Mevsim baharla yaz arasıydı. Ne tam bahar bitmiş ne de yaz gelmişti. Hafif rüzgârlı bir bayırın çok çiçekli yanağında siyah bir ben olarak yerimi alırken yanı başımda duran kovanlardaki vızıltıları duyar gibiydim.
Baharın ılıklığını, yazın sıcaklığını yanaklarımda hissettiren o hafif meltem, vızıltıların zihnimde çağrıştırdıklarıyla beni yerimden etti.
Uzandığım ve sahilinde yüzmeye başladığım nice güzel hülyalardan uyandım. Aşağıya doğru yol almaya başladım. Halbuki bu güzel vadideki yerimi bulana kadar çok zahmet çekmiş, bayağı yol yürümüştüm. Oturacak hem de güzelin iyilik kıyılarında dolaşacak kadar yaşamdan yol almış, dinlenmeyi hak ettiğimi zannetmiştim. Ama nerdeeee! Hayat durmuyor ki sizi de yerinizde durdursun.
Yukarı doğru tırmanamazdım. İnişe doğru yol almak zorundaydım. Yok yok! Galiba yanlış söyledim. Aşağıya doğru inecek ne hızım ne de dikkatim kalmıştı. Aheste aheste de olsa yukarıya doğru yol almaya devam etmeliydim. Bayırdan aşağı/yukarı(ya) doğru bakınca olduğum yerden daha muhteşem güzelliklerin harika bir peyzaj oluşturduğunu gördüm. Hele o peyzajın renk cümbüşünün tamamlayıcısı olan suyun kıvrım kıvrım süzülüşü varlığın tek yönünün olduğunu ima eder gibiydi.
Hadravat ile abı hayatın birleştiği yerde çoğu hayat sahipleri nefeslenmeye, serinleyerek soluk almaya gelmişlerdi. O güzelim yeşillikler, onları terütaze kılan su herkese yeterdi. Her canlı kabına ve ihtiyacına göre sudan kana kana içmeye başlamıştı.
Suyun kaynağına en yakın yere, yeşilliklerin üzerine yüz üstü uzandım. Yüzümün her tarafı su ile temas edercesine abı hayattan kana kana içmek istedim. Hatta ağzım dolarcasına, nefesim azalırcasına birkaç yudum aldım. Lakin suya doyamadan irkilerek uzandığım yerden doğruldum.
Yeşilliğin üzerinde, suyun hemen yanındaki arılar ve dahi yılanla göz göze geldim. Sokmalarından ürktüm. Suyun başından uzaklaşmaya başladım. Kısa süre sonra korkunun kötülüğünden kurtulup görmenin iyiliğine sığındım. Sokmaktan sıkılmayan, sokma pahasına hayatları sonlanan iki mahlukun su ile olan maceralarının seyrine daldım bu defa.
Arı ısrarla suyun üzerine konup kalkmaya çalışırken yılan da suyun içine dalıyor biraz sonra da kenara çıkıp güneşleniyordu. Ne arının içtiği ne de yılanın bütün vücuduyla temas ettiği sudan bir eksilme olmuyordu.
Arı kabını doldurmuştu. Sudan tam ayrılacakken alçak uçuşuyla yılanın menziline girmişti. Fırsatı kaçırmayan yılan dilini uçan kanatlarının birleştiği yere ani bir hızla dokundurarak arının yaşamına son vermişti.
Arı artık uçmuyordu. Çok gariptir ki yılan da olduğu yere yapışmış hareket etmiyordu. Hatta o kadar acayipti ki yılanın gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Çünkü arıyı içine almış, bal ile karışan zehir göz yaşı olarak dışına taşmıştı. Zannetmişti ki her su içen kendisi gibi zehir akıtır. Sonradan anlamıştı arının su içtikten sonra bal akıttığını. Bir taraftan suyun kendi bünyesinde nasıl zehre dönüştüğünü diğer taraftan arıda nasıl bala evrildiğini merak ederken sakinliğini fırsat bilen atmacanın yüksek inişini tam fark edecekti ki geç kalmıştı.
Artık ne yerdeydi ne de başka bir şeyin derdindeydi yılan. Gökyüzünde atmacanın pençeleri arasında kıvranıp dururken yapacak pek bir şeyinin de olmadığını anlar gibiydi. Birden boşluğa bırakıldığını gördü. Yukarıya bakamıyordu. Aşağıda ise onu neler beklediğini bilmiyordu.
Gökyüzünde sevinçle ihtişamlı bir şekilde kanat çırpan atmaca bu defa yanılmıştı. Çünkü avını yukarıdan bıraktıktan sonra peşinden aşağıya doğru hızla yol alırken yolunu şaşırmış ve daha büyük bir avı görüp rotasını değiştireyim derken av olmuştu. İnsan denen canlı, atmacayı o denizin derinliklerindeki midyenin içindeki inciyi bulması için yakalamıştı. Tam avının düştüğü yerde onu afiyetle midesine indirecekken midyenin midesindeki inciyi günyüzüne çıkarmak için yakalanmış olması umudunu ve semada süzülme ihtişamını gölgelemişti.
Arı yılanın üzerinden uçarken ona av olmuş midesindeki zehrin içine balını akıtarak ona bir iyilik yapmak istemişti ölürken.
Yılan arının bu iyiliğinin tam tadına varacakken atmacanın pençeleri arasında gökyüzüne çıkarılmıştı. Hayatında beklemediği bir yüksekliğe çıkmanın korkusuyla kalbi tam duracak gibi olmuşken tekrar yere doğru inişe bırakılmıştı.
Atmaca yılanı bıraktığı kayalıkları tam ayarlayamamanın öfkesiyle başka bir avın peşine düşmüşken insanın tuzağında bulmuştu bir anda kendisini.
Evet arı su içer bal akıtır yılan da su içer zehir akıtır.
İyiliğin baldan daha tatlı ve dahi zehrin panzehiri olduğunu ise sadece insan anlar.
Lakin insan bozulunca her şeyin tılsımı anlamsızlaşır.
Varlığın tılsımını anlayacak tek canlı insan anlamsızlaşmıştır çünkü.