Tüm canlılar varlığını koruma ve sürdürme içgüdüsü ile hareket eder. Varlığını koruma ve hatta varlığını gelecek nesillere aktarma. Ağaçlar en uzak noktalara kadar kök salmaya çalışır, kediler yavrular, tek hücreliler bölünür, kuşlar yumurtlar… Canlıların bazen farkında olarak bazen de farkında olmayarak birbirine benzer en temel içgüdüsüdür bu: çoğalmak.
Varlığını korumak ve sürdürmek için sadece bir araçtır çoğalmak. Asıl amaç dünyadaki varlığını ve hükümdarlığını sonsuza kadar korumaktır, doğrudan kendisi aracılığı ile olmasa da genlerini aktararak…
Bunu belirli bir bilinç düzeyi ve matematik kurgusu içerisinde yapmaya çalışan en önemli canlı insandır. Bazen planlayarak, bazen de planlamayarak. Pek çok insanı yeryüzünde endişelendiren en önemli husus ise kendinden sonra ne olacağıdır.
“Benden sonrası” düşüncesi yaşarken de ölürken de en büyük kaygısıdır insanın. Benden sonra çocuklarım, benden sonra evim, benden sonra mahallem, benden sonra ülkem, benden sonra sonra sonra…
Keza “vasiyet” mevzusunu gündeme getiren insandan başka canlı var mıdır? Bazen gömüleceği yeri vasiyet eder insan, bazen cenazesine kimlerin gelip kimlerin gelmeyeceğini… Bazen malını mülkünü nasıl paylaştıracağını vasiyet eder, bazen çocuklarının hangi işlerle uğraşacağını… Bu vasiyetlerin tümü öldükten sonra da hüküm sürme ve bedenen olamasa da ruhen ve fikren var olma düşüncesinden gelir kanımca. Yani yine bir çeşit varlığını sürdürme kaygısından… “Öldüm ama ölmeden önce size yüklediğim sorumlulukla yine yaşıyorum ve varım.” Bazen de “benden sonrası tufan” ne olursa olsun der ama içinde bir yerde “nasılsa çocuklar var, onlar gerekeni yapar” diye düşünür insan. Yine düşünmeden edemez kendisinden sonrasını.
Nitekim masallarda fantastik hikâyelerde de ölümsüzlüğü arayan, ölümsüzlük iksirini bulmak için ejderhalarla, ordularla, elflerle mücadele eden, bu hayal gücünü türeten ve peşine düşen yine insan değil midir? Ortalama yaşam ömrünü uzatmak ve bu dünyadaki varlığını biraz daha mümkün kılmak için türlü gerekçeler bularak, birkaç yıl, birkaç ay, birkaç hafta ve hatta birkaç gün daha var olabilmek için bin bir mücadele veren insan değil midir?
Demek ki insan önce kendisi var olmak için çabalar, olmadığı yerde de kendinden sonraki düzende var olmak için. Ama yine de olmak için… Bazen basit bir vasiyet düzenlemesi ile karşımıza çıkan, bazen olmadık kaynaklardan su içerek, bazen birbiri ile ilgisi dahi olmayan malzemelerle yapılan türlü karışımları yiyerek, bazen birisi söyledi diye bir köprünün altından on kez geçerek… Hep aynı niyet, hep aynı içgüdü, hep aynı amaç: Varlığını sürdürmek!
Günümüzde yeni adı “sürdürülebilirlik” olan bu temel niyet; yediden yetmişe herkese eğitimleri verilen, Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin 17 maddede uymayı kabul ettiği ilkelere sahip, firmaların, sivil toplum kuruluşlarının, kamu örgütlerinin kısaca tüm insanlığın ortak ve birincil varlığını sürdürme gayesi olarak genel bir kabul gördü. Önce sadece “doğayı koruma ve doğal kaynakların gelecek nesiller için varlığını garanti altına alma” olarak görülen bu kavram zamanla; doğanın varlığı sürdürmek için tek unsur olmadığı aydınlanması ile kültürde, ekonomide, iyilikte de sürdürülebilir olmak gerektiği düşüncesi ile gelişti…
Şimdi sürdürülebilirlik deyince, su kaynaklarını korumaktan, cinsiyet eşitliğine, açlıkla mücadeleden atıkların bertarafına, eğitimde fırsat eşitliğinden enerji verimliliğine, karasal yaşamı korumaktan insani çalışma koşullarına, küresel barıştan sudaki yaşamın korunmasına varıncaya kadar topyekün bir kavrama dönüştü… Bir vasiyetten nerelere geldik (!)
Çok sevdiğim ve sıkça kullandığım bir söz var: Nerede trak, orada bırak. Bu sözün elbette sürdürülebilirlik ile ilgisi yok. Hatta kendimi sürdürülebilirlik hedeflerinin çok büyük bir savunucusu olarak görüyorum. Keza vasiyetimi de çoktan yaptım. Bu söz bana bazen sadece bırakmak gerektiğini hatırlatıyor. Her şeyi her koşulda sürdüremeyeceğini. Duyduğun “trak” sesinin aslında “bırak” sesinin olduğunu. Bazen sadece bu sese uyarak bırakmak gerektiğini. Bunu da provokatif bir sürdürülebilirlik fikri olarak buraya bırakmış olayım.
Bazen hatırlamak gerekir. Keza hazırlanmak gereken, gerçek ve başka bir dünya var…