Geçtiğimiz yıllarda açtığım bir doktora dersine epistemoloji (bilgi felsefesi) ve mantık
kavramlarını açıklayarak başladım. İlk iki hafta bu kavramlar ile ilgili sunumlar yaptıktan
sonra epistemoloji ve mantığın dersimiz ile neden ve nasıl ilişkilendirileceğini anlattım.
Üçüncü hafta dersimizin konularını bu doğrultuda tartışmaya başladığımızda bir öğrencim
nahoş bir tavırla ‘hocam burada boş boş felsefe mi yapacağız?’ dedi. Doktora düzeyinde ders
alabilen bir öğrenciden beklemediğim bir davranıştı. Çok şaşırdım.
Ertesi gün konuya ilişkin e-postama düşen bir ileti beni güldürdü. Yine aynı dersten başka bir
öğrencim, kendilerine kritiğini yapmaları için vermiş olduğum İrlandalı yönetim gurusu
Charles Handy’nin ‘Ruhun Arayışı Kapitalizmin Ötesi: Modern Dünyada Amaç Arayışı’ adlı
kitaptan bir bölümü yaşadığımız olayla ilişkilendirerek göndermişti. Kitabın gönderilen
kısmında Handy’nin işletme eğitimine ahlak felsefesinden bazı fikirleri katma çabasının bir
öğrencisi tarafından kibarca eleştirilmesi yer alıyordu.
Hakikaten iki olay arasında benzeşen hususlar vardı. Lakin görünen oydu ki Charles
Handy’nin öğrencisi meramını daha nazik bir üslup ile ifade etmişti. Hâlbuki daha nahif olan
davranışı kendi öğrencimden beklerdim. Ne de olsa kültürümüz ilim söz konusu olduğunda
önce edebe önem verilmesi gerektiğini öğütlemektedir. Bu çerçevede Yunus Emre’nin
‘Gezdim Halep’i Şâm’ı, eyledim ilmi talep;/İlim gerideymiş; illâ edep illâ edep’ sözleri ne
kadar manidardır! Bununla birlikte şimdilik meselenin bu kısmına odaklanmayacağım ve
amacım öğrencimi mahcup etmek de değil!
Öğrencim bir daha derse gelmediği için konu üzerinde konuşamadık. Fakat olay zihnimi
meşgul etmeye devam etti. Niçin bir doktora öğrencisi felsefeyi bu şekilde dışlıyordu? Acaba
öğrencim Handy’nin belirttiği gibi faydacılığı felsefeye mi tercih etmişti? Yoksa bu
davranışın başka neden(ler)i mi vardı?
Meseleye yüzeysel açıdan bakıldığında bile, ortada bir sorun vardı. Şöyle ki; bugünkü hali ile
doktora öğrenimi -dolayısı ile doktora derecesi- bize batı üniversitelerinden gelmiştir ve
doktoranın karşılığı olarak batıda “Doctor of Philosophy” (PhD) kullanılmaktadır. Elbette
doktora yapıyor olmak ya da doktora derecesini almış olmak filozof olmak anlamına
gelmemektedir. Ayrıca bilimin nesnelliği ve felsefenin öznelliği de ortadadır. Lakin
akademisyen ve filozof Teoman Duralı’nın ‘Aristoteles, felsefeyi bilimle, bilimi de felsefeyle
birlikte inşa etmiştir’ görüşünden hareketle doktora öğreniminde felsefe görmezden
gelinmemelidir.
Olaya biraz derinlemesine bakıldığında ise sorun daha da büyümektedir. Çünkü doktora
programının çıktısı olarak doktora adaylarından (en azından sosyal bilimlerde) çalıştıkları
alan ile ilgili yeni bir fikir ya da mevcut fikirlere yeni bir bakış açısı (orijinal bir araştırma ve
sonuçlarını kapsayacak şekilde) getirmeleri beklenmektedir. Bu da epistemoloji ve mantık ile
hemhal olmayı beraberinde getirmektedir. Dolayısı ile doğrudan felsefenin içine
girilmektedir. Ne de olsa, felsefenin temel alanları düşünüldüğünde ilk sıralanabilecekler
arasında epistemoloji ve mantık yerlerini almaktadır.
Sorunun kaynağı her ne olursa olsun, sonuç itibari ile “boş boş felsefe mi yapacağız?”
aşamasına geldiysek beraberinde şu soru ile karşı karşıya kalacağız demektir. Felsefe
dışlandığında nasıl yeni fikirler, nazariyeler (kuramlar) ve bu fikir ve nazariyeleri hayatımıza
yansıtacak araçlar geliştirebiliriz? Hatta sosyal hayatımızdaki ilişkilerimizi anlamlandırmayı,
ahlaki gelişimde olgunluğa erişmeyi, sanat ve estetikte ilerlemeyi nasıl sağlayabiliriz?
Bu soruların öncelikli muhatabı başlığa taşıdığım sözleri sarf eden öğrencim ya da benzer
düşünceye sahip diğer öğrencilerimiz olamazlar. Sorunun muhatabı ve gelinen aşamanın
sorumlusu bence akademidir. Dolayısı ile sorunu çözme görevi akademinindir. Bu doğrultuda
insanlığın iyiliği için ilk yapmamız gereken düşünmeyi öğrenmek ve öğretmektir.