Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Bilinç Genişlemesi: Olaylar ve Sıçramalar

Bilinç Genişlemesi: Olaylar ve Sıçramalar

İnsan her ne kadar bilinçli, akıllı bir varlık olarak tanımlansa da doğal zaafları ve eğilimleri bulunduğundan yaşamı belli kalıplarca biçimlendirilen ve bu biçimlendiricilerin (çocukluk deneyimleri, yetiştirilme tarzları, sosyal sınıflar, kültür, din, ideoloji…)  farkında dahi ol(a)mayan bir varlıktır. Bu tahribatlar, inançlar, kalıplar nedeniyle rastlantı olan yerde düzen var diye tutturur. Ve bu nedenlerle gerçek olmasını istediği şeylere gerçek olmadığı halde daha çok inanır.

İnsan zihni ışınları yayması, çarpıtması ve şeklini bozması bakımından kendi özelliklerini farklı nesnelere veren içbükey ve dışbükey aynalara benzer (F. Bacon). İçbükey, dışbükeylik bir yana insan aklının önünde onu çepeçevre saran bazı engeller vardır. Kişinin duyu, duygu ve düşünce dünyasından, temayüllerinden, dilinden ve de kişinin felsefe anlayışından ne aklını şaşırtan ne oyunlar ne engeller gelir, neler neler. İnsan neticede basmakalıp zihniyet geliştirmenin ustasıdır ve her insan kendi inşa ettiği mağarasında yaşar. Ve bu mağaranın içinin ayrılmaz parçaları putlardır. Putlar sadece mağaranın dışında değildir içindedir ve zihin fark etmediği bu putların tutsağıdır.

Oysaki insanın özü özgürlüğüdür.

Bacon’a göre zihin putları dört tür. Soy (kabile) putları kavramı, insan duyularının nihai ölçüm aracı olduğuna dair yanlış inançtan kaynaklanmaktadır. Bu kuşaktan kuşağa geçen inanç ve soy idolleri, zaman zaman kişinin kendi doğasıyla harmanlayarak şeylerin gerçek özünü çarpıtan ve değiştiren bilişsel bir yanılsamayı temsil eder. Bireyin etrafındaki dünyayı algılayışındaki içsel kusurları ortaya çıkarırlar. Benzer şekilde, mağara idolleri de her insanın kendi doğasına, eğitim geçmişine veya belirli otoritelere duyduğu saygıya bağlı olarak ışığı yansıtan ve renkleri değiştiren kendi kişisel alanına sahip olduğunu göstermektedir. İnsanların izole olmuşluğuna ve dünyayı yalnızca kendi konumlarından hareketle gördüklerine atıfta bulunan mağara putlarına göre kişinin duyguları, bağlantıları, ideolojileri ve coşkuları nesnel gerçeğin yanlış anlaşılmasına yol açma potansiyeline sahiptir. O nedenle bazıları aşırı ayrımcı bazıları ise aşırı benzetmelere meyillidir. Bazıları muhafazakardır geçmişi sever, bazıları ise yenilik ve değişimden yanadır. Net ve mantıklı düşünmenin önündeki en büyük engellerden biri olan pazar yeri putu, kesin olmayan ve kötü seçilmiş dilin anlama üzerinde yaratabileceği zararı vurgulamaktadır. Özellikle, kelimeler kafa karışıklığına ve yanlış anlamalara yol açabilir. Dilsel belirsizlikler nedeniyle iletişimde ortaya çıkan yanlış anlamalara göndermede bulunan çarşı-pazar idolü ve ah şu kelimeler, yanlış yerleştiklerinde dünyayı kasıp kavuran kelimeler. Buna karşılık tiyatro putu, modası geçmiş ideolojilerin ve felsefi sistemlerin kişinin gerçeklik algısını karartarak ilerlemeyi engellediğini iddia eder.

Bu ve sayılamayan daha nice put varken insan her zaman kahraman olamaz ama her zaman insan olmayı deneyebilir. İnsanı güçlü yapan yedikleri değil, hazmettikleridir; onu zengin yapan kazandıkları değil, muhafaza ettikleridir;  onu bilgili yapan okudukları değil, kafasına yerleştirdikleridir.  Yani “Putlar yenilebilir mi?”

Bu soruya cevap vermeden önce elbette efendi-köle ahlakını bir sorumlu olarak düşünmemek olanaksız ama yer azlığından dolayı kısaca şöyle söyleyeyim: Hangi çerçeveye başvurursak vuralım putlara rağmen “başkalaşım (dönüşüm)” tüm çerçevelerin ortak paydasıdır. Neticede insanların izledikleri yol (ve tabiki taptıkları put ya da idoller), eğer bu yolda ısrar edilirse, varacakları belli sonların habercisidir. Ama yollarından saparlarsa, sonları değişecektir. Hiçbir şey yoktan var olmaz; varken de yok olmaz.

Putları fark ederek ve putlardan vazgeçerek başkalaşım aslında hemen hemen hepimizin hayatında olanaklı bir imkan. Nietzsche’ye göre bireyler insan olarak (ruhsal manada) gelişimde üç fazdan geçerler: Deve, Aslan ve Çocuk. Özetle, Deve hayattaki en ağır yükleri taşıyan, Aslan o yüklerin arasında kendi özgürlüğünü yaratan ve Çocuk ise tüm bunların ötesinde masumiyet unutuş ve yeni bir başlangıcı simgeler. Deve, geleneğe saygıyı, öğrenmeyi ve tam teslimiyeti; aslan, bu geleneği yıkmayı; çocuk, yeni bir insanın doğuşunu temsil eder.

Bu fazlardan ilki, çoğu insanın uzun zaman durağan kaldığı faz yani “deve evresidir” (tutsak akıl, kulluk ya da biat fazı).  Deve evresinde yük taşıyan ruh “ağır nedir?” diye sorar; böylece deve gibi diz çöker ve iyice yüklenmek ister. Yüküyle gücünü hissedeceği için değerli olduğunu düşünür. Deve fazı yüklerin, fetihlerin ve yaraların toplayıcısıdır. Develer büyük yükler taşıyabilirler ve çölde aç susuz hayatta kalabilirler. Ama deve bu; sadece takip eder.  Bu en alt bilinç seviyesidir. Deve, ‘bunu yap!’ diyen birileri tarafından güdülmeye ihtiyaç duyar. Onun cesareti, ruhu ve özgürlük için duyduğu özlem yoktur. İtaatkârdır. Zamanla taşıdığı yük acı intikam, kin, çaresizlik, acıları bastırmak için haz peşinde koşma, tehlikeyle karşı karşıya kalma halini alır. Hırs yapar, harese dikeni yer, yedikçe diken ağzını kanatır, kan hoşuna gider, daha da yer yedikçe kanar, kanadıkça kendini öldürdüğünü anlamaz. Deve, aslana dönüşmezse, arayıcı arayıştan mahvolur, kendini yok eder. “Deve” örneğiyle tanımlanan bu aşama aslan olabilme kapasitesini doğurur. Aslanla ilişkilendirilen ikinci aşama, kendi değerlerini yaratabilen ruhun artık kendisi için konuşmasıdır. Aslan faz yapacağım ya da yapmayacağım demeyi öğrenir; gerektiğinde sertleşebilir, haksızlığa misliyle karşılık verebilir, merhamet duygusundan uzaklaşabilir. Ancak, gerçekliğin çölünde aslan ejderhayla yani toplumsal kurallarla karşılaşır; ve ejderha ona yapacaksın der. Gerçekliği tüm çıplaklığıyla görebilen, hırs, tutku ve iradeyi temsil eden aslan sürünün temsil ettiği ve yap dediği hazlara hayır diyebilmelidir.

Pek çok bireyin dünyayla etkileşime girerken inatçı özellikler sergilediği açıktır. İlk aşamayı bir deveninkine benzeten Nietzsche’ye göre ilerlemek için, öznel değerlendirmelerin dışlandığı ve nasıl yaşanacağını dikte eden dış etkilere direnildiği bir olgunluk seviyesine ulaşılmalıdır.  Bu dönüşümden geçerek bir aslan haline gelen birey, kendinin farkında olan bir duruma erişir. Nietzsche der ki; “Ne ki en ıssız çölde gerçekleşir ikinci dönüşüm: aslan kesilir burada tin, özgürlüğü geçirmek ister eline ve efendi olmak ister kendi çölünde. Son efendisini arar burada: düşman olmak ister ona ve son tanrısına; büyük ejderhayla dövüşmek ister zafer kazanmak için.” Ama aslan da gelişmelidir. Aslan, öngörülen düşünce, duygu ve davranış biçimlerinin kültürel gelenekler olduğunun farkına varır. Bununla birlikte, bu normların davranışlar üzerindeki etkisini anlamak zorlu ve uzun bir süreçtir. Aslan ile deve arasındaki fark biri kulluğun farkında olması diğerinin ise olmamasıdır. Nietzsche’nin dediklerine göre aslanın birincil amacı, alevler püskürten ve aslanın davranışlarını etkileyen devasa bir yaratık olan ejderhayı yenmektir. Bu başarıya ulaşmak için aslan, Thou Shalt olarak da anılan ejderhanın üstesinden gelmek için cesaret ve güç sergilemeli, aynı zamanda egemen değerleri kabul etmeli ve onlara saygı duymalıdır. Deve aşamasında kişi, yüklenebildiği tüm yükleri sırtına yüklemelidir yani hayattan kaçmamalıdır. Ölümle, yalnızlıkla, anlamsızlıkla mücadele etmelidir. Bu mücadele kişiye güç ve direnç kazandıracaktır. Böylece ikinci aşama, yani aslan aşamasına geçebilir. Nietzsche, devenin aslan olmadan önce “ıssız çöl”e girmiş olduğunu söyler. Yüklendiği yükler onu hayatı sorgular hale getirmiş, toplumun dışına götürmüştür. Yani erdemi arayan deve varoluşsal bir sancıya tutulmuştur. Deve bu aşamada ya kendi hayatına son verecek ya da özgürleşecektir. Özgürleşme, yani aslan olma adımında toplum tarafından dayatılan gelenekleri ve erdemleri yok etmelidir. Yaşamın ikinci evresinde, bir aydınlanma yaşadıktan sonra, aslan her şeyi reddeder.  Sürekli olarak her şeyi reddetmek nihai “hiçliğe” götürür.

Son faz  ise bir çocuğunkidir. Aslan değil ancak bir çocuk ejderhayı yenebilir. Nietzsche şu soruyu sorar: “Çocuğun başarabilip de aslanın başaramadığı şey nedir?” Nietzsche neden aslan ile çocuk arasında bağlantı kurar? Çocuk, hareket halindeki bir tekerleğe benzer şekilde, kusursuz saflığı ve yeni bir başlangıç kapasitesini temsil eder. Çocuğun eylemleri, yaratılışın özündeki “evet” zorunluluğunu somutlaştırdığı için önem taşır. Çocuk ruhunda birey kendi gerçekliğini kendi istemleriyle yaratır. Bu ifade bireyin kendi iradesini ortaya koymasını ve geçmişinin üstesinden gelmesini sağlar. “Masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi kendine dönen bir çarktır, bir ilk hareket, kutlu bir evet deyiştir yaratma oyununa…”

Tasavvuf da başkalaşımı önemser ve bu nedenle nefsi mertebelere ayırır; ben aşaması, gönül aşaması, ruhsal aşama, gizem aşaması, gizemlerin gizemi aşaması, en gizli aşama, salt gerçeklikler aşaması gibi. Mesela; Nefs-i Emmare (kötülüğü emretme): Kişi bu bilinç seviyesinde duyusal eğilimlerin etkisi altındadır. Gerçeği kavrayabilecek durumda değildir, arınmalıdır. Kötü ve zararlı olan işlerin yapılmasını emreden nefsi emaredir. İnsanı maddi zevklere sevk eden doğal kuvvettir. Her şeye direnen ve emreden, her zaman doymak isteyen ve hatalarını kat’i surette görmeyen; sahibi üzerinde meşru olmayan arzuları yerine getirme hususunda hakim olan bu Nefstir. Bu mertebe, bilinçsiz ve arzularının kölesi konumundaki insanı (Nietcheye göre deveyi) tanımlamaktadır.  Nefs-i Levvame (kötülüğü kınama): Gönül aracılığıyla düşünmeye başlayabilme aşamasıdır. Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. Emmareliği tamamıyla yapmakla beraber, ara sıra pişmanlık duyan, sahibini yasaklara yöneltmekten ayıplayan, bazen de hayırlı işleri ilham ederek güzellikleri fısıldayan nefis demektir. Bu safhada kişinin ruhunda kötülüklerden iyiliklere dönüş arzusu doğar ve önceki kötü fiillerinden dolayı kendi kendini kınamaya başlar. Hatasını görüp anlayan, fakat onunla baş edemeyen veya etmemeyi tercih eden; manevi terbiyeyi görmeye başlayan Nefstir. Bu mertebedeki kişi hatalarını görür, açıkça onları kabul ettiğini beyan etse veya gerçekten kabul etse de aynı hataların çoğunu sürekli yapmaya devam eder. Buradaki insanı tanımak için özür dileyip dileyemediğine bakmak yeterlidir. Özür dilemeyen nefs-i emmaredir. Nefs-i Mülhime (doğuş): Ruhsal varlık alanına yönelim içeren bu aşamada ilham, feyiz ve keşfe mazhar olan, neyin iyi, neyin kötü ve zararlı olduğunu sezgi ile bilen ve davranışlarını ona göre ayarlayan, şehvet ve hazcı çağrılara karşı direnebilen insan iradesi yerine kullanılır. Farkındalığını vicdanın yönetiminde eyleme döken; iyi, doğru ve güzel tutum ile arasındaki duvarları yıkmaya başlayan; hatasını görüp hemen düzelten ve bundan ders alan; manevi terbiyesini artırmaya devam eden, bununla birlikte hâlâ meşru olmayan arzulara meyilli fakat onunla savaşan Nefstir. Manaya giriş bu aşamada başlar derler. Doğuş bilinci insanın kendi aklını kullanmaya cüret etmesi olarak tanımlayabileceğim aydınlanmanın yaşandığı aşamadır.

Sorumuz “putların yenilebilir olup olmadığıydı, hatırlatayım. Bir bilinç seviyesinden diğerine yolculuk mümkün yani evet zor ama imkânsız değil.

“Zahmetli fakat onurlu savaşta ekilen tohumdan hemen ürün alınabileceği beklenmemeli. Bilakis büyük bir özen ve sabırla çalışılmalı ki bir gün ürün hasat edilebilsin.”

Bazen öyle olaylar olur ki; kişinin gerçekliği algılama ve hayatı anlamlandırma şeklini bozar. Bu olaylar büyük duygusal yer değiştirmeler ve yeniden düzenlemeler niteliğindedir. Bir zamanlar kişilerin yaşamlarının yönlendirici güçleri olan fikirler, duygular ve tutumlar aniden bir tarafa atılır. Tamamen yeni bir dizi kavram ve güdü onlara hakim olmaya başlar. Bu durum, gerçekliği düzenlemenin yeni bir yolu için içsel arayışı tetikler. Bazen bu durumda “bilinç ile bilinçdışı arasındaki sınırda, genellikle ikna edici bir güçle bir içgörü, sezgi veya vizyon belirir.” Bu deneyime sıklıkla büyük bir duygusal boşalım ve derin bir rahatlama hissi eşlik eder. Daha sonra, zamanla, kişi dil ve semboller aracılığıyla deneyimi bütünleştirir ve yorumlar ve yeni düşünce ve eylem kalıpları ortaya çıkar. Bu durumlarda coşku zamanla yavaş yavaş azalır. Bu olayların takibinde şöyle bir süreliğine olduğunuz yere uzanır; bir süreliğine başka bir dünyada gibi hissedersiniz, yeni bir bilinç dünyasında. Her yanda ve içinizde harika bir var olma hissi duyarsınız. Üzerinize büyük bir huzur çöker ve şöyle düşünebilirsiniz: “Her şey ne kadar yanlış görünürse görünsün, hepsi doğrudur.” Bu bilince vardığınızda o zaman içinizi gerçekten büyük bir huzur ve esenlik duygusu sarar. Ve bilirsiniz -yani bilmekten bahsediyorum, inanmaktan ya da düşünmekten değil- gerçekten tüm zerrenize kadar bilmekten, birinin nihai gerçeğe sahip olması gibi- muhtemelen o an hayatınızda atacağınız en önemli adımı atmışsınızdır.”

Kimileri buna görüş, perspektif genişlemesi diyor kimileri ise kafayı değiştirme, aydınlanma, uyanma… Ben bilinç genişlemesi olarak adlandırmayı daha uygun buluyorum. Tek ama genişleyebilen bir bilinç. Genişledikçe farkındalığı, odağı, anlama ve anlamlandırma yeteneği,  bilişsel, duygusal ve ruhsal algı, yorum ve tepkileri değişen canlı bir bilinç. 

Kişinin bilincindeki değişim yeniden doğmak gibi bir şeydir o nedenle bir yaşamda defalarca ölmek ve doğmak mümkün. Bilinç kayması, genişlemesi kişinin yaşamla ilgili konuları yeni bir perspektiften algılamasını sağlayan dönüştürücü bir andır. Bu değişim, kişinin temel inançlarında köklü bir değişikliğe yol açabilir ve ardından tüm hayatını etkileyebilir. Dönüştürücü süreç genellikle derin ve kalıcı bir değişimle ilişkilendirilir. Hani bir gün insanlar sabah kalkarlar ve o gün bambaşka bir insan olduklarını düşünmeye başlarlar. Dışarıdan aynı ama içeride ve kavrayışta ciddi farklar olmuştur. ‘Bilinç dönüşümü, kayması’ terimini  fiziksel düzlemde tanımlamak zor. Bu bağlamda, bilinç dönüşümü, bireyin bilinçli deneyiminde, dünya görüşünde, varoluş biçimlerinde ve genel olarak kendini, başkalarını ve dünyayı deneyimleme ve bunlarla ilişki kurma biçiminde kalıcı değişikliklere yol açan önemli bir değişim. Değişim kelimesi aslında olayı tam olarak yansıtmıyor çünkü değişim genellikle dış özelliklerle sınırlı yani bir kişinin saç renginin değişmesi gibi (özde değişmiyor görünüşte değişiyor). Bilinçteki bu kaymayı en iyi anlatabilecek kelime ise sanırım dönüşüm, başkalaşım ne de olsa dönüşüm öze dair olan bir ifade.  

Dönüşüm süreci düşüncelerde, duygularda ve davranışlarda değişikliklere yol açsa da, bu yapıların doğrudan değiştirilmesini gerektirmiyor. Bunun yerine, algıda veya bakış açısında bir değişim gerektiriyor.  Ve kişinin temel varsayımlarında köklü bir değişikliğe yol açıyor.

Dönüştürücü deneyimlerin üç dönüştürücü değişime neden olması muhtemel; (i) bakış açısında değişiklikler ve (ii) kişinin kendini algılamasında ve (iii) kişilerarası bağlantılarında değişiklikler.

Bakış açısındaki bir değişim genellikle ‘daha geniş bir perspektif’, ‘algıda bir değişim’, ‘şeyleri algılamanın yeni bir yolu’, ‘farklı perspektifleri kucaklama becerisi’, ‘referans çerçevesinde ve içsel duruşta bir değişim’, ‘yepyeni bir alanın açılması’ ve ‘mevcut olanı gerçekten algılamak’ gibi çeşitli terimlerde ifade bulur. Perspektifteki bu değişime ya da genişleyen dünya görüşüne yanıt olarak, bireyler genellikle kendilerini algılayışlarında bir dönüşüm yaşarlar.  Bu da bireysel kimliklerinden uzaklaşmaları ya da kimliklerini genişletmeleri ile sonuçlanır. Bunu şuna benzetebiliriz. Manzara önemli bir değişikliğe uğradığında, bir sonraki adım kendini yeni görünüme yeniden yönlendirmek ve yeni bir dünya haritasında ‘Buradasınız’ göstergesini bulmaya benzer şekilde kişinin yeni çevreye göre konumunu belirlemektir. Kişinin kendini ve dünyayı algılayışındaki değişim, ‘algısını değiştirmek’, ‘benlik algısını değiştirmek’, ‘kendini farklı görmek’, ‘ruhani varlık olarak varlığını yeniden tanımlamak’, ‘egoyu bırakıp ruhu kucaklamak’, ‘algılanan kimliği terk edip gerçek benliği kucaklamak’, ‘benliğin derinlemesine keşfi’ ve’ sahip olduğuna inandığı kimliğin var olmadığının’ farkına varmak gibi terimlerle ifade bulur. Benlik algısındaki bu değişim sıklıkla kişinin kendisini ayrı ve farklı bir birey (‘Ben’ olarak anılır) olarak görmesinden, başkalarıyla karşılıklı bağımlılığını ve daha geniş bir topluluğa (‘Biz’ olarak anılır) ait olduğunu kabul etmesine geçişi içerir.

Büyümek, elinde olmayan her şeyi özgür bırakmaktır

Güncellenme Tarihi
  • 21 Ocak 2024, 14:07
Yazının Adı
Bilinç Genişlemesi: Olaylar ve Sıçramalar