Email
Twitter
WhatsApp
İnstagram

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

İLETİŞİM

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF!

İyiliğe Karşı Olan Her Şeye MUHALİF !

Ağlamaya Ağlamak!

Ağlamaya Ağlamak!

Çocuklar doğduğu anda konuşmaya başlarlar. Sorun, onların konuştuğu dili bizim henüz anlayacak düzeyde olmamamızdır. Çocukların doğduğu andan itibaren kullandıkları ya da konuştukları dilin adı “ağlamaktır”. Ağlayarak aç olduğunu, üşüdüğünü, sancılandığını, altını kirlettiğini, korktuğunu, özlediğini, uyandığını vb. anlatmaya çalışır.

Çocuğa verilen bakım ne kadar dengeli, düzenli ve tutarlı olsa da çocuklar acı verici duygulara sahip olabilir. Travmatik doğum deneyimleri, kaçınılmaz hayal kırıklıkları, gerçekle gerçek olmayanı ayırt etme yeteneğinin gelişmemesinden dolayı gördüğü rüyalar ya da sınırlı bilgiler nedeniyle yaşadığı kafa karışıklığı (babam anneme neden bağırıyor?) vb. durumlar çocukların acı verici duygular biriktirmesine yol açabilir. Çocukların ağlamaları, bu tarvmatik deneyimlere eşlik eden psikolojik kökenli fiziksel gerilimi boşaltmanın en işlevsel ve tek yoludur denilebilir.

Gelişim sürecinde çocuğun ihtiyaçlarını ağlayarak dışa vurma yerine yavaş yavaş kelimeler ile ifade etmesi beklenir. Oyun çocuğu çağında olan çocuk, yemek istediğini, suyun sıcak ya da soğuk olduğunu kelimeler ile ifade edebilir fakat acılarını iyileştirmek için ağlamanın yerini konuşmanın alması neredeyse imkansızdır.

Çocuklar gün içinde yaşadıkları deneyime eşlik eden ve acı veren duygular ile baş edebilmek için ağlamaya devem edebilir. Henüz dört yaşında olan ve ben merkezi düşünceye sahip olduğu için her şeyi kendisinde gören çocuk, anne ve babası arasındaki tartışmanın nedeni olarak da kendisini görür ve bu onun canını yakar. Bu çocuk karanlıkta canavarlar gördüğünü, korktuğunu ya da üşüdüğünü söyleyerek ağlamaya başlayacaktır. Karanlığı aydınlatma, korkuyor diye yatağa almak ya da üşüdü diye battaniyeye sarmak çocuğun ağlamsının altındaki nedeni ortadan kaldırmayacaktır. Her davranışın altında bir ihtiyaç ve her ihtiyacın bir duyguya neden olduğunu,  bu ihtiyaca ve duyguya bakmadan çocuklarımızla ilişkimizde pek yol kat edemediğimiz ortadadır. Çocuğun iyileşmesi için, ağlayarak ve öfkelenerek psikolojik kökenli fiziksel gerilimden kurtulup güven duygusunun eşliğinde duygularını kelimelere dökerek ifade etmeye ihtiyacı vardır. Güven duygusunun oluşması için öngörülebilir bir ortam ve tahmin edilebilir ebeveynlere ihtiyaç vardır. Bunun gerçekleşmesi için ebeveynlerin kendi aralarında ve kendi içlerinde dengeli, düzenli ve tutarlı olması gerekir. Çocuğun kendini ayarlayabilmesi, kendini görebilmesi, kendine, insanlara ve geleceğine ilişkin doğru ve işlevsel bilişsel yapılar oluşturması buna bağladır.

 Kültürümüzde belki de bütün kültürlerde ortak olan anlayış, ağlamanın acı çekmek olduğudur. Bu anlayış bağlamında anneler çocuklarının, öğretmen öğrencesinin, doktor hastasının, arkadaş arkadaşının, komşu komşusunun bir an önce ağlamasını sonlandırmaya çalışır. İnsanlar ağladıkları için acı çekmezler, acı çektikleri için ağlarlar. Bu anlayışla bakıldığında ağlayan insan hangi yaşta olursa olsun ağlamasına izin vermektir denilebilir. Ağlayan insanın ağlamsını bitirmesini sağlayarak ona iyilik yaptığımızı düşünürüz. Bunun ne anlama geldiğini ifade edebilmek için, kişi zehrini akıtmak için “musluğu” açar -bizim kültürümüzde ağlamak zayıflıktır anlayışı ile bu musluğu açmak sanıldığı kadar da kolay değildir- bizde gider iyilik olsun diye kişinin içindeki o zehri dışa atan musluğu kapatmaya çalışırız ve kapatırız metaforu sanırım en iyi örnek olur.

Ağlamak, kişinin anı yaşamasına en güzel örnektir. Anı yaşamak kişinin, an içinde olan ve bitmesi gereken bir şeyi benlik bütünlüğünü bozmadan ve kişilik gelişimini engellemeden kişisel ve sosyal uyuma hizmet edecek şekilde yaşayıp bitirmesidir. Ağlamanın bu bağlamda tanımladığımız anı yaşamaya hizmet edebilmesi için yapılacak tek şey insanların hangi yaşta olursa olsun korkmadan, utanmadan ve suçluluk duygusu hissetmeden ağlamasına sabretmektir.

Bu anlayışın yerleşmesi için ağlama davranışının birçok uyumsuz davranış ile ilişkilendirilmesinden vaz geçilmesini de gerektirmektedir. Ağlamak genellikle, kötü kelimeler kullanma, yalan konuşma, vurma, inatçılık, kin, öfke vb. davranışlar ile birlikte sunulur. Bu uyumsuz davranışlarla ilişkilendirilen ağlama davranışı da uyumsuz, istenmeyen ve düzeltilmesi gereken davranışlar listesinin başında yer almaktadır.   Çocuklar, anlık deneyimlere ve yüzeysel gözlemlere dayalı algıların sonucu konan etiketlere hapsediliyor. Çocuk bu etiket ile o kadar özdeşleşiyor ki kendisi de bu etiketin olduğuna inanmaya başlıyor. Herkesin ona dediğini o da kendine söylemeye başladığında hissettiği psikolojik acı yoğun ve süreklilik kazanıyor. Bu acıdan kurtulmanın tek yolu olan ağlamak da elinden alınınca doktor doktor gezmelerin sonucu kimyasal ajanlar ile uyuşturularak iyileşmekten başka çözüm kalmıyor.  Yetenek denizlerimizi anlık ve yüzeysel gözlemlere dayalı konan etiketler ile dondurmadık kuruttuk ve kurutmaya devam ediyoruz.

Çocuk güvende olduğunu, sevildiğini ve başarabileceğini bilmekle yetinmez bunda emin olmak ister. Güvende olduğunu, sevildiğini ve başarabileceğini bilen çocuk için kurallar koymak, onlara uymasını istemek, uymadığında sonucuna katlanmasını, isteklerinden vaz geçebilmesini, ihtiyaçlarını erteleyebilmesini istemek ne benlik gelişimine ne de kişilik yapılanmasına zarar vermez. Bazen yaptığımız bir uygulama ya da davranış hatalı olabilir, çocuğun canını yakabilir, üzebilir, kızdırabilir vb. çocuk böyle bir durumda sevildiğinden emindir, güvendedir ve bununla başa edebileceğine inanır. Belki ağlar, öfkelenir ya da bir yerlere vurur sonra gelir ne hissettiğini kelimelere dökerek ifade eder ve kendisi olur.

Bir yerden duydum ya da okudum. Öğretmenin biri öğrencisine neden ağlıyorsun ağlamakla iyileşmemeyi mi umuyorsun diye sorunca öğrenci de, “biliyorum ağlamakla iyileşemem o yüzden gözyaşı döküyorum ya” demiş. Bağırmak, çağırmak, öfkelenmek bir tür ağlama tarzlarıdır. Bu şekilde ağlamaların iyileştirici gücü bu tür ağlamaya neden olan duyguların kelimelere dökülerek bir anlamda gözyaşına dönüşmesini sağlamaktır. Duygusal nedenlerle ya da bizim kültürümüze has bir söylemle “yüreği yanarak ağlamanın” duygusal nedenli olmayan, örnek için soğan doğrarken dökülen gözyaşının içeriğinden farklı olduğu yapılan araştırmalar ile ortaya konmuştur.  Adrenokortikotrop ve katekolaminler stres sonucu oluşur ve bu iki hormon insan gözyaşında çok fazla birikirse toksin etkisi yapabileceğine ilişkin araştırma bulguları vardır. Gözyaşlarını bastıran insanların çeşitli fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklara yatkınlığı da artmaktadır. Klinik görüşmelerde görüşmenin iyi gittiğini ya da iyi olduğunu anlamanın bir yolu da danışanın ağlama davranışıdır. Bu bağlamda ağlamak yalnızca vücuttaki toksinlerin dışa atımına değil, aynı zamanda tansiyonun düzenlemesine, kan basıncının normalleşmesine ve vücut ısılarının düşmesine de katkı sağlayabilmektedir.  

Ağlayabilen ve ağlamaya karşı olumlu tutuma sahip olanların  ağlamayan ve ağlamaya karşı olumsuz bir tutumu olan insanlardan daha sağlıklı olduğu ve ülser ile kolit benzeri hastalıklara sahip olma düzeyinin çok daha düşük olduğu bulunmuştur. Ağlamak aynı zamanda astıma ürtikerin iyileşmesini de katkı sağladığı bulunmuştur. Ağlamaları ve öfkelenmelerine izin verilen çocuklarda da ciddi düzeyde iyileşme olduğu bulunmuştur.

Gözyaşları, ıstırabın sessiz sözleridir der Voltaire.

Güncellenme Tarihi
  • 29 Aralık 2024, 12:34
Yazının Adı
Ağlamaya Ağlamak!