Her insan kendisini sonraki kuşaklarla karşılaştırır ve bir takım sonuçlara varır. Genellikle kendisinden sonraki kuşak(ların) daha şanslı ve avantajlı olduğu sonucuna ulaşır. Bu süreçte şimdiki kuşakların sahip olduğu fakat kendisinin sahip olmadığı imkânları, şartları, ortamları ve fırsatları referans alarak kendisine bir haklılık payı çıkartmaktadır. Bu doğrudur fakat her kazanımın mutlaka bir bedeli vardır.
Bu çağda yaşayan insanların sahip olduğu imkânlar onlara aynı zamanda bedel hatta bedeller ödetmektedir. Bu bedellerin ne olduğunu tartışmak değildir amacım fakat birkaç şey söylemeden de geçmek istemiyorum. Bu bedellerden başta geleni, sosyal mirasımızın hızlı bir şekilde tükenmesidir. İnsanlar daha mutsuz, yalnız, doyumsuz ve hem kendisine hem de başkasına daha olumsuz duygular içindedir. Bu durum insanın hem kendisinden hem de diğer insanlardan ayrışmasına(kopmasına) neden oldu diyebiliriz. Aynı apartmanda oturup birbirini tanımayan “komşuların” durumu başka nasıl açıklanabilir. Eşinin, arkadaşının, birlikte çalıştığı insanların sadece ne yaptığına, ne yapmadığına, ne dediğine ve ne demediğine odaklanıp ne hissettiğini umursamadan davranmayı başka nasıl açıklayabiliriz.
Esas soru bu çağın insanının nasıl bu noktaya geldiğidir. Birçok faktör ya da neden söylenebilir. Benim burada ele alacağım ve uzun yıllardır gözlemlediğim hatta insanların mutlu, huzurlu, kanaatkâr ve hem kendi hem de başkasına ilişkin daha olumlu tutum geliştirmesine katkı sağlayacak olan bir faktörden bahsetmek istiyorum. Bu faktör beklentilerimizdir.
Beklentilerimiz bizim bir anlamda yaşam tarzımızı belirlemektedir. Bu bazen farkında olduğumuz bazen ise hatta çoğu zaman farkında olmadan ilerleyen bir süreçtir. Beklentilerimiz; yetiştirme şartlarından, benlik yapımızdan, korkularımızdan, ihtiyaçlarımızdan, özlemlerimizden vb. birçok faktörden etkilenmektedir. Bu uzun süre boyunca oluşan ve bir anlamda otomatikleşen bir durumdur. Ebeveynler çocuklarının bir an önce yürümesini, konuşmasını, yürüdüğünde durmasını, konuştuğunda susmasını, okula başlamasını ders çalışmasını, başarılı olmasını, uyumlu olmasını, akıllı olmasını, sorun çıkarmamasını, eve erken gelmemesini, o çocukla ya da çocuklarla görüşmemesini, oynamamasını vb. ister “bekler”. Özellikle annelerle babalar hayallerindeki çocuğu, öğretmenler de hayallerindeki öğrenciyi oluşturmaya çalışıyor. Belki de ebeveynlere ve öğretmenlere şu tavsiye verilmelidir. “Lütfen hayalinizdeki çocuğu gönderip gerçek olanla bağ kurmaya çalışın”.
Bu bağlamda insanları ve davranışlarını değerlendirdiğimizde beklentilerin ne kadar belirleyici olduğunu görmek mümkündür. Beklentileri yüzünden kendilik algısı olumsuz olmakta, insanlar arası ilişkileri bozulmakta ve geçmişi kabullenmesi zorlaşmaktadır. Bu insanın şimdi ve burada hem geçmişi hem de geleceği yaşaması zorlaşmakta bazen geçmişe bazen de geleceğe odaklaşarak yorgunluklar, tutarsızlıklar ve aşırı hassaslaşma yaşayarak işlevselliği bozulmaktadır. Bir başkasını kendisini konforda hissetmesine katkı sağlayacak beklentileri yerine getiren çok şeye sahip olabilir, hatta çok şeye sahip olan insanla konuştuğunuzda şunu fark edersiniz ki mutsuzdur. Neden? Çünkü o beklentilerin zengini fakir bir insandır. Kendini gerçekleştirmek yerine hep başkasının beklentilerini gerçekleştirmeye odaklı zaman ve enerjisini kullanmıştır. Size ait olmadığını bildiğiniz bir şeye sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü?
Biliyoruz ki esas zenginlik haddimizi aşmadan, canavarlaşmadan, her şey bizim ve her şeyin en iyisi bizim olsun diye bir beklentiye girmeden sahip olduklarının şükrünü bilmektir. Esas fakirlik ise tam bunun tersidir. O yüzden bu insanları ifade etmek için kullanılabilecek en güzel ifade “Beklenti Zengini Fakirler” dir. Zengin olmak istiyorsanız sahip olduklarınız için şükredin ve beklentilerinizi yeniden gözden geçirin. Ancak o zaman kaybettiğimiz sosyal mirasımızı, birbirimize olan güvenimizi, komşuluğumuzu, paylaşmayı, iletişimi, sorumluluk almayı geri kazanarak huzur bulabilir ve böylece mutlu insan olabilmeyi başarabiliriz. Çünkü huzur; sevebilmek, çalışabilmek ve diğer insanlarla yapıcı iletişim kurabilmektir.
Beklentiler beni bana sevdirsin, beni bana, beni sana bağlasın. Beklentiler ben olarak biz olmayı bana öğreten rehberlerim olsun. Nâzım Hikmet’in dediği gibi.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim.
Yaşamak “ben” olarak tek ve hür ve bir orman gibi herkesle kardeşçesine…