Bizler eşşek gibi çalışırdık. Hem de hiç sorgulamadan yük taşırdık. Kuzu gibi de sessiz kalırdık. Etimizden ve yünümüzden istifade edenlere sadece müteşekkir olurduk. Sonunda da koç olurduk.
Onlar at gibi kişniyorlar. Ve öyle ürkek atlar ki hiç üzerlerine kimseyi almıyorlar. Horoz gibi sürekli banıyorlar ve bütün çöplüklerde tavuk çağırıyorlar. Sonunda sudan çıkmış balık gibi avlanıyorlar. Hem de en semiz sazan gibi.
Bizler konuşamıyorduk. Ne evde ne okulda ne de yaşımızın tuttuğu(madığı) hiçbir yerde. Sadece dinliyorduk. Elimizden geldiği kadarıyla da söz dinliyorduk.
Onlar susmuyorlar. Ne evde ne okulda ne de hayatın her yerinde. Hem de balon öz güvenle öyle konuşuyor ve öyle hakaret ediyorlar ki bundan onların da haberleri yok. Dinliyor gibi yapıyorlar ama sadece kendi iç seslerini dinleyen bir aymaz ve apansız özgürlük tuzağında olduklarını fark etmeden mış gibi yapıyorlar.
Bizler okuyamıyorduk. Ne okul ne de okulda. Ne evde kitap olur da ne de kitaplıklarda. Hele yüksek okumak bir hayal ve idealdi ama hayatın gerçekliğini öğrenmek bizim en büyük ülkümüzdü.
Onlar hep okuyorlar. Hem okulda hem de evde. Her yerde hem kitapları var hem de kütüphaneleri. Hele bir yüksek okuyuşları var ki hem de üniversite okuyor hepsi. Mamafih onlar hayatı okuyamıyorlar. Kolları hatta her yerleri süs eşyasıyla dolu ama hepsi imitasyon. Bir altın bilezik kollarında olmadığı için hayatın gerçekliğine karşın sudan çıkmış balık gibi oluyorlar. Ama hiç de umurlarında değil emin olun.
Bizler sevilmeyi daha doğrusu sevildiğimizi sözle öğrenmeyi ne çok isterdik. Dikerdik gözlerimizi babalarımızın hatta annelerimizin gözlerine. Bir ömür o kelimelerin dudaklarından dökülmesini beklerdik. Hele bize sarılıp öpmeleri hem de bir başarı hikâyemiz yokken sanki mucize gibi gelirdi. Çoğumuz bu hasretliği yaşamadan hayattan yaş aldı veya çok ileri yaşlarda bu sevinci yaşadı.
Onlar ise sevilmekten bunaldılar. Hele sevilip dokunulmaktan hoşlanmayacak kadar bunaldılar. Aşırı ilgiden veya hiç ilgilenilmemekten yoruldular. Sevmek nedir duygusunu öteleyecek kadar onları yoğun ilgiye boğan bu harekete karşı tavır bile almaya başladılar. Ve sonunda en büyük kötülüğü kendilerine yaptılar. Çünkü yalnız kaldılar.
Bizler hep özgürdük. Çünkü ya sokakta oyun oynar hayatın bütün gerçekliğiyle yüzleşirdik. Ya barikatta çarpışır hürriyetin büyülü yüzünün ideali arkasında giderdik. Ya da ölesiye çalışır emeğin o tatlı terlerinin altında ıslanarak gelecek hülyalarının en güzellerini kurgulardık. Eve girmek ve azıcık sokağa nefes aldırmak bizler için bir iyilik olarak görülürdü.
Onlar esaret altındalar hem de evde ve en karanlık nokta olan uzlethanelerinde. Sokak onlar için bir kaos alanı. Barikatlar veya mitingler üşüdükleri soğuk ve anlamsız mücadeleler cephesidir. Çalışmaksa işlerinin olmadığı en anlamsız terlerin döküldüğü üretim bandı gibi duruyor. Konfor alanlarına müdahale ettirmemek en büyük direnç alanlarıdır. Onlar için sokağa inmek büyük bir iyiliktir.
Bizler çok şanslıydık. Çünkü hayat sade içindeki nesneler az ve bizi bizden alıkoyan şeyler yok gibiydi. Ya kendimize vakit ayırırdık ya da ailemize. Hele arkadaşlarımızla olan o neşeli günlerin bugün hiçbir benzeri yok gibi. Oyunlar, konuşmalar, eğlenmeler, büyüklerle büyük küçüklerle küçük olma rollerinin bize kazandırdıkları hayat güzellemeleri yaşama enerjimizdi.
Onlar çok şanssızdırlar. Hayat çok karmaşık içindeki nesnelerin çokluğu ise başlarını döndürüyor. Hatta çoğu zaman darı ambarında rüya gören aç tavuklara benzeyecek kadar hayata baygın bakıyorlar. Kendilerine ayırdıkları vakit yetersiz, aileleriyle olan ilişkileri ise sınırlıdır. Hele arkadaşsız geçen o günlerin yalnızlığı en büyük çileleridir. Bütün insani gelişmeleri sanal alemde dönüyor. Onlar her gün biraz daha ötelere çekilip gerçeklikten alıkonuluyorlar.
Bizler sofranın başında iken önümüze ne konursa onu yerdik. Hem de büyük bir zevkle. Hatta bir karavanaya çok kaşık sallayarak. Hatta ve hatta kaşık nerede ellerimizle büyük bir zevkle o yemeği yer ardından bulduklarımıza şükredip hamd ederdik. Bulmadıklarımızı da sabrederek beklerdik.
Onlar önlerine ne konulacağına karar verenlerdir. Hatta kararı beğenmeyip kendi istediklerini de yapıp sofraya getirenlerdir. Bulduklarını beğenmeyen bulmadıkları için kıyameti koparıveren onlar için olanın bir değeri yoktur. Olmayanın da anlamı olduğu ana kadar vardır.
Bizler çok az beğenilirdik. Şımarırız diye hata çoğu zaman yerilirdik. Ne minarenin tepesinde ne de kuyunun dibinde olmadan orta bir yerde kendimize yer bulmaya çalışırdık. Vakti gelince de muhatap alınır hayatın yürüyen bandında biz de yerimizi alırdık. Hayatın etrafımızda dönmediğini onunla yürümemiz gerektiğini anlardık ama çok yıpranırdık.
Onlar çok beğeniliyorlar. Hatta kaybolmasınlar diye sürekli beğenildiklerini bilmek istiyorlar. Hayatta yol almadan ve yaşamın çilesini ekmeden en güzel yerde konumlanmak istiyorlar. Hayatın sadece kendilerinin etrafında dolaştığını zannediyorlar.
Hasılıkelam bizler onları hayal dünyasında görürken onlar bizleri masal geçmişinde buluyorlar. Her geçen gün onlardan beklentimiz azalırken onların ise isteklerinin sonu gelmiyor.