Asgari ücret; bir çalışanın barınma, gıda, sağlık, ulaşım başta olmak üzere yaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel ihtiyaçları karşılamasını sağlayacak gelir seviyesini ifade etmektedir. Bununla birlikte asgari ücret yalnızca ekonomik bir konu değildir. Asgari ücret düşük gelirli çalışanların yaşam standartlarını ve toplumsal eşitsizlik gibi hususları içerdiği için aynı zamanda sosyolojik bir meseledir. Türkiye’de aktif işgücünün yaklaşık %35-40’ının asgari ücretle çalıştığı dikkate alındığında asgari ücretin neredeyse ülkemizin tamamını ilgilendiren bir sosyoekonomik olgu olduğu anlaşılmaktadır.
Hal böyle olduğu içinde geçtiğimiz haftalarda açıklanan yeni asgari ücret toplumun önemli bir kesimini -ben de bu gruba dâhilim- memnun etmemiştir. Hatta ciddi şekilde tepki göstermelerine neden olmuştur. Çünkü açıklanan ücret dört kişilik bir ailenin; sağlıklı ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcamaların yani açlık sınırının altında kalmıştır. Dahası; gıda, giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri harcamaların alt sınırını oluşturan yoksulluk sınırının da yaklaşık üçte birine ancak karşılık gelmektedir.
Ülkemizde asgari ücretle çalışanların oranının yüksek ve asgari ücretin düşük olmasının temel nedenleri arasında ekonomik koşullar gösterilmektedir. Ekonomik koşullar içeresinde en büyük pay ise enflasyona yüklenmektedir. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak yarım asırlık hayatımda kendimi bildim bileli enflasyon maalesef yaşamımızın değişmez bir parçası haline gelmiş durumdadır. Devleti yöneten siyasi iktidarlar, ekonomi kadroları ve politikaları değişse bile enflasyon değişmez bir sorun olmaya devam etmektedir. Bazen, Antik Yunun filozoflarından Herakleitos’un bugünün Türkiye’sinde yaşasaydı “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” özdeyişini enflasyonla ilişkilendirerek daha farklı ifade edeceğini hayal ediyorum. O durumda Herakleitos muhtemelen “değişmeyen iki şey vardır, bunlardan birisi değişimin kendisi diğeri ise Türkiye’deki enflasyondur” derdi!
Enflasyon olumsuz ekonomik koşulların bir sonucu ise asıl sormamız gereken ekonomik koşulların neden olumsuz olduğudur? Ayrıca olumsuzluklar neden bu kadar uzun zamandır düzeltilememektedir? Eminim bu sorulara politikacıların ve iktisatçıların verecekleri anlamlı cevapları vardır. Lakin ben 2024 yılı Nobel Ekonomi Bilimleri ödülünü kazanan Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson’un görüşlerini kabullenmeye çok yakınım.
Bahsi geçen akademisyenler “bazı ülkelerin neden zengin, diğerlerinin neden fakir olduğunu” açıkladıkları çalışmalarında konuyu kurumların kapsayıcılıklarına dayandırmaktadırlar. Acemoğlu ve arkadaşları bir ülkedeki kurumları kapsayıcı ve sömürücü kurumlar olmak üzere iki grupta değerlendirmektedirler.
Kapsayıcı kurumlar; adil, iyi işleyen, halkı üretim süreçlerine özgür bir şekilde dâhil eden ama beri tarafta da yeterince güçlü merkezi bir devlet sistemi ile haksızlıkları kontrol edebilen sistemlerdir. Sömürücü kurumlar ise belirli kişi, kişiler ya da grupların menfaatleri için toplumun geri kalanının haklarını göz ardı edebilen yapılardır. İlkinde ülke ekonomik olarak gelişmekte ve refah toplumuna dönüşmektedir. İkincisinde ise sürekli ekonomik zorluklar ve adil olmayan gelir dağılımı ortaya çıkmaktadır.
Bu aşamada ülkemizdeki ekonomik, politik ve benzeri kurumlar hangi siyasi görüş iktidar olursa olsun sömürücü olarak tanımlanan kurumların özelliklerine daha yakın görünmektedirler. Örneğin kapitalizmin beşiği olan İngiltere’de işletmeler fahiş fiyat artışları yapamazken bizde yapabilmektedirler. Vergi kaçırmak veya vergisini ödememek caydırıcı cezalarla önlenirken, bizde caydırıcı cezalar yoktur. Yine orada devlet televizyonu gerekli durumlarda devleti yönetenleri eleştirebilirken ülkemizin devlet televizyonu bunu yapamamaktadır. Bu durum hangi siyasi görüş iktidara gelirse gelsin değişmemektedir. Dolayısıyla mesele siyasi görüş farklılıkları değil o ülkede oluşturulan ekonomik, politik ve benzeri kurumların işleyiş biçimleridir.
Görünen o ki kurumlarımızı kapsayıcı hale getirmedikçe ekonomik koşullarımızı düzeltemeyeceğiz, enflasyonu düşüremeyeceğiz ve asgari ücreti artıramayacağız.