Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Bir Aşuredir Anadolu…

Bir Aşuredir Anadolu…

 

“Seyahat eden iki kere yaşar” der Hayyam. Çok haklı. Şimdi o birikimli seyahat ve anısı gözümün önünde yeniden canlandı. Anadolu’da tanımadığım bir yerdeyim. Zikzaklar çizen stabilize yolda merak içinde önceden gidip görmeyi çok istediğim ama gezginlerin pek bilmediği bir yere doğru yol alıyorum. Ne telefon çekiyor ne de internete erişim var. Bilmeden gitmek başka yapıyor insanı. Yol boyunca hiç kimseyi görmemenin yarattığı endişenin yerini ileride yaşlı olduğunu düşündüğüm elinde bir bastonla yürüyen birini görünce keyif alıyor. Ama bu dede yolun ortasında birden durdu. “Beni gördü ve kenara çekiliyor” diye düşündüm lakin meramı bu değilmiş. Bastonunu yolun kenarında bir serviye dayayan dede yere eğildi ve avuç avuç toprak alarak yolun ortasına taşıyıp atmaya başladı. Daha çok uzakta olduğum için anlam veremedim önce. Yaklaştığımda  anladım.  Stabilize yolun ortasında oluşmuş derin çukura avuç avuç toprak atıp dolduran ve sıkılaşsın diye üstüne basan dedeyle göz göze geldik. Başlarımızla selamlaştık, kendimden utandım. Yaşamı yaşanır kılmanın formülünü çözmüş dede iki elini bastonuna kavuşturmuş, yayan ve yorgun tabanlarına rağmen geçen araçlar çukurdan zarar görmesin diye hiç kimse demeden, kendi içinden gelen iyilik seliyle yaptığı çukur doldurma işinden mest, yüzüne neşe oturmuş bir halde bana bakıyor. “Buyur” dedim “bırakayım”. “Yolcu yolunda gerek” deyip uğurladı beni.

Helal olsun dedim içimden, helal olsun.

Anladım ki serbest (başı bağlı) değil ama sermest olmalı insan.

Homo sapiens sapiens’lik bize bir şeyleri unutturuyor gibi.  Giderek anlıyorum ki; zeka ya da zekilik her şey demek değil. Yaptığı işe kendini verebilmek ve bu kendini vermeyle mest olmak. İksir bu, ne yaparsan aşkla yapmak.

İşte bu yüzden Anadolu.

Anadolu…

Kimine göre Küçük Asya. Rüştünü ispatlamış bereketli hilalin beşiği…

Şahsına münhasır ruh hali ve kendine has buram buram kokusuyla, besleyici güneşinin üzerine doğduğu umut ile, sevda ile düş ile yoğrulmuş, dolu dolu yaşanmış Ceyhan’dan Pyramus’la Thisbe’nin, Küçükkuyu’da Zeus’a Hera’nın, Bergama’da Philemon’la Baukis’in, Apollo ile Daphne’nin, Ferhat’la Şirin’in, Leyla ile Mecnun’un, Kerem ile Aslı’nın, Arzu ile Kamber’in, bazen hırçın bazen hüzünlü ölmeyen aşklarının diyarı. Tarihe iz bırakmış Sümerlilerin, Hititlerin, Friglerin, Lidyalıların, İyonyalıların, Urartuların, Doğu Romanın, Selçuklunun, Osmanlının, muzaffer Türkiye’nin ve daha nice medeniyetlerin mekânı. İçinden nebiler, evliyalar, bilgeler çıkarmış bir harman yeri, kesişme durağı. Dağlarından, ovalarından, nehir yataklarından, insanlarından “hümanizm” fışkıran, göğünden bereket yağan, kavramlar fetişi, insanlığı tarihinden, gelenek ve törel değerlerinden koparmaya, kendine yabancılaştırmaya çalışan, sezgiye savaş açan o büyük proje modernizme rağmen, sezgiyi kucaklayarak karşıtların birliğini sağlayan, simgesel dilin zevkini sunan, duyanda nice doğuşlar yaşatan, damlayı deryaya kavuşturan, sabah yıldızlarıyla birlikte şarkı söyleyen Mevlana’sı, Yunus Emre’si, Pir Sultan Abdalı, Hacı Bektaş Veli’si, ozanları, abdalları, erenleri, aşıklarıyla Tanrının ili Anadolu….

“Yetmiş iki milleti bir bilmeyen insan değil” söylemiyle insana, farklara aşeren, geleni, konuk olanı sohbetle mayalayan; geleni, konaklayanı sohbetle demleyen; geleni, konaklayanı sohbetle bağdaştıran, kaynaştıran birbirini yok etmeden, birbirini kollayan, anlayan, anladığı ölçüde koruyan, şefkatli; gelenin, konaklayanın bir yaşamda üç kez doğduğu, göz, kulak, dil ve susma orucunun yaşam bulduğu, söz veren sözünde duran, “eline, beline, diline” sahip olan devrimci Anadolu ve neredeyse hemen hemen hepsi otacı, şaman, ayna olan Anadolu insanı.

Aşuredir Anadolu…

Yüzlerce farklılığı bir arada harmanlamış, her fark kendi bünyesini, muhteviyatını korurken aşurenin jölesinde keyifle birleşmiş, hemhalolmuş.

Diğerleri kendini “kara kedi, merdiven altı, üfürük, tükürükle” meşgul ederken kadim Anadolu, insanı ve yaşayan Anadolu Paganizmi işi çözmüş. Biliyor ki insanoğlu hem bilgedir hem tuhaftır. İnsanca yaşaması için mantık kadar duyguya, bilim kadar efsaneye muhtaçtır. En güçlüyü dahi pençesine alabilecek kadar kudretli olan o “bilebilmenin” keşfi sayesinde Adem’in yaratıldığı, sonra ayrı kaldığı Havva’yla tekrar buluştuğu, gecenin gündüze yaşam boyu eş olduğu, Yunus’un ıstırabından kurtulduğu, mücadeleci, özgürlüğüne düşkün muzaffer bir milletin Ergenekon’dan çıktığı o Nevruz gününde bahar çiçekleri başka açar Kırklar dağında, Silifke’nin yaylalarında, Karadağ’ın eteklerinde. Çocukların getirdiği bakraçlardaki suya renkli ipliklerle iğneler atılır ki insanlar kalp kırıklıklarını unutsun, eşleşsin. Mart ipliği ağaçlara asılır ki rüzgârda sallandıkça dilekler semaya erişsin, tutsun. Kabaklar kabuklu pişirilir ki pis kokular yok olsun, ne doğuda ne Balkanda o haneye ne Zemheri karısı ne de Bocuk Karası musallat olmasın. Bir saniyeliğine tüm suların durduğu o anda ama o bir saniyelik anda suya tahta atılır ki yeni sene sağlık sunsun, insan canlansın, coşsun, dirilsin, çiğdem eğlencesine, çıkgör eğlencesine gark olurken hak müjdelensin, üleşilsin. Nevruiziyeler yensin ki birçok dert derman bulsun.

Anadolu alemlerin, varlıkların mekanıdır. Üç harfliler, Alkarısı, Ecinniler, Karabasan, Gulyabani, Karadenizli Germakoçi ve Karakonkolos, Elazığdan Hırtık, Erzudum’dan Karakura, Peri, Hortlak, Tepegöz, Bigadiçli Demirkıynak, Umacı, Yol azdıran ve Öcüler zaman zaman hayvan, bazen yaşlı bir evliya kılığına girip insana, çocuğa, loğusaya musallat olmaya, bedenleri, toprakları ele geçirmeye kalksalar da ne fayda. Anadolu insanı bilir, üç harfliler gibi bütün kötüler sudan men edilmiştir. O nedenle Anadolu insanı içine dalıp yaşamın sırrını açığa çıkardığı suyun ruhunu, yaşamın çeşmesini korumayı iyi bilir. Toprak ve insan su ile varsa anlam kazanır. Kısmetin açılmasını, belanın bulaşmamasını isteyen her sabah yüzünü suyla yıkar, okunmuş sular içer, arınır. Kadınlar doğum yapar ve kırk gün asla yalnız bırakılmazlar. Yanında hiç kimse olmayanın yanında her zaman Umay ana muhakkak vardır.

Anadolu insanının gücü her şeye yeter, hükmeder. Sadece doğayı, bereketi kendine yardımcı kılmaz kaderin dizginlerini de eline almayı bilir. Duvarlara, kağıtlara resimler çizerek insanların, hayvanların ruhuna dokunabilen mistik Anadolu insanı tılsımlıdır, simyacıdır. Dileğin yöntemini keşfettiğinden beridir bir nevi bilim yapar. Güzeli sevap görür, sever, korur elemterefişler. İlaca, suya, pirince, buğdaya mercimeğe, nohuda, kâğıda, kaleme büyülü sözler üfler, şifa sunar. İşe yaramazsa üzerlik yakar, kar etmezse şifa topuzunu kullanır. Taşların enerjisini hisseder, taşlardan kolye, bilezik, muska yapar olumsuzluklara savaş açar. Sihirlidir, efsunludur, seyyahtır, kolaylıkla öbür alemlere geçer, manada gezer, arınır arındırır. Etkilemenin, iknanın timsali Anadolu insanının kerameti boldur. Ahı ve adalet duası ise pek meşhurdur. Eninde sonunda tecelli eder. Veli’dir yardım eder. Azizdir, kimi zaman Hazerfan kimi zaman Hacı Bektaş olur, kuş gibi uçar. İlyas’la Hızır peygamber yeniden yaratılışı kutlamak için her yıl o yüzden bu coğrafyada yeniden buluşur. Zemherinin soğuğunu kırar  yakılan ateş. Dutta, yaşlı ardıç ağacında kurulan salıncakta dertler aşağı düşerken insan yukarı uçar. O gün yapraklardaki çiğler erkenden toplanır ki süt yoğurda dönsün… O gün evdeki tüm çekmeceler dolaplar açık bırakılır ki içi bereket dolsun. Çiçeklerin sultanı gülün dibine niyazlar gömülür ki gerçek olsun. O gün kilitler, düğümler ardı ardına açılır ki bahtlar açık olsun. Tenekeler şamanlar gibi çalınır ki kötülükler kaçsın. O gün yeşil alanlarda toplanılır ki bahtla, şansla, bereketle, bollukla kavuşma mevsimi başlasın.

Suya ve toprağa, semaya ve fezaya sevdalıdır Anadolu ve insanı. Su arındırır. Su yaşam verir. Sema’nın dilinin çözmüştür Anadolu. Mezar taşlarına su atar ki yağmur olsun. Çakıl taşlarını toplar, dualarla sarar, torbaya koyup suya atar ki yağmur olsun. Bilir Anadolu insanı “Tanrı en çok çocukları sever” ve Anadolu çocukları bu yüzden kepçeleri gelin yapar, bez sarıp gezer, Tanrı’dan yağmur ister. Bereketli topraklardır Anadolu, o yüzden içinde bereket geçmeyen kelam duyulmaz bu coğrafyada. Bereketli yağmur, bereketli hasat, bereketli yemek, bereketli siftah, bereketli insan…

Umay ana tüm bereketi ayarlar, üleştirir. Evin temeline tuz konur ki ocakta aş kaynasın. Ateş, ocak ve aş kutsalıdır o nedenle evden önce saç ayağı çıkar, saç ayağına gözü gibi bakar. Günün bereketi kaçmasın diye çok uyumaz; sofraya zeytin koyar ki bereket kaçmaz. Fadime ananın eli, Hazreti İbrahim’in bereketine kavuşmak için yıl boyu yeşilde kalan kader otunu tavana asar. Aşureler verilir çünkü veren el alan elden hayırlıdır, bilinir. Sağ ayak her daim öndedir, çünkü önemlidir. Karıncalar çok sevilir, hele bacadaki leylekler etrafta uzun kalırsa ev bayram yeridir. Nebatın gücünü nasıl serbest bırakacağını bilir, o nedenle ay yokken tarlayı asla ekmez. Gökten, yerden, ağaçtan, kökten, meyveden, sebzeden, hayvandan, mekândan, insandan, zamandan ve Tanrıdan feyiz almayı bilir Anadolu ve insanı, o yüzden bereketlidir.

Anadolu ve insanı kutsalla iletişimde hep bir adım öndedir, maneviyatı yüksektir; yer ve gök arasındaki iletişimi dua iledir. Buda için Nirvana, ateşte yanmak ne ise “Tanrıyla bir olma, ona dönme, onda yok olma” kilidinin anahtarının kendinde olduğunu, “ne arasa kendine araması gerektiğini “ bilir Anadolu ve insanı. O nedenle hem Anadolu hem insanı suyla bedenini,

İlimle aklını, aşkla kalbini, gözyaşıyla vicdanını, tasavvufla ruhunu arındırmayı bilir. Doğumda, düğünde tütsü yakar ki mekân arınsın, ferahlasın. Ateşin gücüne inanarak üstünden atlar ki ağrılardan arınsın. Okunmuş su içer ki nazardan arınsın. Ana karnından çıkan eşi ya toprağın ruhuna ayak basılmaz bir yere gömer ya da suyun ruhuna teslim eder ki insan geldiği yeri unutmasın, çabucak ona kavuşsun.

Anadolu saygılıdır, kararlıdır, duyarlıdır. Çeyizini hazırlayan, evlenmeyi kafaya koyan ya evin damına testi koyar ya da babasının ayakkabısını eşiğe çiviler.

Anadolu’da üç önemlidir…

Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kız istenir üç ziyaretten sonra sözler kesilir. Kötülükten koruyan, mutluluk, şans, bereket getiren tılsımlı kınalar yakılır. Sonra eşikten atlayan güvey odasına girmeden önce etrafa pirinçler saçılır ki soy bereketle devam etsin. “Kurban” tarihi insanlık tarihi kadar eski olsa da, insanı kısmen unutsa da, Anadolu’nun kendisi “her nefs mevt’i tadacaktır” bilir, nefsi kurban etmenin anlamını ve önemini hatırlatır. Felsefe taşını içinde taşıyan Anadolu insanı eninde sonunda hem haddini hem kendini bilebilmeye erer.

“Beşer insan olmadıkça, insan insanca yaşamamışsa neyi bilebilir ki?” diye sorar Anadolu.

Özetle, Judith Viorst ne güzel demiş: “Evet batıl inançlar çocukça, ilkel ve aptalca şeyler ama tahtaya iki kere vurmanın ne maliyeti nedir ki?” (Not: Anadolu’yu çalışan kıymetli bir meslektaşımın eserine yaptığım önsözden alıntıdır).

 
 
 
 
 
 
 

Güncellenme Tarihi
  • 16 Nisan 2023,
Yazının Adı
Bir Aşuredir Anadolu…