-Ah hanımefendiciğim. Üzüldüm halinize. Çok süzülmüşsünüz. Bu sene Ramazan çok mu hüzünlü geçti!
-Ah anneciğim nasıl da benzin solmuş! Galiba açlığa dayanamıyorsun.
-Vah efendim vah! Hapur şupur nasıl da malı götürüyorsun. Allah’tan korkmuyorsun biliyorum bari Ramazandan utan!
–Yiyin efendiler yiyin bu han-ı iştiha sizin. Tıksırıncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya kadar yiyin. İsterseniz Ramazanı da yiyin.
-Nasıl olsa fetvam var. Açlığa dayanamıyorum. Veririm fidyemi sevindiririm midemi!
-Canım sen de Ramazan da kim! Bak herkes ne onu tanıyor ne de ondan doğan Bayramı!
-Bunca hüzne ve yoksunluğa rağmen, acının belini iki büklüm ettiği Ali amcam! Ramazan seni nasıl da sarmalamış öyle hüzünlü halinle!
-Canım ne çok özlemişim seni! Daha yeni selam verdin merhaba dedin! Sana doyamadan da elveda diyeceksin. Ömrüm sana hep merhaba ve elveda diyerek geçti.
-Bu sene neden o kadar hızlı geçti Ramazan Bey! Ne sen bana tam doydun ne ben seni tam doyurdum.
-Yok yok. Bu sene sofralarda mutlu değildi Ramazan! Ardından Bayram da öyle geldi!
Bu vb. nice ramazan konuşmalarıyla ilgilenemiyordum. Çünkü yaşamımın en anlamlı ramazanını bu sene masum ve mazlum ailelerin arasında geçiriyordum.
Karalama defterime bu seneki ramazanı 21 metrekareden müteşekkil bir artı birlik 2100 küçük evden oluşan bir sitedeki 627 mazlum ve masum aileyle geçirdim kaydını düştüm.
Bir aileden ayrılmama bedel Allah bana bunca saf kalpli, yaralı gönüllü ve gözü yaşlı aileleri nasip etti. Birden ayrılmanın hasretine bedel yüzlercesinin yaralı canına canımın değmesinin meserretini yaşamak bir başka anlamlı kılmıştı bu Ramazanı. Ki onlar asıl ve asil kahramanlarımdı. Acılarının hayali dahi bizi üşüten ve bütün konforumuzu alt üst eden o masum ve mazlum depremzedelerdi yaşamımı canlı kılanlar. Onlarla olmak ve onların gönlünde olmak ne büyük saadet ve iyilik. Galiba herkese nasip olmayacak bir iyilik bu zaman dilimlerine takılı olanlara temas etmek.
Zelzele vakitlerinin hususi psikolojik aktivitelerinin olduğuna inanıyorum. İnsan davranışları bu hassas zamanlara göre büyük kırılmaların eşiğine gelir. Her an kırılmanın trajik yansımalarıyla karşılaşabilir.
Deprem coğrafyası özel psikolojilerin vuku bulduğu özel zamanı yaşamanın mekânlarındandır. Bundandır ki buralarda zorunlu veya gönüllü çalışacak olanların pozitif psikolojide olması yetmez aynı zamanda onaran, her şeyi güzel gören ve güzel düşünen hülyalarda olması gerekir. Ben de böyle güzellerin olduğu bu yeni kentin inşasının ekibi arasında buldum kendimi.
Alt yapısını tamamlamış, üst yapısını da tamamlamak üzere olan kentin başındaki nahif ve nazik Mahmut Bey herkese itidal-ı demi telkin ediyordu. Bir dakika yerinde durmadan sahanın her köşesini adımlayarak işin başında bizzat fail oluyordu.
Erkan Bey hem görünür hem de görünmez bir kahraman gibi bütün işlere imzasını atıyor gibiydi. İdareci gibi tanzim ediyordu işleri amele gibi yükleri taşıyordu o küçük evlere.
Bir an önce çadırdan konteynerlere yani küçük yuvalara insanlar alınsın diye herkes canhıraşane çalışıyordu.
Ahmet Bey çıkan yüksek sesinden ziyade işlerdeki performansıyla alt ve üst yapının kahramanıydı. Yerinde duramayan adam olan Ahmedim Zülfü ve Bahattin Beyle beraber alanda hep vardı.
Abdullah, Mahmut, Abdulkadir, Abdulhamit, Arife, Ebru Hanım ve daha niceleri devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmaktan asla geri durmuyorlardı.
Eray Bey, Hasan Bey ve ekibi ise bu kervanın kutsal görevlileriydiler. Eray Bey’in ciddiyetinin yanında Hasan Bey’in şefkat ve nezaketi bu şehrin inşasında estetik peyzajın tamamlayıcı unsurları arasındaydı. Hele Mehmet Ali Bey ve ekibinin buraya taşıdığı Bursa heyecanı ve neşesi konteyner kentimizin bütünleyici unsurları oldu.
Kent diyorum ya sakın küçümsemeyin! Burası 350 dönümlük bir yerde kurulan 2100 haneyi yerleştirdiğimiz neredeyse on bin nüfusa sahip olacak bir şehrimizdir.
Ya Suna, Gülden ve Esra Hanım için ne demeli. Ne deseniz bence azdır diyebilirsiniz. Onlar sadece bilgisayarın başında verileri kayıt altına alan kişiler değildiler. Buraya yerleştirilecek olan depremzedeleri nezaket ve nahiflikle karşılayan yüzlerinde taşıdıkları tebessümün sırtlarındaki yükten daha ağır olduğunun farkında olan gurbette olmayan ama gurbet onların içinde depremzedeler olarak yaşayan ince yürekli ve tatlı lisanlı çalışanlardı.
İnsanî ve İslamî bu narin hallerinin yansımalarına depremzedeleri yerleştirirken defaatle şahit oldum.
Hakimiyetin güçlülük, çaresizliğin zayıflık olduğu inanışı iç dünyamızda yer ettiğinde bir musibetle karşılaştığımızda çoğu zaman tepkisel davranırız. Normal insan gibi bir davranış sergilemek uzun zaman onarılmayı gerektirebilir. İnsanın yeniden güven duyması zaman alır. Psikanalist Arno Gruen eğer insan kendi acısının anlamını kavrayamaz duruma gelmişse o zaman çaresizlik ile zayıflıkla baş etmede deneyim eksikliği var demektir der.
Büyük acılar yaşayan, hayatlarında büyük boşluklar oluşan depremzede kardeşlerimizi çadırdan küçük evlere yerleştirirken ben de bu hanımefendilerin mesai arkadaşı idim. Ve onların istemeden de olsa maruz kaldıkları bazı gönül incitici davranışları nasıl nahiflikle ve mütebessim simalarıyla karşıladıklarına hep şahit oldum. Hatta bazı zamanlar göz yaşlarını depremzedelere göstermemek için nasıl köşe bucak saklanarak ağladıklarını dahi bilirim. Ama bir defa dahi o insanları incitecek bir bed davranışı ve kem sözü onlardan hiç işitmedim.
Hatta bir keresinde çok ağır azarlar işittikleri Sultan teyzenin istekleri karşısındaki çaresizliklerini onu kırmadan, sessizliğin ihtişamında, dinlemenin mutlak terapi ocağında olgunlaşarak hızlıca ortamdan uzaklaşmış ve kentimizin güzelleşmeye yüz tutan sokaklarına konulan bir bankın üzerinde üzüntünün sahilinde dinlenirken bir anne elinin ve yüreğinin onları nasıl ısıttığını görerek bütün yorgunluklarını attıklarını bana söylemişlerdi. Onlara kızan sultan teyze nineleri olmuş ve sevginin en güzel yansımalarını bu anne kucağı gibi yaralı gönülde bulmuşlardı.
Bu arada yüksek masada oturanları da sadece emir veren yetkililer olarak görmeyin lütfen! Emin olun onlar hem masada hem de sahada idiler daima. Tabi yük ağır gelince bazen kayış atabiliyor ve kasnak yakarak etrafın tozunu dumana katabiliyorlardı. Lakin onlar da o kadar yüce gönüllü idiler ki hiçbir depremzedeyi incitmemeye, her isteklerini de en kısa zamanda ve makul çerçeveler dahilinde yerine getirmeye gayret ediyorlardı.
Onlar çok iyi biliyorlardı, tecrübelerini de sahaya yansıtarak ifade ediyorlardı ki bu sade ve asil depremzedeler hepsi muhtaçtır ama hiçbiri dilenci değil. Bu da yüzyılların devlet geleneğinin o yöneticilerimize veraseti ve yüklediği yönetici asaletiydi.
Ömrümde hiç vuku bulmamıştı böyle anlamlı ve hüzünlü bir Ramazan.
Bedenim orada olmasa da aklım ve kalbim hep onların yanında olacak.
Nefesleri nefeslerimdir.
Onlar bende olacak ben de onlara bende olacağım yaşadığım sürece.