Hafta içinde iş etiği alanında uzmanlaşmış bir öğretim üyesi arkadaşımla bilim kurgu ve fantastik filmler üzerine konuşurken sohbet Yüzüklerin Efendisi filmleri üzerine yoğunlaştı. İngiliz yazar J. R. R. Tolkien tarafından yazılan romanlar temel alınarak çekilen (üçleme) filmler tüm dünyada büyük beğeni kazanmıştı. Arkadaşım “dervişin fikri neyse zikri de odur” düsturu ile Tolkien’in romanlarının kurgusunu oluştururken ciddi bir ahlak felsefesi tartışması içine girdiğini söyledi. Kendisine hak verdim ve özellikle filmlerde; iyilik ve kötülüğün mücadelesi ile gücün yozlaştırıcı etkisinin çarpıcı şekilde yansıtıldığı konusunda arkadaşımla hemfikir oldum.
Zihnim bu konuşmalar ile meşgulken aklıma “Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri” dizisinin ikinci sezonunun yayınlanmaya başladığı geldi. Dizi; orijinal filmlerde yer alan olayların binlerce yıl öncesini anlatan yine bir fantastik kurgu yapımdı. Akşam evde el ayak çekilince seyretmeye başladım. Dizinin bir sahnesinde ağaçları yakıp yıkan ve ormanları fütursuzca talan eden kötülere karşı ormanı korumaya gelen, hareket edebilen ve kötülerle savaşabilen devasa ağaçlar ortaya çıktı. Bu ağaçlar ormana saygı gösterilmesinin yaşama saygının bir parçası olduğunu vurguladılar. Hatırladığım kadarıyla benzeri sahneler orijinal filmlerde de vardı. O an fark ettim ki Tolkien eserinde aynı zamanda doğa felsefesine de atıf yapıyordu. Mesajı; insan ve hayvanların yaşamlarını sürdürebilmesi için öncelikle doğanın ve bitkilerin yaşamlarını sürdürmeleri gerektiği yönündeydi.
Belki de bu düşünceye ulaşmamda okumayı aynı gün tamamladığım ve Fransız akademisyen Emanuele Coccia tarafından yazılan “Bitkilerin Yaşamı Bir Karışım Metafiziği” adlı kitap etkili olmuştur. Coccia eserinde; bitkilerin sadece biyolojik varlıklar olmadıklarını onların aynı zamanda varoluşsal ve metafizik boyutları olduğunu ileri sürüyor. Bu görüşünden hareketle de bitkilerin tarih boyunca insanlık üzerinde mitolojiden sanata, bilimden kültüre kadar etkili olduğunu savunuyor.
Aslına bakılırsa benzeri görüşleri paylaşan düşünürler olduğunu kitabı okurken yaptığım kısa bir araştırma sonucunda anladım. Örneğin Arap felsefeci İbn Rüşd'ün “Akılın Yorumu” adlı eserinde bitkilerin felsefi boyutu üzerinden doğanın düzeni ve bitkilerin bu düzende nasıl yer aldığı konusunda analizler yaptığını anlatan metinler gördüm. Benzer şekilde Türk bilgini El Biruni’nin “Şifalı Bitkiler” kitabında bitkilerin doğal yaşam döngüsü ve çevreyle olan ilişkileri hakkında bilgiler sunduğunu vurgulayan satırları okudum.
Dolayısıyla meselenin tek yönlü bir bakış açısı ile ele alınmaması gerektiği kanaatine ulaştım. Bitkileri yalnızca oksijen üreten, karbon emen, gıda güvenliğini sağlayan ve yaşam çeşitliliğini korumaya vesile olan canlılar olarak görmemeliyiz. Onlar çok daha fazlası. Onlar ruhumuza ve hayatımıza anlam katmamıza yardımcı olan yoldaşlarımız.
Fakat biz konuyu bu yönü ile ele alamıyoruz. Onları sadece refah düzeyimizi ve maddi imkânlarımızı artırıcı cansız varlıklar olarak değerlendiriyoruz. Bitkilerin de insanlar gibi olmasa da biyolojik bir ruhları olabileceğini kavrayamıyoruz! Durum böyle olunca da onları hiç düşünmeden yok edebiliyoruz. Acaba kaç insan bir ağacı keserken ağacın da canının olduğunu ve acı çekebileceğini hissediyordur? Kaç kişi varlığımızı sürdürmenin ötesinde aç gözlülüğümüz ve hırslarımız için gereksiz yere onları yok ederken kendilerini savunmak için hiçbir yere kaçamadıklarını düşünüyordur?
Galiba insan olarak sahip olduğumuz gücün yozlaştırıcı etkisi ile kötülüklerin en çoğunu bitkilere karşı yapıyoruz. Hâlbuki bitkilerin yaşamını, onların doğayla olan karmaşık ilişkisini ve insanlarla olan etkileşimlerini anlamaya çalışarak daha iyi insanlar haline dönüşebiliriz. Bu işe bitkilerle empati kurmaya çalışarak başlayabiliriz.
Bir bitki olsaydınız ve gereksiz yere bir insan tarafından hayatınıza son verilseydi, hakkınızı helal eder miydiniz?