Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Bakımlı ama Fakirdiler!

Bakımlı ama Fakirdiler!

Günümüz çocuklarının neden mutlu olamadıkları ve sanal dünyadan çıkmak istemedikleri büyük bir problemimiz ve çözüm bulması gereken trajik meselelerimiz arasında görünüyor.

Evet, erken yırtılan kozalardan eksik uzuvlarla çıkan çocuklar doğru muhatabı bulamazlarsa insanlık için büyük trajik son daha erken vuku bulabilir.

Çocukluk ve onlara muhataplığın farkındalığı gerçeklikle acilen yüzleşmelidir. Ebeveyn denilen biz yetişkin çocuklar bu diğergamlığı doğru bir yaklaşımla sergileyemezsek sadece sokağı değil evlerimizi de yedi yirmi dört yabancılaşmış bireyler istila edecek.

Bir şey bütün bütün elde edilmezse bütün bütün de terk edilmez. Çocuklarımız için şikâyetten şükre, yargılamaktan anlamaya, ödüllendirmekten paylaşmaya, zamandan ömre dönüşen bir anlam arayışı gayemiz olmalı.

Yeterliliklerindeki yetersizliklerini şefkatle,

Pervasız ve fütursuz cevaplarından gönle dokunan tavır alışlarını hikmetle,

Tembellikten ziyade üretmedeki heyecanlarını ahlakla motive edecek alanı açmalıyız.

Can ile Erik sürekli köyümüze gelmek isterlerdi. Köye gelme mevzularının her defasında nasıl krize dönüştüğünü anlatırlardı. Lakin hep Can ile Erik galip gelirdi. Onlar da bilirdi yaşadıkları şehre gitmek için ne büyük hayaller kurduğumuzu.

Hiç unutur muyum o günleri. Can ve Erik’le o yıllar konuştuklarımız dün gibi hâlâ hafızamın kıvrımlarında saklıdır.

Okul bitmişti. Köyümüz hayatın bütün ihtişamını aleme arz ediyordu.

Çayır ve çimenler yeşilin sadece bütün tonlarını değil ömrümde başka hiçbir yerde görmediğim o rengarenk farklı formlardaki çiçeklerin olduğu mevsimlik örtüsüyle köyümüzün her tarafını kaplamıştı.

Tepelerdeki kar beyazlıkları doru atın anlındaki kirlenmemiş beyazlık gibi manzaranın gözde parçası olarak duruyordu.

Dereler ve çeşmelerden akan suların çıkardığı çağlayan sesleri suyun gizemli yolculuğunun ruha rahat bedene sıhhat veren serinliğini çevreye hakim kılardı. Sessizliğin sesi olan bu ihtişamlı yolculuk köyün içinden geçip dışındaki derelerde kaybolana kadar devam ederdi.

Yumurtlayan tavukların gıgırdaması, kabaran hindilerin alalolaması, tarlaları tırpancı gibi biçen kazların fısırdayarak çocukların peşinden koşması hele bir de azman ve benzeri köpeklerin havlaması köydeki hayatın en canlı peyzajlarıydı.

Hele vakit öğlen ise ve dağlardan meleyerek gelen koyunlar bir gün boyunca hasret kaldıkları kuzularına kavuşmak istiyorlarsa anne melemesi ve yavrularının kavuşma sesi insanın hayvan ile olan müşterekliğinin en aşikâr ve yürekten delilleriydiler.

Akşamları eve dönen ineklerin altlarında annelerin süt sağmak için yaptığı uğraşlar ve sonunda yavru buzağıların kavuşma anları akşam peyzajının en somut parçalarındandı.

Can ile Erik’i bizim köye sürekli aşık eden şehrin aksine parçalanmamış gök kubbenin altında yekpare duran köyün gündüz ve akşamının herkesi büyülemesiydi.

İşte ve güneşte kararmış çocuklar olarak hayran hayran o bakımlı bembeyaz Can ile Erik’i dakikalarca seyrederken hatta onlara dokunmaya dahi kıyamazken onlarsa yürekten bir sarılışla üzerimize üşüşürler ve başlarlardı köyde koşmaya bizleri de peşlerinden koşturmaya.

Burnumuz aktığında biz kolumuza onlar ise ceplerinden çıkardıkları mendillere silerlerdi.

Biz uzanırdık çimene ve başımızı daldırarak başlardık suyu kaynağından lokur lokur içmeye onlar bir bardak bulamadıklarından avuçlarına suyu alır ama bizden daha iştahlı içerlerdi. Hasılı bizde köylülüğün serbestiliği Can ve Erik’in bakımlılığına karşılık biraz dikkatle gerçekleşirken onlar şehirlilikten bıkmış gibi ürkek ama candan bize benzemek istediklerini hissettirirlerdi.

Ve bir zaman sonra o bakımlı ve dokunmaya kıyamadığımız Can ve Erik bizden daha cesurca otların içine uzanır derelerdeki çamurları büyük bir zevkle her taraflarına bulaştırır çeşmelerin ayaklarındaki havuzlarda her taraflarını ıslatacak kadar kendilerinden geçer ve bir cümbüşün içine düşerdik.

Ve Can birden çığlık atarak;

-Kaçın geliyorlar kaçın.

-Kim geliyor Can kim.

-Görmüyor musun annem geliyor annem. Her şey yarım kalacak, köye doymadan gideceğiz.

-Nereye koşalım Can nereye?

-Bir türlü anlayamadığınız bu zenginliklerin en kuytu köşelerine.

-Biz mi zenginiz!

-Bir bilsen ne kadar zengin ve hür olduğunuzu ve anlasan bizim şehirde nasıl esir yaşadığımızı inan buraları hiç terk etmezsin.

Herkes kendinde olmayanın peşine düşer ve onu ister. Bak ben bu köy ekmeğini nasıl bir iştahla yiyorum sen ise neredeyse o köy ekmeğinin içine şu getirdiğimiz fırın ekmeğini koyarak yiyeceksin. Ben şu koyun yoğurdunu ve ondan yapılmış ayranı dünyanın en güzel içeceği olarak götürürken sen şehirden getirdiğimiz ve içinde ne idüğü belli olmayan gazozları lokur lokur içiyorsun. Ben bıktım bu ambalajlı şeyleri yemekten ve hasretim şu evde yaptığınız helva ve köy yumurtasına ama sizler sanki dünyanın en güzel şeyini görmüş gibi bunları alıyorsunuz.

Can köyde görüp kavuştuklarını saymakla bitiremezdi. Bir taraftan da kardeşinin de annesine yakalanmaması için koşmasını isterdi. Ve her zamanki gibi Can nefes nefese kalır ve rengi değişirken Erik de kırmızılaşmış yanaklarıyla bir dünya güzeline döner dokunmaya değil bakmaya da kıyamazdınız.

Bizler yakalanmamak için hangi derelere veya otların arasına saklanmamız gerektiğini iyi bilirdik. Yakalanmadan saklanıverirdik oralara ama üst üste ve bütün doğallığın canlılığını hissede hissede. Anne çarnaçar döner giderdi.

Ve ne zaman sonra dönüş yoluna yönümüzü çevirirken Can ile Erik’in ayaklarının nasıl direndiklerini görürdük. Bu bir korkudan değil bilakis köye olan sevgiden ve çocukluk kozalarının yırtılmadan nasıl mizaçlarına uygun açıldığını müşahede etmenin güzelliğinden idi.

Köydeki oyun alanının sınırsızlığı, varlığın bütün ihtişamıyla kendi kalması, başkalaşmaması, sadelik ve bir nevi fakirlik gibi algılanan durumun insana verdiği hürriyet ve zenginlik ve daha nice natural durumlar Can ile Erik’in ruhunun buralarda coşmasının sebebiydi.

Bedenlerinin bu coşkuya ayak uydurarak bir an bile durmadan dere tepe demeden her gördükleri hayvana dokunup çayır ve çimenlerin üzerinde yuvarlanarak ipek böceği gibi kozalarını örmeden ayrılmak istemezlerdi her defasında köyümüze geldiklerinde.

Akıllarına ne açlık gelirdi ne de susuzluk. Şehrin o en pahalı oyuncakları ve alınan oyun aletleri dahi bahis konusu bile olmazdı. Halbuki biz ne çok isterdik onlardan bahsetmelerini. Sonra bizde kapılırdık oyunun büyüsüne ve köyün efsunlu iklimine.

Can ile Erik her defasında ne çok bilgi sahibi olduklarını bize göstermek isterlerdi. Bir müddet sonra mahcup bir eda ile her iki kardeş başlarını önlerine eğer ve Erik bütün samimiyetiyle abisini onaylardı.

-Biz bunları sadece kitaplarda okuyor, çizgi filmlerde seyrediyoruz. Ama sizler yaşıyorsunuz kardeşim yaşıyorsunuz. Onun için biz sürekli buralara gelmek için babamızın ve annemizin başının etini yiyoruz.

İşte yine gidiyoruz şehir hapishanesine şehir hapishanesine şehir hapishanesine…

Güncellenme Tarihi
  • 24 Aralık 2023, 00:22
Yazının Adı
Bakımlı ama Fakirdiler!