Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Ağrı Eşiğimiz Acıya Duyarsızlaşmış!

Ağrı Eşiğimiz Acıya Duyarsızlaşmış!

Batı dünyası büyük acılar yaşadı. Beyin ve kalpte acının yerini tespite çalışırken düşüncenin anlamlı tarafının hissetmek olduğunu fark etti. Bu farkındalık onları kendi acılarına yönelik olumlu bir insanlık formu oluşturmaya yöneltirken dışındakilerinin acılarınınsa istatistik bir durum olduğuna ikna etti. Demokrasi adındaki bu iki yüzlü formun yani madalyonun kendilerine bakan tarafında etik ve hukuk dışındakilere bakan tarafında ise sömürge ve öteki yazıyordu.

Varlık içinde bilinci en üst düzey olan insan tarih boyunca acıya hiç bu kadar bilinçsiz kalıp duyarsızlaşmamıştı sanki. Sıfır bilinç seviyesi olan bitkisel bir hayata doğru hızla yol almaktayız. Bitki hayatından sonraki en acımasız bilinç düzeyi olan sürüngen veya memelilerin vahşice parçalamaktan zevk aldığı hayvansal bilince düşmekteyiz. Hızlıca varlığın en zirve noktası olan insanlık durumundan irtifa kaybetmekteyiz.

Varlığın yaratılışı adına bir tekerrürün kritik eşiğindeyiz sanki. Vahyin saf haline göre eşyanın başlangıcı cansız maddelerin yaratılmasıyla başlar. Bitkilerin yaratılması hayata adım atış olarak tarif edilir. Hayvan ve meleklerin yaratılması hayatın anlam kazanması olarak görülür. İnsanın yaratılmasıyla varlığın bilinç ve eylem olarak tekamüle erdiği söylenir. Dinler tarihi incelenince bu gerçeklik aşikare görülür.

İnsanlık acıya duyarsızlaşarak sanki başlangıcın sonuna doğru gidiyor. İnsanlığımızı kaybediyoruz hayvanlığa düşerek. Oradan da düşerek bitkisel hayata giriyoruz. Hayat emareleri de yok olunca hareketli ölüler olarak yeryüzünde dolaşıyoruz. Bu durumun en trajik örneği hayatının baharındaki insanın bir anda hastalıklarla yüzleşerek bedensel acı kaybından zihinsel acı kaybı olan bitkisel yaşama düşmesine kadarki evrelerinde görebilir.

Bir medeniyet krizinin içine girdik ki yüzyıllardır çıkamıyoruz. Çırpındıkça batıyoruz. Battıkça acılara duyarsızlaşıp kendimize yabancılaşıyoruz. Ne kuş oluyoruz ne deve kalıyoruz. Kendi yürüyüşümüzü unuttuğumuz gibi başkalarının yürüyüşünü de öğrenemedik.

Uzun zamandır en az on yılda bir toplum olarak bir acı yaşıyoruz. Acılara duyarsızlaşıyoruz. Acının tarafı olmadığı, ağrı eşiği herkese eşit olduğu halde onun acısı, bunun acısı, şunun acısı diyerek acıyı parçalıyor ve ona karşı duyarsızlaşıyoruz. Parçalamanın bir anlamsızlaştırma ve hızlıca duyarsızlaştırma olduğunu fark etmiyoruz.

Birileri bir değeri kullanarak güç elde ederken kendimizi haklı göstermek için başka bir değeri kullanmayı hiç ihmal etmiyoruz. Hemen sarılıyoruz bize en yakın bulduğumuz ve en çabuk kullanacağımız değere.

Birileri bir tarihi şahsiyeti veya lider kişiyi kullanarak bir çıkar elde ediyorsa biz de sarılıyoruz çıkarımız için kendimize en yakın gördüğümüz değer veya lider kişiliğe.

Birileri acıyorsa birilerinin ölümüne o acıyı paylaşmak yerine biz de kendimize dönük acılar arıyor ve duyarsızlaşıyoruz o ölünün kendilik nesnesine.

Başkalarının hastalığı, yoksulluğu, yoksunluğu, yaşamını olumsuz etkileyen acıların tümü bizi biraz sarsıyor. Belki de hiç sarsmıyor! Kaldığımız yerden hayatın zevkini ve sarsılmaz arzularını yerine getirmeye devam ediyoruz. Yüksünmeden o nazlı hayatı çemkirerek hayat devam ediyor diyoruz. Hayatın anı yaşamak yani o anda olan durumlara duyarsız kalmamak olduğunu fark etmekle en anlamlı bir şekilde devam ettiğini hatırımızdan çıkarıyoruz.

Yüz yıllardır neredeyse yegane işimiz parçala(n)maktır. En trajik olanıysa acı ve sevgiyi parçalamak oldu. Başkasının parmağına batan dikeni yüreğimizde büyük bir sızı addeden ve küçük bir sevincini büyük bir heyecan olarak duyan medeniyet kodlarımız çözüldü. Başkalarının acısını küçümserken sevincini de görmezden gelen duyarsız bir hal aldık.

İstememeliyiz artık kendi acımızdan ötürü başkalarının acılarını anlamayı. Başımıza gelmedikçe hayatımızı alt üst etmedikçe başkalarının yaşadıklarıyla digergam olmayı. Kendi acımızı yaşamadan başkalarının acısını anlamak zorundayız. Acı bizim semte uğramadan acının uğradığı semtlerde hep var olmalıyız. Öldürmemeliyiz içimizdeki acının insanlık paydasını. Belki böylece biraz insan oluruz.

Hayır hayır! Bu kadar düşmemeliydi insanlığımız. Kuşunun ölümüne üzülen çocuğa taziye verip onun acısını paylaşan rahmet ve hikmet peygamberinden sonra ölen insanlık karşısında yüreği acı duymayan bir insan yığınına dönmemeli İslam ümmeti.

Ne zaman din, dil, renk, milliyet, cinsiyet, düşünce, yaş, cemaat, tarikat farkı gözetmeksizin başkasının acısını kendi acısı, uğradığı haksızlığı kendine yapılmış haksızlık olarak görüp ona göre hareket edersek insanlığımız düştüğü bu çukurdan kurtulabilir.

Korkarım kendi acımıza da yabancı olmaktan ve yine korkarım ölüye bu kadar aşina olmaktan…

Ah Gazze, Ümmetin Yalnız ve Masum Mazlumları! Asıl ölen siz değilsiniz insanlıktır insanlık ve dahi…

Güncellenme Tarihi
  • 20 Ekim 2024, 09:56
Yazının Adı
Ağrı Eşiğimiz Acıya Duyarsızlaşmış!