanı ise daha ziyade DİL marifetiyle ikna yöntemini uygulamaktadır.
Her iki toplumunda ortak yönü inanç da buluşmakta olsa gerek...