Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Benim Sayemde, Senin Yüzünden: Büyük Aşkın Mikro-Diktatörlüğü

Benim Sayemde, Senin Yüzünden: Büyük Aşkın Mikro-Diktatörlüğü

Bir ilişkide her şey yolundayken “benim sayemde”, çöktüğünde ise “senin yüzünden” deriz. Bu iki cümle, basit bir tartışma kalıbı değil, insanın iktidar arzusunun ev içindeki en incelikli hâlidir. Belki de insanlık tarihi bu iki cümlenin etrafında dönüyor: biri Tanrı’yı, diğeri günah keçisini oynar. Çünkü aşk, çoğu zaman bir paylaşım değil, bir iktidar oyunudur; sevgi kelimesiyle paketlenmiş bir kontrol girişimi. Modern çağ bu oyunu romantizm diye pazarlar, oysa çoğu ilişkinin sahne arkası mikro ölçekte işleyen bir diktatörlük laboratuvarıdır. Sevgi sözcükleriyle cilalanmış, duygusallıkla parfümlenmiş ama özü itibariyle gücü kimin elinde tutacağına dair bitmeyen bir pazarlık.

Bilim, bu mikro-rejimin kimyasal mimarisini çoktan çözmüş durumda. Aşkın başındaki sarhoşluk, beynin ödül merkezinde patlayan dopaminin eseridir. Bu kimyasal şölen kısa sürer; yerini oksitosin alır. Halk arasında “bağlanma hormonu” diye anılan oksitosin, aynı zamanda sahiplenmenin, sabitlemenin ve kıskanmanın da molekülüdür. Aşık olduğumuzda aslında bağlanmak değil, elimizde tutmak isteriz. Sevgiyle kontrol arzusu aynı kaynaktan filizlenir; aşk biyolojik olarak bir iş birliğinden çok bir bağımlılıktır. Ve her bağımlı gibi biz de kriz anlarında bir suçlu ararız. Yoksunluk başladığında, dil hemen devreye girer: “Senin yüzünden.”

Psikoloji bu tabloya yeni bir derinlik kazandırır. Her ilişki görünmez bir “ortak kimlik” üretir, fakat bu kimlik genellikle eşitlik değil, asimilasyondur. Çiftler arasında sessiz bir anlaşma yapılır: “Benim gibi ol, yoksa seni sevmem.” Böylece konuşmalarda “biz” kelimesi çoğalır, ama o “biz”in içinde iki kişi kalmaz; biri diğerini yutar. Jung’un gölge kavramı burada kapıyı aralar: Eşimizde çoğu zaman kendimizde bastırdığımız yönleri görürüz. Başta bizi büyüleyen şey, karşımızdakinin farklılığı değil, bizde eksik olanı temsil etmesidir. Zaman geçtikçe bu yansıtma kırılır, kişi aslında karşısındakinin hatalarıyla değil, kendi bastırılmış tarafıyla kavga ettiğini fark eder. “Senin yüzünden böyle oldum” diyen birinin cümlesi aslında şunu söyler: “Kendi sorumluluğumu almak istemiyorum.” İlişkinin en yıkıcı kavgası eşle değil, bastırılmış benlikle yapılır; ama biz o aynaya bakmamak için hep bir “öteki” buluruz.

Felsefe bu gerilimi daha çıplak biçimde ortaya koyar. Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” cümlesi, aşkın trajedisinin kısa özetidir. Sevdiğin kişiyi özgür bir özne olarak seversin; ama o özgürlüğü seni incitmeye başladığında onu kontrol altına almak istersin. Sevdiğini özgür bırakmak istersin ama seni sevmeye devam ettiği sürece. Aşkın en trajik hali budur: özgürlüğü yalnızca bize zarar vermediği sürece tolere ederiz. “Benim sayemde” diyen Tanrısal bir rol oynar; “senin yüzünden” diyen kurbanın diliyle konuşur. Böylece aşk, iki insan arasındaki duygusal bağ olmaktan çıkar, bir iktidar laboratuvarına dönüşür. Bir yanda hükmeden “ben”, diğer yanda onay bekleyen “sen.” Çoğu çiftin tartışması bu yüzden ahlaki değil, ontolojiktir: özgürlükle mülkiyet arasına sıkışmış bir varoluş mücadelesi.

Tüm bunların üzerinde bir de toplumsal ekonomi katmanı vardır. Kapitalist bilinç, duygusal alanı çoktan kolonileştirmiştir. Artık aşk değil yatırım, fedakârlık değil geri dönüş konuşuluyor. “Bu ilişki için çok şey yaptım” cümlesi bir muhasebe ifadesidir; bir taraf “verdiği emek”le alacaklı, diğeri “borçlu”dur. Duyguların yerini performans ölçümü, sevgiyi ise karşılaştırmalı bilanço tutma alır. Psikolog John Gottman’ın çalışmalarına göre ilişkileri bitiren asıl zehir öfke değil, küçümsemedir. Küçümseme, “benim sayemde” cümlesinin duygusal çevirisidir; bir bakışla bile karşındakini küçültür, değersizleştirir. Çünkü sevgi, eşitler arasında nefes alır; her küçümseme, sevginin mezarına bir çivi daha çakar.

Modern insan, hem biyolojik hem ideolojik bir bağımlılığın içinde yaşar. Bir yanda dopaminin kısa süreli ödül döngüsü, diğer yanda toplumun “ideal çift” mitolojisi… Bu ikisi birleşince insanlar sevgiyi değil, bağımlılığı “aşk” sanmaya başlar. Bu sahte aşkın yakıtı suçlamadır. “Senin yüzünden” diyerek kişi anlık bir masumiyet kazanır ama özgürlüğünü kaybeder. Çünkü suçlama, özgürlüğün ertelenmiş halidir; insan kendi payını görmediği sürece hep zincirli kalır.

Kurtuluş, romantizmin değil, sorumluluğun alanındadır. Gerçek sevgi “ben neyi sürdürdüm?” sorusunu sorabilmekle başlar. Bu kendini suçlamak değil, gücü yeniden eline almaktır. Fromm’un dediği gibi, sevgi bir duygudan önce bir eylemdir. O eylem dışa değil, içe yönelmelidir; ötekini değiştirmeye değil, kendini dönüştürmeye. “Hayır” diyebilmek, sınır koyabilmek, bazen sessizce uzaklaşabilmek… bunların hepsi sevginin ahlaki değil, varoluşsal koşullarıdır. Kendi gölgesini tanımayan, eşini hep karanlıkta bırakır.

Belki de aşkın trajedisi yanlış kişiye değil, yanlış inanca tapmamızdadır. Karşımızdakini “sayemde” diyerek kutsar, “yüzünden” diyerek lanetleriz. Onu hem kurtarıcıya hem cellada dönüştürürüz. Oysa sevgi ne kurtarıcıdır ne cellat; yalnızca bir aynadır. Ve o aynada gördüğümüz şey, çoğu zaman tahammül edemediğimiz kendimizdir: korkularımız, kıskançlıklarımız, kontrol açlığımız, yarım kalmış benliklerimiz. Aşkın mikro-diktatörlüğü görünmez bir rejim gibi çalışır; mutfakta, yatakta, gündelik konuşmalarda kendini yeniden üretir. “Benim sayemde” diyen küçük iktidarlar, “senin yüzünden” diyen küçük kurbanlar yaratır. Her iki rol de kısa vadede konfor sağlar ama özgürlük sunmaz.

Çünkü özgürlük, suçlamayla değil, sorumlulukla mümkündür. Suçlama bizi geçmişe zincirler; sorumluluk, geleceğe açar. Bir ilişkide en cesur cümle “beni dinle” değil, “ben şimdi ne yapıyorum?”dur. Aşkın mikro-rejiminden çıkış bir devrimle değil, bir farkındalıkla başlar. Suçlamayı bıraktığında sevginin iktidarını değil, insanın kırılganlığını görürsün. Ve belki de o an, ilk kez gerçekten seversin-kimseyi değil, kendini de dahil ederek. Çünkü sevgi, bir aynaya bakabilme cesaretidir. O aynada yıllardır unuttuğun bir yüz vardır: senden özgür, senden insani, senden sorumlu bir yüz. İşte orada, aşk nihayet özgürlüğe dönüşür.

Güncellenme Tarihi
  • 26 Ekim 2025, 10:21
Yazının Adı
Benim Sayemde, Senin Yüzünden: Büyük Aşkın Mikro-Diktatörlüğü