Azîz-i vakt idik a'da zelîl kıldı bizi!
Balkanlara seyahatle evlad-ı Fatihan'a özrün affı için bir tarziyede bulunmak istedik.
İmparatorluktan ulus devlete geçince atmacayı yolmak bilhassa serçe kuşuna benzetmek tek işimiz hatta yegâne işimiz olmuş. Atmacanın önce tüylerini yolduk sonra gagasını kestik ardından da tırnaklarını kısalttık. Serçe kuşuna da benzemedi kendi de kalmadı. Bütün geçmişi yok olduğu gibi geleceği de yok oldu.
İşte bu anlayışla önce Balkanları sonra Afrika'yı, Kafkasya'yı ardından bütün İslam coğrafyasını kısacası kardeşlerimizi kaybettik. Ve üç tarafı denizle her tarafı düşmanla kaplı bir ülke olduğumuzu bütün nesillere anlatmaya ve kabul ettirmeye çalıştık.
Bu anlayışın en trajik bir örneğini ise Balkanlardaki evlad-ı Fatihan'ı yalnız bırakarak gösterdik.
Beş asır maddi ve manevi bir medeniyet inşa ettiğimiz bir coğrafyayı on yıllardır bütün nesle şöyle anlattık: Balkanlardan esen soğuk hava dalgası bütün yurdu esir aldı. Bilhassa Trakya'dan ülkemize giren bu soğuk hava dalgası İstanbul'daki bütün ulaşımı olumsuz etkiledi. Uzun zaman ülkemizi terk etmeyeceği tahmin edilen bu soğuk hava dalgası bütün hayatı olumsuz etkilemektedir.
Bu haberler ile belleğimizde yer eden bir coğrafyaya Edirne'den girdik. Halbuki bizim asırlarca somut ve soyut bir medeniyet oluşturduğumuz bugün ana vatanımızda dahi tam sahip çıkamadığımız o muazzam topraklardaki Türkkâri ruhun özetini Yahya Kemal Beyatlı şöyle özetlemişti. Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih'in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor. Selim'in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur'an ki hâlâ okunuyor.
Türklük adı altında İslam'dan tecrit edilmiş, kendi olmayı inkâr etmeyi normalleştirmiş, ötekileştirmek ve indirgemek laik sistemin ruhu gibi algılanarak faşizmi en ince ayrıntısına kadar uygulamayı medenilik ve çağdaşlık olarak görmeyi bütün sistemin merkezine yerleştirmiş anlayışın her şeye bizi yabancı kılmış çürümüş zihniyetinin gerçek yüzünü görmek istiyorsanız o güzelim coğrafyaya gidiniz.
Edirne
Önce Edirne'yi, ecdadın o(bu)radaki mirasını bir kez daha hayret ve hayranlıkla gördük. Selimiye mahsun, 3 şerefeli camii hüzünlü ve diğer bütün mabetlerimiz ise içine kimsenin ibadete gitmemesinden dolayı kederliydiler. Elemim yüreğimin kârı değildi.
Bir gece Edirne'de konakladık. Meriç'in ihtişamlı ve kederli akışından sonra Balkanlara doğru yol aldık. Ve Yahya Kemal'in bahsettiği kaybettiğimiz, asırlara mührünü vuran o sade ve ihtişamlı rüyanın ilk izlerine vatanımızda rastladık. İslam medeniyetinin şairi de öyle demiyor muydu!
Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköyü, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?
İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler? Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler, bir raf üzerinde duran Kitâbullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gül yağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler, kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.
Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.
Evet Edirne'yi neredeyse Balkan harbinde birkaç ay kaybettiğimiz kadar mahsun ve kederli, yalnız ve hissiz gördüm. İmar edilmiş mabetlerin Cumhuriyetle başlayan köhneleşmiş yapıların arasındaki mahzuniyetiyle Balkanlarsız yaşayabilse de Trakyasız bir Anadolu asla yaşayamaz sesleri bana hüzün içinde bir huzur verdi.