Son yıllarda dijital iletişim araçlarının kullanımının yaygınlaşmasına bağlı olarak başta şiddet olmak üzere kötülüklerin daha fazla görünür olması gündemimize toplumsal çürüme kavramanı getirdi. Toplumsal çürüme sosyologların açıklamalarına göre ahlaki çözülmeden ekonomik zorluklara, siyasi kutuplaşmadan adalete olan güvensizliğe kadar uzanan geniş bir alanı içeriyor. Konu üzerindeki tartışmalarımız da maalesef toplumu kutuplaştırıcı şekilde sürüyor. Bu aşamada çözüm gerekliliğine ve çözüme nasıl ulaşacağımıza odaklanmak yerine bitmek tükenmek bilmeyen bir kör dövüşü içine giriyoruz.
Tartışmaların dogma haline gelmiş siyasi bakış açıları ile ele alınmasından hoşlanmıyorum. Demokratik toplumlar için siyasetin dolayısı ile siyasetçilerin önemli unsurlar olduğunu kabul ediyorum. Öte yandan toplumun belirli bir kesimi gibi siyasetin yapılış şeklinden mutsuzum. Toplumsal çürümüşlüğün bu noktaya uluşmasında maalesef dünyadaki ve ülkemizdeki bazı siyasetçilerin tutum ve davranışlarının oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. İngilizlerin eski başbakanlarından Winston Churchill tarafından söylenen “İki şey halkın gözü önünde yapılmaz; sosis ve siyaset. Çünkü her ikisinin de yapılış şekli normal insanlar için rahatsız edicidir” sözünü bu bağlamda çok manidar buluyorum.
Bununla birlikte sadece siyasetçileri eleştirmek de haksızlık olacaktır. Çünkü Aziz Nesin’in “Zübük” adlı romanında eğlenceli şekilde ortaya koyduğu üzere siyasetçiler üzerinden menfaat devşirmeye çalışan insanlar da toplumsal çürümeyi desteklemektedirler. Bu noktada toplum içindeki bazı bireylerin ya da grupların siyasetçiler ile çıkar ilişkisine girerek ikiyüzlü ve riyakâr davranışlar sergilemesi çürümeyi hızlandırmaktadır. Dolayısı ile toplumsal çürüme sorununun çözümü siyasetin, siyasetçilerle menfaat ilişkisi içine girmiş olan bireylerin ya da sivil toplum kuruluşlarının insafına bırakılmayacak kadar önemli bir konudur.
Ayrıca bu sorunu çözeceğiz diye yola çıkan ya da çıkacak olan yeni siyasi oluşumlara da dikkat etmek gerekir. Bu tür hareketlerin sonu genellikle İngiliz yazar George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği” adlı romanında anlattığı gibi hüsranla sonlanmaktadır. Orwell, romanında Rus Çarlığı ve Sovyetler Birliği bağlamında iktidar yozlaşmasına bağlı olarak oluşan toplumsal çöküşü önlemek için yapılan devrimci bir hareketin sonuçta nasıl totaliter yönetimlere dönüşebileceğini anlatmaktadır. Romanda yer alan “Tüm hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir” ifadesi ne kadar da çarpıcıdır! Çözüm üretmek için yola çıkanların zamanla gücün yozlaştırıcı etkisi altında toplumsal çürümenin ateşine odun taşımaya başladıklarını göstermektedir.
Diğer taraftan Antik Yunan filozofu Platon’un “Devlet” adlı eserinde açıkladığı üzere bilgi ve bilgelik sahibi olanların yöneticilik yapmaları durumunda ideal toplumsal yapının oluşacağını da düşünmüyorum. Çünkü birilerinin ya da bir zümrenin toplumdaki çürümüşlük sorununu tek başlarına çözebilecekleri kanaatinde değilim. Zaten ne kadar iyi olursa olsun hırs ve bencilliğin pençesinde yaşayan insanoğlu illaki güç ile sınanacaktır. Sonuç muhtemelen güç zehirlenmesi olarak ortaya çıkacaktır. Güç zehirlenmesi olan toplumlarda öncelikle adalet algısı sarsıldığı için toplumsal çürümüşlük artacaktır.
Toplumsal çürümüşlüğün nasıl önleneceğine dair henüz kapsamlı bir çıkış yolu bulamadım. Bununla birlikte öncelikle toplum olarak kendimizi içine düştüğümüz bu çıkmazdan kurtarmak istememiz gerektiğine inanıyorum. Bu iradeyi ortaya koyabilirsek sonrasında güzel ahlak, akıl ve bilim rehberliğinde; adil, şeffaf ve denetlenebilir bir sistem kurabileceğimizi düşünüyorum.
Asla umutsuz değilim. O vakit gelinceye kadar da Roma imparatoru ve Stoacı bir filozof olan Marcus Aurelius’un söylediği gibi her sabah kendimize bugün bencillikle, kıskançlıkla ve cehaletle karşılaşacağız lakin görevimiz kendi erdemimizi koruyarak başkalarının kusurlarının bizleri yoldan çıkarmasına izin vermemek diyerek yaşamaya devam edeceğiz. Çünkü çürümüşlük ile mücadele etmek bizim işimiz, lütfen kimse kurtarıcı beklemesin.